Bir etkinlik sonrası idi... Bir kaç arkadaş verilen koktely masalarından birinin çevresinde toplanmış ikramları atıştırıyor, bir yandan da sohbet ediyorduk. Kimi arkadaşlarım bana övgüler dizmeye başladı "Aman Hülya hanımcım, maşallahınız var... Ne kadar güzel sanat etkinliklerine gidiyorsunuz. Yurt içi, yurt dışı bizi temsil ediyorsunuz. Hem de on parmağınızda on hüner. Ne güzel öyle turşular, zeytinler, tarhanalar, ekmekler yapıyorsunuz" peş peşe sıralanan bu övgüler karşısında hindi gibi kabarayım mı, yoksa mahcup olup kızarayım mı bocalarken ve henüz övgülerin keyfini sindiremeden bir başka arkadaşım ortaya atılıp "Ben de yapıyorum... Hem ne turşular yapıyorum. Arkadaşlarıma da hediye ediyorum" dedikten sonra biraz daha sözcüklerinin üzerine basa basa ekledi "Ama feysbukta paylaşmıyorum!.."
Haydaaa!.. Şaşırmıştım. Demek ki o olaya farklı bir pencereden bakıyordu. Sevdiğim de bir arkadaşım... kırmak da istemiyorum. Yine de onu üzmeden anlatmaya başladım. "Canım arkadaşım keşke paylaşsan... keşke bu kadar basit, herkesin yapabileceği, fakat nerede ise yapanlar azaldığı ve hazıra alıştırıldığımız için günümüzde gençlerin zor sanarak yapmadığı bu şeyleri hepimiz paylaşsak. Paylaşsak da örnek olsak. Sen beni anladın ama yanlış anladın canım arkadaşım!.."
Güceneyim mi... insanlar neden gerçekleri göremiyorlar üzüleyim mi, bilemedim. Otuz sekiz yıllık evli, koca koca çocukları olan bir kadın olarak "Bakın ben bunları da yapabiliyorum" demeye getireceğim paylaşımları yapabileceğimi nasıl düşünmüştü? Bu saatten sonra dünürcüye çıkacak halim yoktu ya!.. Peki assolist edasıyla poz poz fotoğraflarımı paylaşsam daha mı beni sevecekti acaba!..
A benim canım arkadaşım... adı üzerinde bu sosyal paylaşım... dünyaya açılan bir pencere orası... yazıp tuşa basana kadar senin, bastıktan sonra herkesin. Hiç aklına gelmeyen yerlere, kişilere ulaşabilir o paylaşımın. O zaman toplumu ilgilendiren, doğru ve güzel mesaj veren, eğitime ve kültüre katkı sağlayan, örnek teşkil edebilecek doğru ve güzel şeyler paylaşılmalı orada. Her geçen gün açıklanan bilgilerden ötürü kanser korkusu ile yaşıyoruz hepimiz. Bunun en büyük sebeplerinden biri de hazır gıdalar değil mi? Ticari düşünce ile raf ömrünü uzatmak için ürünün içine pek çok kimyasal katmıyorlar mı? Bu nedenle ürün uzun süre bozulmuyor ama bizi bozuyor... Biz çürüyoruz, biz küfleniyoruz... O zaman ne kadar çok şeyi hazır almayıp kendimiz yaptık, o kadar kâr ve bir o kadar sağlık değil mi?..
Günümüzde artık üretim değil, tüketim toplumu olmaya alıştırıldık. Ve satın almak da bir kültür göstergesi imiş gibi pompalandı bize. Oysa bu hem sağlık, hem ekonomik olarak doğru değil ve biz Anadolu kadınıyız. Pek çok lezzetli ve besleyici şeyler bizim kadınımızın ürünü.
"Sanatla uğraşıyorum, ben entel dantelim. Resim yapar, tiyatroya gider, kitap okur, çeşitli kültür sanat etkinliğinde bulunurum ama mutfak benim işim değil!.." diyemem ben.
Tam tersi ben Cumhuriyetçi Atatürkçü bir Anadolu kadını olarak sanattan da anlarım ama mutfağıma geçip ekmeğimi de yoğururum, yoğurdumu da mayalarım. En zor şartlarda bile ailemi aç koymam. Elimden her iş gelir. Böyle olmasaydı ninelerimiz o zor savaş yıllarını nasıl atlatırdık. Kurtuluş Savaşı sonrası Anadolu'da bir araştırma yapılmış. Araştırma sonrası köylerdeki o yoksulluğa rağmen çocukların sağlıklı olması araştırma yapanları çok şaşırtmış. İncelediklerinde bunun nedeninin tarhana olduğunu anlamışlar. O çocuklar iki öğün tarhana, bir öğün bulgur pilavı sayesinde sağlıklı kalmışlar. Peki şu geçirdiğimiz zor günlerde (Allah korusun) öyle bir durumla karşı karıya kalsak özellikle gençlerden kaçı biliyor tarhana, kaçı biliyor ekmek, kaçı biliyor yoğurt!..
İşte canım arkadaşım ben örnek olmaya, kulak dolgunluğu da olsa gençlerimize her şeyi hazır almak yerine yapmayı öğretmeye çabalıyorum... "Ben Cumhuriyetçiyim", "Ben Atatürkçüyüm" demekle olmuyor bu işler. Kimin yüreğine dokundun, kimlere ışık oldun? Bu ülke için ne yaptın?.. Ne emek verdin?..
Hülya Sezgin / hulyasezgin@hotmail.com