1933… Cumhuriyet on yaşına basar...
Bunu ölümsüzleştirmek gerekir. Bir marş yazılıp bestelenmelidir. Seçmeler yapılır:
Faruk Nafiz Çamlıbel ve Behçet Kemal Çağlar ikilisinin şiiri seçilir. Atatürk güfteyi görmek ister. Titizlikle güfteyi okur, okur
“Çıktık açık alınla on yılda her savaştan
On yılda on beş milyon genç yarattık her yaştan
Başta bütün dünyanın saydığı başkumandan
Bir baca yükseliyor, durmadan her yamaçtan”
Kalem ister ve son dizenin üstünü çizer. Yerine: “Demir ağlarla ördük, anayurdu dört baştan” yazar.
Behiç Erkin’e döner. Eskiden beri arkadaşıdır. Göğsü İstiklal Madalyalı milli mücadele kahramanıdır. TCDD’nın kurucusu ve ilk genel müdürüdür. Behiç Bey’e
“Sizin, ülkenin demirağlarla bezenmesinde emeğiniz çok fazladır.” der...
Türkiye Cumhuriyeti’nin on yıllık mucizevi kalkınma hamlesini başlatan Atatürk, zihinlere mıh gibi çakılan “demir ağ” benzetmesiyle, Onuncu Yıl Marşı’na da imzasını atar...
Behiç Erkin, sıradan biri değil kurmay subay ve lojistik bir dehadır. Atatürk’ten de epey yaşlıdır. O, Çanakkale’ye asker ve mühimmat sevkiyatında inanılmaz işler yapmıştır.
Mustafa Kemal çağırır Sn. Erkin’i ve“Ben cephede ne yapılması gerektiğini biliyorum, sen cepheye askerin, mühimmatın, erzağın nasıl getirilmesi gerektiğini biliyorsun, demiryolları; işin ehli biri tarafından yönetilmezse bu işi yapamayız, demiryolları sana emanet” der
Sn. Behiç Erkin’de Atatürk’ü yanılmaz ve“Türkler demiryolu işletemez” önyargısını tarihe gömer. Bununla da kalınmaz, Demiryolu okulu açılır ve “Uzman işletmeci ve personel” yetiştirilir.
O yokluk döneminde memleketin demirağlarla örülmesinde birinci derecede katkısı olur.
Demiryolu işletme dilini Fransızca’dan Türkçe’ye çevirir. Hem yerli hem milli olmayı sağlar. Demiryolu müzesini kurar. Ülkenin Demiağlarla örülmesi işinin ekserisini de yerli ve milli sermayeli Nuri Demirağ üstlenir.
Bir anektot: Mustafa Kemal Kurtuluş Savaşı’nın en bukranlı ve kritik günlerinde, bir telgraf gönderir: “Sevkiyatı hızlandırın, trenleri son sürate çıkarın, geciktiren idamla cezalandırılır”
Sn. Erkin de, korkmadan, çekinmeden; “Mevcut hat kırk km’den hızlı gitmeye uygun değildir, hızlandıralım derken tek bir sevkiyat bile yapamayabiliriz, emrinizi aldım, bu nedenle uygulamadım, ikinci emrinizi bekliyorum” der.
Mustafa Kemal’den yeni bir telgraf gelir, çünkü bilene saygılıdır, “Sen nasıl uygun görürsen Behiç…” Bu şahsiyete, bu onurlu davranışından ötürü, “Erkin” soyadı verilir.
Mustafa Kemal Behiç’e gönderdiği mektupta, “Erkin’in” anlamını şöyle yazar “Her şart altında kendi doğrularını dile getirme cesaretini gösteren, bağımsız kişi…” Acaba şimdilerde böyle bağımsız kaç kişi vardır dersiniz? On binlerce Yahudi’ye Türk pasaportu vererek ölümden kurtulmalarına neden olur. Bunu eleştirenlere: “Türk milleti adına konuşuyorum, Atatürk önderliğinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde din, dil, ırk ayrımı yoktur, vatandaşlarımıza dokunamazsınız” der. Şimdilerde ise özbe öz Türklere, “İllet-zillet, şer” yakıştırması yapanları görünce; devlet adamı olmanın değerini bir kez daha anlıyoruz.
1961’de dünya değiştirdi. Vasiyeti üzerine, Eskişehir’de: İzmir-İstanbul-Ankara hatlarının kesiştiği yerde toprağa verilir.
İşte lider ile devlet adamı olmanın kısa bir öyküsü. Lider hoşgörülü, saygılı, herkesi kucaklayandır. Devlet adamı da, doğruları sakınmadan, çekinmeden söyleyebilen omurgalı ve kemikli kişidir. İstifasını bile, kendi iradesi ile açıklamadan çekinenleri gördükçe…
Esen kalınız.