Benim bir cankuşum var. Adı Zehra. Bankacılık günlerimde birlikte çalışmıştık aynı şubede. Zehra ile huylarımız da biraz benzer. Bir araya geldiğimiz zaman anılarımız, sohbetimiz bitmez. Konuşur, konuşur gülüşürüz...
Ancak yapacağı işleri bir türlü sırasına koyamadığından şaşalar, altından kalkamaz... Çoğu kez de unutur... O yüzden aklında yapacağı ama bir türlü anımsayamadığı yapması gereken bir şeyler vardır. Toparlayamadığı için hep bir şeyler yapacakmış hissi taşır. O yüzden bir şey söylendiğinde anımsayamadığı yapacağı iş yüzünden hemen reddeder.
Oysa bunun kolayı var. Ben öyle yapıyorum. Çalışma günlerimden kalan bir alışkanlığım bu. Yapacağım işleri ve hangi gün ne yapacağımı ajanda gibi kullandığım masa üstü takvimime yazıyorum. Bitirdiğim işlerin tek tek üstünü çiziyorum. Ooh kafam dinç... çizdikçe rahatlıyorum... çizdikçe rahatlıyorum... bir psikolojik rahatlama ki bende sormayın gitsin, sanki huzuru buluyorum...
Neyse Zehra'ya geçen gün telefon ettim:
“Zehra’cığım nasılsın? Eşin, çocukların iyi mi?”
“Hepsi iyiler Hülya’cığım. Sen nasılsın? Hikmet abim, Serter, Senem de iyi mi?”
“Şükür iyiler. Bayramdan sonra arkadaşlarla günübirlik geziye gideceğiz. Sen de gel, birlikte olalım.”
“Aaayyy Hülyaaa, benim durumumu biliyorsuun. Nasıl söz vereyiiim?..”
Zehra'nın anne ve babasını sever, sayarım. Onlar da beni sever. Hele babası Ali amca... Allah ömür versin Zehra’dan ayırt etmez beni. Himayesinde gibiyimdir... Son günlerde ayaklarından sorunu var. Zehra onun yanında kalıyordu. Şimdi bir yardımcı bulmuşlar. Ama Zehra gene yanına gitmeyi sürdürüyor.
Zehra'nın annesi ise şeker hastası. Hem öyle böyle değil. Şekeri bayağı yüksek. İşin kötüsü Zehra’da da çıktı şeker. Dikkat etmesi gerek...
Allah hiçbir şeyden mahrum bırakmasın insanı. Ne yasak... insanın gözünde o tütüyor demek ki! Zaman zaman annesinin tatlı kaçamaklarını anlatır, gülüşürüz. Gene anlatıyor:
“Annemlerin evinin karşısında unlu mamuller satan bir yer var. Lor kurabiyesi pek ünlü. Geçenlerde biraz almışlar. Çayın yanında ona da bir tane vermişler. Kızmııış, küsmüüüş, elinin tersiyle tabağı itivermiş. Kızım Burçin bir daha kurabiye koymuş. O zaman tabağı almış, barışmış.” diyerek devam ediyor:
“Arada sırada babamın canı tatlı çekiyor. Eee, o şeker hastası değil ki! Adam korka korka yarım kilo tatlıyı bir kutuya koydurup gizlice eve getiriyor. Köşe-bucak saklıyor. Onun görmediği zamanlarda ağzına bir parça atacak. Ama nerdeee! Annem hafiye gibi peşinde. Zavallı babam korkudan yiyemiyor, sonra da unutuyor. Ve bir gün temizlik yapılırken çıkıveriyor ortaya. Haydeee!.. Annem başlıyor babama Çin işkencesi uygulamaya... “Neden alıyorsun? Madem aldın, neden yemiyor da, kurtlandırıyorsun? Dın dın da dın dın...”
Anlattıkça karşılıklı gülüyoruz.
Yalnız bir durum söz konusu. Annesine kızarken yavaş yavaş kendisi de aynı şeyleri yapmaya başladı. Hemen sordum:
“Sen nasılsın? Bak annene gülüyoruz. Aynı şeyleri yapmıyorsun değil mi?”
“Yok asla...Yeminle bak... mübarek günde söylüyorum sana. Tatlı şeyler yemiyorum... Sen telefondan ayağımı hafifçe kaldırdığımı göremezsin nasıl olsa. İnan bana. Zaten kırk yılda bir iki dilim karpuz, üç tek üzüm yiyorum, onu bile laf ediyor evdekiler. Sana şikayet edeceğim onları ama, sen de onlardan betersin. Bundan sonra gideceğim yerleri artık kusura bakma ama seçiyorum. Komşum Fatma hanıma gidiyorum. O bana; karpuz veriyooor, incir veriyooor, üzüm veriyooor... Artık yalnız ona oturmaya gideceğim...”
Birazcık gerçek payı olsa da elbet şaka diye konuştuk böyle, gülelim diye...
Ancak bu şeker hastalığı şakaya gelmiyor. Dikkat edersek uzun yaşama sebebi bile. Zaten sağlıklı insanlara da tıka basa her şeyi mideye doldurmak yasak değil mi?
Ama dikkat edilmezseee!.. İşte o zaman sonuçlar kötü. Aşırı sinirlilik, bazı organların çalışmaması... yaraların iyileşmemesi...görme kaybından tutun da, Allah korusun bacak kesilmesine kadar götürebiliyor insanı...
Bir de sevmediğim bir yanlışımız var bizim toplum olarak: Israr... ısrar... ısrar...
Önümüz bayram, aman ne olur kimseye “Bak ellerimle yaptım, bir lokmadan bir şeycik çıkmaz, ne olur ye... hatırım için...” falan demeyelim. Israr etmeyelim. Can boğazdan geldiği gibi yine boğazdan gidebilir de!.. Sebebi omayalım...
Benden hatırlatması. Sonra bayramınız burnunuzdan gelmesin...
Ve diyorum ki bayramınız kutlu olsun, bütün insanlığa bu bayram huzur ve mutluluk getirsin.
Hülya Sezgin/ hulyasezgin@hotmail.com