Ahilik ve Yarenlik

Hüseyin ÇAKIR

Asyadaki Anayurdumuzda ahlakla sanatı özemiş bulunan ahilik, Anadolu'da da aynı görevi yapmış, üstelik onu köylere dek yaygınlaştırmıştır.

Ahiliğin Anadolu köylerindeki uzantısı, "Yaran odaları"dır. Şehirlerdeki ahi meslek ve sanat kuruluşları üyeleri, çevrelerindeki yoksulların, kimsesizlerin her tür gereksinimlerini, vakıflar kurarak gideriyorlardı.

Bunlar aşevleri, hastaneler, okullar vb. gibi şeylerdir ki, Türkler dışında hiç bir Müslüman ülkede görülmezdi; ama salgın hastalık, kıtlık, yangınlar, askerlik vb. şeylerle harap olmuş yerleri, yoksul düşmüş köyleri halkı böyle vakıflar kuracak durumda değillerdi.

Pek çoğu bu durumda olan Anadolu köylerinde başka bir örgüt, "yaran odaları" örgütü kurmuşlardı. Buralarda, köy halkının "imece" denen ve topluca yapılan yardım gelenekleri daha çabuk ve daha etkin olarak yapılabiliyordu.

Köylerde bu yardım ve konuklama işi, "köy yaran odaları" ve "köy konuk odaları" işbirliğiyle yapılıyordu.

Görevleri ve işleyişleri 1950'li yıllara dek Anadolu’nun pek çok köyünde sürmüş

KÖY KONUK ODALARI

Bunlar, şehir ve kasabalardaki zengin ahi babalarının yaptırdığı zaviyeler gibi köyün zenginlerince yaptırılırdı.

Oda bakmak; odaya köy dışından, başka şehir ve kasabalardan gelenlere yemek vermek, hayvanlarına saman, yem vermek, kışın sobasını yakmak, altına yatak sermek, yorgan vermek, yemek çıkarmak gibi şeyler demekti.

Bu tür odalarda en az üç dört takım yatak, yorgan bulunurdu.

Odaya gelen konuklara, hayvanlarına bakar, yemek götürürdük.

YARAN ODALARI

Bu tür genç odalarında 20–35 yaş arasındaki gençler toplanırlardı. 35–40 yaşın üstündekiler ihtiyarlar odasında,

50 yaşındaki büyükler de Kadı Odası diye anılan konuk odalarında toplanırlardı.

Bizim köy oldukça büyük olduğundan, köyde üç yaran odası, üç de, ihtiyarlar odası vardı.

Bu üç ihtiyarlar odasının en saygın bir yer"kadıların oda" idi.

Çünkü burada medrese tahsili yapmış oldukça iyi okumuş kişiler vardı. Örneğin öğretmenler, hafızlar muhtar ve hatib,  müderris idi. Köyümüzdeki medresenin  büyüğü ihtiyarlar odalarında  bir kişi de mahkeme gibi çalışmaktı.

Miras, kavga ve nizaların halli bu odaya gelir orada halledilirdi.

1950'li yıllara dek köyden mahkemeye giden pek olmuyordu. Daha önemsiz anlaşmazlıklar öteki ihtiyarlar odasında çözümlenir, karışık ve zor olanlar bizim kadı odasına  giderlerdi.

Küçük çocuklar okul zamanları dışında odaya gider büyüklere su filan verirlerdi.

Bu yaran odaları, 100–120 m2’lik büyük salon halindeydiler.

Salonun büyük bir ocağı, ocağın karşısındaki alt kısımda, yerden 1,5 metre kadar yükseklikte tahta bir sofası bir iki penceresi, bir iki su testisi konacak oymaları bulunurdu.

Sonbaharda, harmanlar kaldırılıp ekinler ekildikten sonra bu odalar açılır, gençler akşamlan gitmeye başlarlardı.

Mayıs başlarında Hıdrellez'den sonra, yaz ekinleri başladığında odalar da kapanır herkes tarım işleriyle meşgul olurdu.

ODA'NIN İŞLEYİŞİ

Her odada 20–30 genç bulunur. Odaya her akşam, yemekten sonra gelinir.

Ocakta yakılacak odun, gaz lambalan, daha sonraları lüks lambalan, keşikle, her gün bir yaran efradı tarafından sağlanır.

Odanın temizliğinden de, kendisine keşik (nöbet) gelen kişi sorumludur. Bu nedenle keşikçi, gündüz odaya gelip temizliği yapar, lambalara gaz doldurur, gece yakılacak odunu getirir.

Keşikçi, bir gün önceki akşam oda dağılırken, önceki keşikçiden odanın anahtarını alırdı.

Bu odalarda oturma, konuşma, terbiye ve nezaketin korunması, ahi zaviyelerinde olduğu gibi yaran başı ve onun yardımcısı "oda başılar"ca sağlanırdı.

Yaran’ın her birine "efrad" denir. Efrad ferdin çoğuludur ama böyle söylenegelmiştir.

Her yıl oda açıldığında yaranların hepsinin oylarıyla seçilen "Yaran başı" ve "Odabaşılar, efrad arasında ortaya çıkacak dargınlıkları, kırgınlıkları, hak, hukuk sorunlarını çözüme bağlardı.

Anlaşmazlık konusu daha ağır ve çözümü zorsa ihtiyarlar odasına gidilir orada çözüme bağlanırdı.

 İhtiyarlar odasının verdiği karara itiraz edilmez, kesindir.

 Zaten bunlar hakça çözümlenirdi. benim tanık olduğum uzun yıllarda köyden mahkemeye pek gidilmezdi.

Yaranların başlıca görevleri şunlardı: Düğünlerde düğün sahiplerinden iki tarafa yardım etmek.

Düğün sahibi yaranlardan birinin yakını ise bu iş parasız yapılırdı, sadece yaranlara bir iki kez ziyafet verilirdi.

Oda efradı ile ilgisi olmayan birinin düğünü, bir iki koç verme karşılığında yapılırdı.

Düğün işi oldukça zahmetli idi. Başka köylerden gelen konukları evlere yerleştirmek, düğün sahibinin akrabalarının bu konuklara hazırladığı 20 kap kadar yemeğin taşınmasını yaranlar yapardı.

Düğünde kazanlarla pişen yemekler için dağdan yirmi otuz yük odun getirmek de yaranların görevi idi.

Köydeki yoksul ve kimsesiz kişilerin, dul ya da kendileriyle ilgilenecek kimseleri olmayan, kocası askerde bulunan kadınlara yardım da bu yaran odalarının görevleri idi.

Böylelerinin çifti, hayvanı yoksa ekinlerini ekiverme, harmanlarını kaldırıverme, evi yanmışsa ev yapma gibi işleri yine bu odaların görevi idi.

Köyün genel işlerine yardım etmek de bu yaran odalarının görevi idi,

Köyde yangın, sel baskını olduğunda

Böyle bir durumda  oda gençleri hemen topluca olay yerine koşar, tehlikeyi önlerlerdi.

Köyün yaran efradı, harman sonunda, aralarında para toplayıp hep birlikte harmanlar gidip bir hafta SİN SİN OYUNU çeşitli  oyunlarla güreş gibi sporlar yaparlardı. Bu tür eğlenceler,

Hıdrellez gününde de (6 Mayıs) yalnız o güne özgü olarak yapılırdı. Bu topluluklar, kışın da odalarında çalgılı, türkülü eğlenceler yaparlardı.

Ahlakî ve insanî bilgileri ve eğitimi ahi zaviyelerinde alan ahinin kesin olarak bir meslek ya da sanatı olurdu yani, ahiliğe ancak, esnaf, sanatkâr ya da meslek sahipleri katılabilirlerdi; zaten ahiliğin, tekke ve türbelerde çöreklenip halka el açarak kutsal duygular sömürücülüğü yapan,  cahil halkın sırtından geçinen asalak tarikat topluluklarından farkı buradadır.

Ahilik, Anadolu Türkü'ne, alın teri ile geçinme, başı dik, kendine güvençli ve minnetsiz yaşama yeteneği kazandırmış, bu ruhu onlara aşılamıştır.

Atölyede, tezgâhta sanat eğitimi, ahi zaviyelerinde kültür ve genel bilgi alarak çifte bir eğitim gören Türk Esnafı ve Sanatkârı, hem aralarında güçlü bir dayanışma ve yardımlaşma kurmuş, hem de yerli

Bizans sanatkârlarıyla yarışabilecek bir sanat ve meslek yeteneğine kavuşmuş oluyorlardı.