Toplumdaki değişim isteği kadar toplumsal değişime öncülük eden yapılarında değişime hazır olması gerekir.
Değişim var olandan farklılaşmadır, yeni bir duruş ve tavır alma halidir. Değişime öncülük eden yapılar, bu değişim ruhunu içselleştiremedikleri, eski tortularını devam ettirdikleri taktirde değişim gibi büyük bir iddia sadece o kavramla sınırlı kalır. Diğer yandan var olan köhnemiş yapılar kadar köhnemiş zihniyetler ile değişim ve dönüşümü sağlama iddiası da beyhude bir çabaya dönüşür.
Cumhuriyetle başlayan milletleşme sürecimiz sivilleşme ve birey olma gibi süreçleri bir türlü tamamlayamadı. Ne yazılı normlarımız kurumsallaştı ne sözlü normlarımız etkili olabildi. Birey- devlet ilişki “vatandaş” vasfına bir türlü ulaşamadı, hep ruhban sınıflar devlet ile birey arasında parazit olmaya devam etti. Devlet toplumsal sözleşmeyle oluşan bir aygıt iken devleti amaç, toplumu araç yaptık. Birey ise yığın olarak kaldı.
Bugün toplumsal istekler sonucu orta çıkan dip dalga; ilk kez sivilleşme, demokratikleşme ve birey olma gibi beklentiler içindedir. Toplumsal değişimi anlamadan değişimin rüzgarını basit egolarına kurban eden miyop bakışlılar, zihniyet devrimi yapamaz olsa olsa ikbal oyunlarında bazı mevziler kazanabilirler Hepsi o kadar. Onun için bu süreci iyi okumak ve ona göre tavır almak zorundayız.
İstişarenin olmadığı, sübjektif değerlendirmelerin genel geçer kurallar gibi kabullere dönüştüğü yerde başarı beklenemez. Öznesi beli olmayan yerlere atıfta bulunarak basit egoların tatmin edilmesine dayalı kapalı kapılar arkasında zuhur eden anlayışlar devrim yapamaz, Teamüller ve kuralların yerine kişilerin kaprisleri, keyfi uygulamaları ve farklı ajandaların olduğu yerde siyaset değil kişi ikballeri söz konusudur.
Bazı savunma mekanizmalarına baş vurmanın adı değişim ve dönüşüm olamaz. Bilgiçlik taslayan içi boş bilgelerden bu millet çok çekti. Ne olursunuz başka sahte bilgeleri karşımıza çıkarıp onca yılımızın bir daha boşa gitmesi için çabalamayın! Ayna da slüetimiz kadar bilinçaltı dürtülerimizde görünüyor. Güneş balçıkla sıvanamaz demiş atalarımız.
Değişimi bir zihniyet devrimi olduğu kadar eski hastalıkların, tortuların çöpe atılmasıdır. Bu hareket, bir millet hareketi olarak ortaya çıkmıştır. Orada millet var, onun duyguları, hasletleri beklentileri ve geleceğe dair umutları var. Bu olguyu boşa çıkarmayalım. Aksi durumda, bu aziz millette ve tarihe karşı sorumluluğumuzu yerine getirmemiş oluruz.
Geldiğimiz nokta itibariyle herhangi bir yer değil birçok yerde aynı dürtülerin devreye girdiği aynı hastalıkların depreştiğini ve miyop bakışın genel hükümlere dönüştüğünü maalesef ibretle izlemekteyiz. Haklı olarak diyebiliriz “ya hu bu kumaştan bu elbise çıkar .“ Böylesi öğrenilmiş çaresizliğe mahkûm da olacak değiliz.
Bizler gördüğümüz aksaklıkları, eksiklikleri, yanlışları dile getirmek mecburiyetindeyiz. Ola ki tedbir alınır, yapılan hatalar genel doğrularmış gibi yanlış bir anlayışın kökleşmesi önlenir. Bu tarihi sorumluluk her düşünen bireyin topluma ve tarihe karşı bir sorumluluğudur.
Milletleri dinden, insanları huyundan vazgeçirmek gerçekten çok zor. Bunun da farkındayız. Bir süreç gerektiriyor.
Hal böyleyken komitacılığa bahane bulma, onu ahlaki değerler seviyesine çıkarma güdüsü de bir o kadar düşündürücü değil mi?
Ahlaki olmayan bir davranışın içinde bulunma ve dahası onu realize etme sağlıklı bir yaklaşım mı?
Velhasıl insan profilimiz yerlerde. Prensipler kaf dağına uçmuş, değerler masalarda mezeye dönüşmüş ve ağzımızdan çok böyük böyük laflarla idealizmi temellendirmeye çalışıyoruz. Aynalar yalan söylemez. O aynada kendi slüetimiz bizi yalanlıyor.