Geçmişten günümüze, laikliğin sosyal dokumuz için ne derece kıymetli bir nimet olduğunun kurucu başbuğumuz rahmetli Atatürk tarafından doğru tespitinin yapıldığı kadar, maalesef aynı şekilde doğru anlatım ve uygulamasının yeterince yapılamaması nedeniyle cumhuriyet değer ve kazanımlarına karşı düşman bir güruhun taban bulmasına vesile olundu.
Ülke ve millet olarak talihsiz bir akıbete, bugünlere sürüklendik. Bugünkü halimiz o akıbetin bir anlamda tezahürüdür, nedir o; dini bir "Cemaat"in (FETÖ) taban bulup siyasi zeminde karşılığı AKP ile örtüşerek devleti değiştirip dönüştürmüş olmalarıdır. Efendim şimdi denebilir ki; FETÖ bir terör örgütüdür, amenna, peki FETÖ'ye atfen "Ne istediniz de vermedik" şeklinde ifade edilen hatta itiraf edilen FETÖ-AKP ilişkisine ne diyeceğiz, nasıl tarif edeceğiz? Bu sorunun cevabı elbette biliniyor ama tek adam rejiminde olduğumuz için Türk milletinin vicdanında derin dondurucuya konularak bekletilmektedir. Muhtemelen günü geldiğinde çıkarılıp açıklanacaktır.
Ancak yine gün itibariyle bütün bu yaşanmışlıklardan çıkarılabilecek, mutluluk verici bir başka sosyolojik taban ve buna bağlı bilinç düzeyinin gelişiyor olmasıdır, o da; dini argümanlar, söylem ve kavramlar üzerinden suiistimallerle elde edilen gücün aslında herhangi bir zamanda bir kalleşin elinde hançer olup arkadan sessizce yaklaşarak milletin sırtına saplanabileceği gerçeğini tecrübe edinmiş olmaktır.
Bireyler, şahit oldukları bu sosyolojik gerçekler üzerinden prensiplerini güncelleyerek şimdiye kadar ki benzer olaylar ve durumlar karşısında artık farklı kararlar verme sürecine everilmişlerdir. Siyasetin dilinde kirletilmiş olan dini kavramlara atıf yapmak sempati değil artık antipati hatta nefret oluşturmaya başladı. O nedenle İslami bir kavram olan "Nas"tan bahsedildiğinde vatandaş (kullananın jargonu ile) "Yemişim senin Nas'ını" diyerek tepki gösteriyor. İslam, güzel ahlak temelli bir inanç olmasına rağmen siyasette kötü insan veya partilerin çıkarları için kullanımlarına sunulan bir aparata dönüştürülünce; gelecekle ilgili en büyük endişem; İslam'a yapılan her atıfta karşı tarafın "Yemişim senin dinini" tepkisi ile umursanılmayan bir din mertebesine dönüşmesidir.
İşte yukarıda ifade etmeye çalıştığım, özellikle de son yirmi yıldır toplum olarak edindiğimiz tecrübelere bir de "Z kuşağı"nın tercihlerinin de eklenmesi ile laiklik daha da temellenerek, olduğundan çok daha genel kabul görerek ne dini cemaatlerin tahakkümüne fırsat verecek sosyolojik tabana, ne de bu tabanların AKP gibi siyasi partilerin arka bahçeleri olup varlıklarını sürdürmelerine izin verecektir.
Velhasıl kelam; önce AKP-FETÖ, sonra Cumhur İttifakı birlikteliklerinin Türk milleti ve devletine yaşattığı olumsuz, tahribatı büyük tecrübeler, laikliğe inanç ve güvenin artmasına neden olurken; bu arada bir iktidar değişimi ile cumhuriyet değer ve kazanımları anlamında devletin daha da temelleneceği bir sürecin önü açılacaktır.
Muhterem "Cumhur İttifakı olarak sizi önümüze katar kovalarız,
15 Temmuz'daki gibi!" buyurmuşlar
15 Temmuz'daki gibi!" buyurmuşlar
Yani, bu ifadeyi Cumhur İttifakı'na amade olmayan, biat etmeyen, karşı çıkan biz muhalifleri FETÖ ile özdeşleştirmek gibi aynen kendisine iade ettiğimiz bir ithamda bulunarak söylüyor.
O gece Devlet Bahçeli ne yapmıştı? Teşkilatlarına "Sokağa çıkmayın" talimatını geçmişti. O günkü; milletin devleti sokaktan toplamak gibi kahramanca mücadelesine bugün eklemlenme düşüncesi olsa olsa Devlet Bahçeli'nin üstlendiği misyon; "İktidar partilerine eklemlenme alışkanlığından'' olsa gerek.
O gece ne Erdoğan'ın, ne Devlet Bahçeli'nin ne de Genel Kurmay Başkanının ne düşündükleri umurunda bile değildi, tek dikkat ettiğim 1. Ordu Komutanı'nın ne deyip, nasıl tavır alacağıydı. 1. Ordu Komutanı'nın "Kalkışmanın karşısında, devletin yanındayız" mealindeki sözleri duymak istediğim, beklediğim bir ifadeydi ve hemen eşime dönerek "Bunlar başarılı olamayacaklar, rahat olun" dedim.
Sonra, ne kadar komik değil mi? 1. Ordu Komutanı'nın ne düşündüğü "Birileri" için de çok önemli olmalıydı ki; işi sağlama almak ve daha ikna edici olmak için komutanın kendi ağzından "Beni Devlet Bahçeli'den sorabilirsiniz" gibi bir dedikodu yaydılar. Daha sonra söz konusu komutan "Ben böyle bir ifade kullanmadım" demiştir. Yine ne garip ki; 1.Ordu Komutanı'na güven duyulması anlamında referans gösterilen Devlet Bahçeli, "Ne istediniz de vermedik?" itirafı ile sabit olan AKP+FETÖ dayanışmasının bedelinin Türk milleti ve devletine ne şekilde ödetilmek istendiğini bildiği halde AKP'ye desteğini kayıtsız şartsız devam ettirmiş, bugün de ittifak halindeler.
Yani demem o ki; o gece kim kimi, kime güvenerek kovaladı biraz muamma ama bana da öyle geliyor ki; 1.Ordu Komutanı Ümit Dündar Paşa, Özel Hareket ve Türk milleti devlete sahip çıkma reflekslerini ortaya koyduktan sonra ancak birileri saklandıkları deliklerden çıkıp sonra kahraman oldular(!)
Millet İttifakı'nın Güçlendirilmiş Parlamenter sistem
birinci önceliği olacak, peki devamında...
birinci önceliği olacak, peki devamında...
Devamında...
15 Temmuz'un öncesi, gecesi ve sonrası olup bitenler saat saat, dakika dakika, hatta saniyelik dilimlerle; devleti yönetenlerle onların yanaşmaları o gün ve gecesinde neredeydiler, ne düşündüler, ne yaptılar...
Nefes alışlarına kadar izlerinin sürülerek notlarının alınması ve devamında 15 Temmuz süreci "AKP'ye yapılmış bir ihanet" olduğu, onun intikamının alınması üzerinden değil, Türk milleti ve devletine karşı yapılmış bir ihanetin hesabının sorulması, yargılamasının yapılması üzerinden yapılmalıdır.
Başlatılmalıdır ki...
Türk milleti, kendisini yönetme yetkisi "Emaneti"ni verdiklerinin bu emaneti, hain yapılanmalarla devlete karşı ihanet süreçleri için kullanmaları durumunda sonuçlarının ne olduğunu, müsebbibi olanların akıbetlerinin ne olacağını müşahede edip, şahit olsun ki; bundan sonra hiç bir yöneten ve ona yanaşma olanların ihanetlerinin hiç bir çeşidine müsamaha gösterilmeyeceği kadim Türk milletinin tarihine ibret olsun diye not düşülsün.
CHP'nin en büyük hatası, Cumhur İttifakı'nın püskürtme operasyonu ile "Kontrollü darbe" gözlem ve tespitinden vazgeçmiş olmasıdır.
Oysa ki; AKP'nin iktidara gelişinden CHP'nin bu tespitini yaptığı güne kadar ülkemizde yaşananlar analiz edildiğinde, CHP'nin yerinde ve en makul tespitini yaptığını görüyoruz ama dedim ya; Cumhur İttifakı'nın kendi suçunu bastırma operasyonu ile devletin gücünü de arkasına alarak CHP'ye karşı yaptığı orantısız linç girişimi ona iddiasından vaz geçmeyi kabullendirmişlerdir.
CHP şunu bile diyemedi; "Kontrollü darbe olduğunun ortaya çıkmasından korktuğunuz içindir ki; Cumhur İttifakı olarak 15 Temmuz ihanetinin meclis soruşturmasının yapılmasına izin vermediniz"
Cumhur İttifakı, 15 Temmuz ihanet sürecinin başlangıcı, gelişimi ve sonuçlarının sorgulanmasının yapılmaması için (Çünkü sürecin dibine kadar içinde oldukları ortaya çıkacak) CHP'nin "kontrollü darbe" tespitinin FETÖ söylemi olduğu iddiası ile her dile getirenin "Fetöcü" olduğu gibi bir silahı tehdit unsuru olarak kullanınca sadece CHP değil her kişi ve siyasi partiyi susturmayı başarmışlardır.
Arsızlığın da bu kadarına pes doğrusu! BOP projesi dahilinde, ABD'nin gözetiminde, FETÖ'nün dizayn ve organizasyonu ile kurulan, genel başkanının BOP Eş Başkanı tayin edildiği bir parti olan AKP'nin, bunca yaşanmışlıklar ve yaşattıklarından sonra taşıdığı vebali görünmez ve bilinmez kılıp, bu da yetmeyip millet ittifakının birleşenlerini HDP üzerinden PKK ile ilişkilendirme ve iltisaklı gösterme arsızlığı ve yüzsüzlüğü karşısında ne demeli, şaşkınlık içindeyim. Oysa Cumhur İttifakı istemezse HDP bugün Meclis'te olamaz. Çünkü HDP üzerinde tepinerek toz kaldırıp, o toz duman içinde muhalefeti boğmak istiyorlar.
Velev ki FETÖ başarsaydı (Bir an için kontrollü olmasını unutalım) sorusu sorulduğunda aşağı yukarı 15 Temmuz ihaneti sonrası AKP'nin bugün yapmış oldukları ile karşılaşıyorsak; buradan bile 15 Temmuz ihanetinin içinde bir "kontrolün" olduğunu çıkarmak mümkündür.
15 Temmuz ihanetinin meclis araştırması yapılmadığı sürece "kontrollü darbe" iddiasında bulunmak meşruiyetini koruyacaktır.
15 Temmuz'un üzerine gidip araştırılmasının yapılmasına yüreği yetmeyenler, her nedense her türlü tehdite rağmen sorgulamasının yapılmasına yüreği yetenleri tehdit ediyorlar. Şimdi göreceğiz; Ben böyle yazdım diye kaç tane biatcı azatlık kabul etmeyen yanaşma yavşak bana "Sen Fetöcüsün" diyecek.
Velhasıl kelam; CHP iddiasından vazgeçmemeliydi, geçmemeli... Tabii diğer partiler de.
Cemaat dayatmaları aile baskısı ile yok olan canlar
Dindarlar veya muhafazakarlar zihin dünyalarını modernize edip, inançlarını çağdaş bilimle barışık hale getirmedikleri sürece inancın sadece yoksula ve köylüye, zenginlik ve mutluluğun ise modern insana, şehirliye ait bir şeymiş gibi algılanıp yaşanıyor olacak.
Tıp fakültesini kazanmış "zehir" gibi zekaya sahip bir genç, tahsili lise seviyesinde dahi olmayan tarikat mensuplarının güdümü ve kontrolündeki bir tarikat yurduna aile büyüklerinin tercihi hatta dayatması ile kayıt ediliyor. Ve, devamında; yorucu tıp müfredatı yanında tarikat geleneğine bağlı, zamanlı zamansız, terk edildiğinde kusur görülüp ailesine bildirileceği tehdidi ile istenmeden hatta nefret edilerek yapılan bir takım dini ritüeller. Böyle bir yükü taşımak; üstelik de istemeyerek taşımak; ne kadar büyük bir zül olsa gerek.
Kısaca dini cemaatlere bağlı öğrenci yurtlarının tamamen kapatılması hem İslam inancının geleceği, hem de iman sahibi insanların inanç dünyalarının sarsılmaması için elzem olan şeydir. Siyaset kurumu bu alandan beslendiği için tarikat ve cemaatlerin üzerine gidilmesi kolay olmayacak belki ama en azından belli standartlar konup (İlahiyat fakültesi seviyesinde ayrıca pedagoji eğitimi almış) bu standartlar dahilinde denetim ile sağlıklı bir yapıya kavuşturulabilirler. Her şeyden önce kanunlar karşında somut kimlikleri ile denetlenebilir kurumlar haline gelmeleri gerekir.
Kanaatim o ki; modernize olmuş zihin dünyasına sahip bir gencin, tam aksine, biat ile bir yerlere bağlı ve bağımlı olan aile yapısı arasında sıkışması ile infilak eden ruh hali , gencecik Enes evladımız gibi yüzlerce evladımızı umutsuzluğa itip, intihara sürüklemiştir.
AKP, devletin bütün imkanlarını kullanarak fetö'ye karşı tavizsiz mücadele veriyor. Bu mücadele sanki devlete ve millete karşı yapılmış bir ihanetin cezasını vermek şeklinde değil, fetö ile yaptıkları iş birliğinde ihanete uğramışlığın cezasını vermek şeklinde olduğunu görüyoruz. "Cemaat yapılanması"ndan doğmuş fetö gerçeğinden ders alınarak mevcut tarikat ve cemaatlerin denetimleri, kendilerini küstürme riskinden dolayı üzenlerine gidilerek yeterince yapılmadığını görüyoruz.
Özgür Özel bu durumda Enes evladımızın durumda olan gençlerin kendisine ulaşabilmeleri için iletişim bilgilerini paylaşmış, çok da iyi etmiş, kendisini tebrik ediyorum. Umarım bu düşünce sivil toplum örgütü şeklinde örgütlenerek yapılır. Bu misyondaki kurumların varlığı aile ile cemaat arasına sıkışmış veya sıkıştırılmış gençlerin imdat çığlıklarına derman olacaktır.
Mehmet Soral