İktidar kanadı R. T. Erdoğan’ın ve AK Parti hükümetlerinin en başarılı olduğu alanın dış politika olduğuna dair bir algı oluşturmaya çalışıyor.
Bu algıyı oluşturmak için Putin’le 3 saat baş başa görüşmesi, zaman zaman Fransa, Hollanda, İsveç gibi ülkelerin başbakanlarına, cumhurbaşkanına diplomatik dil dışında bir üslupla ayar vermesi olayları gösterilir.
Erdoğan’ın ekonomi, adalet ve eğitim gibi alanlarda başarılı olduğunu söylediklerinde inanan pek kimse kalmadı. Çünkü bu alanlarda başarısız politikaların sonuçlarını vatandaşlarımızın tamamına yakını bireysel olarak da yaşıyor.
Buna karşılık dış politikanın sonuçları vatandaşa hemen yansımaz. Bu yüzden AKP politikalarını belirleyenler “dış politikada vatandaşların algısı sembolik tavırlarla belirlenebilir” diye düşünüyor olmalılar.
Oysa ki, Erdoğan’ın ve partisinin en başarısız olduğu alan "dış politika"dır.
20 yıllık AKP iktidarında dış politikada devletimizin ve milletimizin onurunun (gurur, şeref ve haysiyetinin) ayaklar altına alındığı, utanç verici birçok olay yaşadık.
Dış politikada başarı izlenen strateji ve taktik hamlelerin sonuçları ile ölçülür. Büyük devletlerin liderleriyle görüşme uzunluğu değil, ne görüştüğünüz, neler aldığınız ve aldıklarınızın karşılığında neler verdiğiniz önemlidir.
Bir devletin dış politikada etkinliğinin yüksek olması kurumsal yapısının sağlamlığına, güvenilir ve öngörülebilir oluşuna; liderinin devlet adamı vasfına, bilgisi, kültürü ve cesareti ile temayüz etmiş olmasına bağlıdır.
Şimdi son dönemlerde ülkemizi yöneten iradenin dış politikada çizdiği zikzaklar ve yaşadığımız utanç verici U dönüşlerindenbirkaçını anlatalım.
* * *
SURİYE POLİTİKASINDA "U DÖNÜŞÜ"
CB Erdoğan’ın bir zaman "Kardeşim Esad" dediği Suriye devlet başkanı "Katil ve zalim Esed" haline dönüştüğünde hakkında söyledikleri yenilir yutulur sözler değildi.
Sözler bir yana Türk Silahlı Kuvvetleri -Esad’ın karşı çıkmasına rağmen- Suriye’ye girmiş ve Erdoğan gerekçesini şöyle açıklamıştı:
“Suriye'ye Özgür Suriye Ordusu ile beraber girmek zorunda kaldık. Niçin girdik? Devlet terörü estiren zalim Esed'in hükümdarlığına son vermek için biz oraya girdik, başka bir şey için değil."
Bu politikanın Türkiye’ye çok ağır maliyeti oldu.
Türkiye’yi yönetenler "Şam’da Emevî Camiinde namaz kılma" hayallerini de “terörist ve katil Esed’i” devirme planlarınıda gerçekleştiremediler. Buna karşılık, MSB Bakanı Hulusi Akar’ın açıklamasına göre, "Türkiye 9 milyon Suriyeli'nin insanî ihtiyaçlarını karşılamakta.”
100 Milyar dolar civarında bir maddi yük ve üstüne sosyal, ekonomik ve güvenlik sorunlarını ülkemize taşıdık.
CB Erdoğan yukarıdaki sözünden 6 yıl sonra üslubunu değiştirdi: Rusya devlet başkanı Putin’in talebi ve yol açmasıyla, Suriye’nin resmi yönetimi olan “rejim” ile yani resmi devlet başkanı Esad’la ilişkileri iyileştirme çabalarını dile getiriyor.
"Bizim Esed’i yenmek, yenmemek gibi bir derdimiz yok ki. Siyasette 'dargınlık' olmaz, Suriye ile daha ileri seviyede adımları temin etmemiz gerekiyor" dedi.
Bu yeni tutum değişikliği, Putin’in ısrarı kadar, Suriyeliler'den bir kısmını ülkelerine geri göndermeyi sağlamak ve seçim öncesi “çözerse Erdoğan çözer” propagandası yapabilmek için olabilir. Keşke Suriyeli sığınmacılar meselesini kökten çözme niyeti olsa.
Yine de Erdoğan’ın ve yönetiminin şimdi yaptığı yani meseleleri diyalogla çözme için Esad’la ilişki kurmaya çalışması doğrudur.
En baştan, siyasi diyalog ve diplomasiyi kesmeden, izzet ve şerefimizle, kolayca çözebileceğimiz bir sorun kördüğüm oldu. “Zararın neresinden dönülse kârdır” diye bu dönüşü destekliyorum.
Ama şimdi de Esad nazlanıyor. Bakalım neler olacak?
* * *
“ZALİM İSRAİL” İLE YAKINLAŞMA ÇABASI
2009 Ocak ayındaki Davos toplantısında “one minute” olayı ile başladı Türkiye- İsrail gerginliği.
2010’da İsrail askerinin Gazze’ye yardım götüren Mavi Marmara feribotuna saldırması, 9 vatandaşımızı öldürerek gemiye el koyması ile gerilim arttı.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, "Terör devleti İsrail, terör estiriyor. Açıyorum ellerimi, diyorum ki; Zalimler için yaşasın cehennem" sözünü 2014’te söylemişti.
2018’de Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak ilan edilmesi, 2020 ocak ayında Kudüs’ün resmen İsrail toprağı ve İsrail’in de başkenti kabul edilmesi ile ilişkiler iyice zedelendi.
Suriye, Libya, Doğu Akdeniz’de askeri güce dayalı girişimlerden istediğimiz sonucu alamadık. 2020 sonlarına doğru Erdoğan “Yolumuz da yönümüz de batıyadır” açıklamasını yaptı.
Ama Batıyla ilişkilerin düzeltilmesinin yolu İsrail’den geçiyordu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Mart 2022’de İsrail CB Herzog’u davet etti. Bu ziyarette "İsrail'le siyasi diyaloğun yeniden canlandırılması” hedefini açıkladı.
Bu arada İsrail bölgedeki Arap ülkeleri, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ile ilişkileri iyileştirdi.
Bugün Türkiye - İsrail ilişkilerinin iyileştirilmeye çalışılması doğrudur. Ama son 13 yıl ilişkileri bozmadan geçmiş olsaydı, bölge ülkelerinin aleyhimize ittifaklar yapmasını önleyebilir, Filistinliler'in haklarını daha iyi koruyabilirdik.
Sürdürülen gerilim politikası Türkiye’ye de zarar verdi, Filistinliler'e de. Şimdi ilişkiler iyileştirilecek fakat kaybedilen hiçbir şey geri gelmeyecek.
Bir sonraki yazıda iktidarın BAE, Suudi Arabistan ve Mısır’la onur kırıcı yakınlaşma çabalarını anlatmaya devam edeceğim.