Anadolu’nun çatısı sayılan dağların sırt sırta verdiği yaylaların ovaların el ele tutuştuğu Doğunun laleleriyle ünlü şehrinde hâlâ Alparslan’ın atlarının nal sesi duyulur. Bu kadim Türk şehri, tarih boyunca ne savaşlara ne yangınlara nice katliamlara şahit oldu. Bunlarla gelen yoksulluk, hastalık da ayrı bir dert. Dıştan gelen her türlü saldırıya göğüs germek insanın içini doğup büyüdüğü köyündeki komşusuyla, arkadaşıyla boğazlaşması kadar çok acıtmıyor insanı. Çocukluk arkadaşın ülkenin bölünmesi için tuzağa düşmüş! Anlatsan anlamaz, yalvarsan dinlemez. Gece dışarı çıkmak ölümle imtihan, çıkmamak teslimiyet. İkisi de cehennem azabı. Sonuç yakılan yıkılan okullar, hizmet veren her türlü devlet kurumuna saldırı. Yıllarca kan-tabut. Gök ekin gibi biçilen hayatlar, arkada trajedi. Anlatsam tüylerim diken diken olur. Hatırlamak istemiyorum. Yolda yürürken otların hareketinden şüphe, bir kuşun ani havalanması kurşun gibi dehşet verici. Kurşun demişken yıllarca arabada keleş, üzerinizde on dörtlü tabanca. Okula, işe öyle gidiş. Birisi yaşamayana anlatsa ilk teşhis şizofren. Haklı da bu kadar ıstıraba çelik dayanmaz, insan dayanıyor. Boşuna dememişler 'coğrafya kaderdir' diye. Gece kapının çalması zebanilerin evi basması, önceleri ekmek-su, sonra para-silah en tehlikelisi canından can koparmak. Versen bir çocuğun için cehennem gibi yanarsın, vermesen ailenin gözlerinin önünde mum gibi sönmesini izlersin; bu yamyamlığı görmemek için, ilk önce sen sönersin, ışığa doğru uçan kelebek misali. Ölerek yakınlarının ölümünü görmemek. Zebaniler gider arkadan devletin silahlı güçleri gelir, sorgu-sual kurtuluş 'görmedim bilmiyorum'. Tabi kurtuluş denirse. Bu yüzden insanlarının hafızasında hala acı-ıstırap var. Devletin güvenlik güçleri gider tekrar zebaniler gelir, 'sizi sorgulamak için ilçe temsilciliğine götüreceğiz'. Meçhule gidiş, gidip gelmemek. Akşam götürürler geceleyin yol kenarında elleri bağlı ceset olarak bırakırlar. Neymiş devlete ispiyonculuk etmiş. Adaletleri bebekleri çocukları kadınları, öğretmenleri katletmek. Bunlar kandan candan beslenirler. Ne kadar kan o kadar dolar silah. Bu anlattıklarım denizde damla. Ne ben anlatabilirim ne kalem mürekkep yeter. Zaten acılar anlatılmaz ki kıyısında köşesinde dolaşmak. Sokak çatışmaları, roketler, tomalar, tanklar, makineliler, insanın cinnet hali. Zafer köyü de bu acıları iliklerine kadar yaşamış ama bayrağı için devleti için ölüme meydan okuyan insanların yaşadığı Türk milletinin kadim bir köyü. Zafer köyünde Kürşad diye birisi vardı, Kürşad küçük yaşta etrafta birçok olumsuz olaya şahit olmuş, birçok olumsuz olay yaşamış, aslında şahit olduklarına yaşadıklarına karşı olmasına rağmen, girdaba yakalanan bir nesne gibi girdabın bazen etrafında bazen dibinde kendisini bulmuş. Bu yüzden çok karamsardı, en yakınından en uzağa kadar herkesin kendisine kötülük yapmak için fırsat kolladığını düşünürdü. Tabı bu olumsuz düşünce Kürşad’ın hayatını olumsuz etkilemiş. Yediğinden içtiğinden hiç zevk almazmış, aylar yıllar böyle geçmiş bir türlü bu olumsuz düşüncelerden kurtulamamış. Öyle bir duruma gelmiş ki etrafında ki herkesi incitmeye kırmaya başlamış, doktorlar ilaçlar unutulan tekrar canlanan cehennem azabı, bir gün köyde güngörmüş ömür sürmüş pir ihtiyar dedesinin yanına gitmiş. Başlamış dedesine anlatmaya, dedeciğim, benim durumum ne olacak? Diye sormuş. Koca çınar, genç torununa bakarak demiş ki bak güzel evladım ben bu gün sana ne anlatsam nafile sen kendi kurtuluşunu kendin yaratacaksın. Kendisi kurtulmak istemeyen hiçbir hasta kurtuluşa eremez. Şimdi bunu nereden biliyorsun diye içinden sorabilirsin, sen sormadan ben cevabını vereyim. Yıllar önce ben de senin gibi sıkıntılar çektim, insanlara çevreme bana zarar verecek diye hep mesafeli baktım, git ninene o, sana hayatın detaylarını anlatsın. Bende ninemin yanına giderek durumu anlatmaya başlamadan, durumumdan haberdar olan ninem beni yanına çağırdı bu yüzün neden böyle? Seni mutsuz görüyorum. Ben de içimdekileri dökmek için fırsat kolluyormuşum, başladım nineme sıkıntılarımı tek tek anlatmaya, ninem yüzüme biraz baktıktan sonra tebessüm ederek şöyle dedi. Bak güzel evladım bizler dün sıkıntı dediğimiz şeylere bugün gülüyoruz. Sana bir örnekle anlatmaya çalışayım, bir şehrin çöplüğünün yanından geçerken burnunu delen kötü kokular etrafını kuşatan sinekler, seni ısırarak canını yakan arılar etrafta uçuşan poşetler, kâğıtlar seni çok çok rahatsız edebilir görevin ortamı düzeltmek olmalı, ancak gücün yetmiyorsa bulunduğun ortamı en kısa zamanda terk etmelisin. Fakat terk ederken gördüğün olumsuzlukların hepsini arkanda bırakmalısın, önüne alırsan onlar hayat boyu sana arkadaş olur. Kurtuluşunda çok zorlaşır. Ben yıllar önce dedene delicesine âşıktım ancak deden çok yoksul bir ailenin çocuğuydu, ben kendi kendime hep şu soruyu sordum Türkcan’la evlenmek istiyorum ancak evlenirsek çocuklarımız olacak onlara nasıl bakacağız? Bir gün durumu anneme açınca annem kızım sen doğmamış bebeğin mamasını, donunu düşünüyorsun ben sana ne diyeyim? Dedi. Beynimde şimşekler çaktı, şimdi sen evde oturup geçmişte kalan olayları tekrar olacakmış gibi tasarlıyor eline kılıcı alıp etrafa savaş açıyorsun hem sana hem de sevdiklerine yazık. Bunu söyledikten sonra sana yıllar önce gördüğüm rüyamı anlatayım. Bir gece uyuyordum, rüyamda bizim evin bahçesine gece kocaman bir aslan gelmiş, aslanla hayvanlarımızın etrafında ince tellerle çevrilmiş çit var, aslan hayvanların etrafında dolanıyor. Bense ellerimi kırık dökük kapımıza dayayarak aslanın içeri girip bizlere zarar vermemesi için var gücümle kapıya dayanıyorum. O kadar kapıya dayanmışım ki kollarım uyuştu nefesim kesildi. Türkcan Türkcan diye bağırıyorum Türkcan’dan ses seda yok. Bir an gözüm kapının arkasındaki baltaya ilişti can havliyle elime baltayı alarak aslanın kafasına vurdum. Vuruş o vuruş aniden yerimden fırladım dedende uykusundan uyandı ne oluyor Gökçe? Dedi. Hemen salavat getirerek Allah’ım sana çok şükür rüyaymış dedim. Kürşad’ım insanların çoğu gözleri açık rüya görür, ancak gerçekmiş gibi yaşar. Hemen Gökçe ninemim ellerine sarıldım haklısın Gökçe nine bundan sonra anı yaşayacağım anın durumuna göre hareket edeceğim. Demek ki ben de uyanıkken rüya görenlerdenim diyerek Gökçe ninemden izin alarak işime döndüm. O gün bu gün geçmişe takılmam hayatımı normal yaşarım.
Anladım ki, çevresi ile kendi arasına kaygı duvarı örenler başkalarını aslan kendilerini aciz görür, hâlbuki kendi içindeki aslan kendisini perişan ediyor. Gerçekte kendisine saldıracak aslanda yok. Al baltayı eline önce içindeki seni korkutan, seni kaygılandıran aslana saldır sonra başka aslanların olmadığını göreceksin…
Her olay bir kere yaşanır izleri yıllar alır, önemli olan kötü izlerden kurtulmasını bilmektir. Her ne olursa olsun hayat çok güzeldir. Günaydın dünya, günaydın kuşlar, günaydın, çiçekler böcekler, günaydın güzel çocuklar el ele mutlu yarınlara...