"Bazı" erkeklerin ilkelliği

Murat YAZAN

Bazı erkeklerin ilkelliğini ve nedenlerini kavramak için tarihte kısa bir yolculuk yapmak durumundayız. Bu yolculuğu yapmadan kadınların sosyal yaşamdan koparılmasının, aşağı görülmesinin, “varlığı ve faydası eşine hizmet ve çocuk büyütmekten ibaret” görülmesinin, erkeklerin onların yaşamı ve tutumları hakkında onlardan fazla söz sahibi olmaya çalışmasının kökenlerini kavrayamayız.

Tarım toplumlarına (özel mülkiyete) geçmeden önce insanlar yardımlaşma olmaksızın yaşayamıyordu. Erkekler avcılık yaparken kadınlar toplayıcı oluyor, kök, meyve ve yenebilir bitki saplarını evlerine taşıyordu. Evlilik müessesesi henüz yoktu. Kadın için de erkek için de çok eşlilikten söz etmek mümkündü. Doğan çocuklar topluluğun ortak çocuğu kabul ediliyor, topluluk tarafından büyütülüyordu. Bildiğimiz anlamda aile, anne, baba yoktu.

Tarım toplumu ve özel mülkiyetin doğmasıyla bugün bildiğimiz aileye yakın yapılar oluşmaya başladı. Çekirdek olmayan, büyük aileler. Tam da bu noktada altını çizmek gerekir ki, “sahiplik” kavramı özel mülkiyetle başladı. Kadının erkek tarafından, erkeğin kadın tarafından sahiplenilmesi bu süreçle başlar. Ve tabi evlatların!

Tarihsel süreç içinde toplumlar geliştikçe erkek özellikle kas gücü ve ekonomik bağımsızlıklarıyla kadından bir adım üstün olduklarını algılamaya başladılar. Kadına verilen çocuk bakma ve evi çekip çevirme görevi onun üretmesini ve kazanmasını engelliyordu. Kadınlar Sosyolojide “ücretsiz hane içi üretimi” dediğimiz üretim alanı dışına çıkamıyordu. O da coğrafyasına göre reçel yapmak, halı kilim dokumak veya evin bahçesinde yiyecek yetiştirmekten ibaretti.

Uzatmamak adına çok detaya girmek istemiyorum. Yaşam Bereketli Hilalde (Mezopotamya) şekillendi ve bugünkü sosyal kuralların çoğunluğu orada koyuldu. Ve çoğunlukça kabul edilir ki dinler bu bölgeye çürük kuralları ve anlayışları dönüştürüp doğruya doğru götürmek için indirildi. (Aksini düşünenlere de saygım vardır)

Burada not edilmesi gereken nokta özellikle kadınlar konusunda Kur’an’da yazılanların takip edilmesi yerine Muaviye ile birlikte başlayan sahte hadis furyasının erkek iktidarına hizmet eder hale gelmesi... Bu zehirli ve bulaşıcı hadis uydurma sürecinin sıkıntılarını bugün de yaşıyoruz.

Konum “bazı” erkeklerin ilkelliğinin kökeni olduğu için oradan devam edeceğim.

Bölge toplumlarında kadın kimliği aşağılandı ve bastırıldı. Ekonomik veya siyasal güce sahip bir avuç kadın dışında neredeyse her kadın bu sorunu yaşadı. Zaman zaman küçük devletlerin (Fatımiler bunun örneğidir) kadın hükümdarları oldu ancak bu devamlılık arz etmedi. Osmanlıda güçlü hasekiler ve valide sultanlar olsa da bulundukları yerlere gelmek için dişleri tırnaklarıyla, türlü entrikaları kullanarak mücadele etmek zorunda kaldılar. Yolları asla erkekler kadar açık olmadı.

Mustafa Kemal Atatürk kadınları erkek boyunduruğundan kurtaracak çok önemli adımlar attı. Onları sosyal hayata ve üretime yeniden kazandırdı. Türk kadını Atatürk ile tekrar doğmuş oldu, kendini yeniden tanımladı, eşit vatandaş statüsüne kavuştu ! Sonrasında durum kadınlar için çok parlak olmadı, “bazı ilkel erkekler” dizginleri tekrar ele aldı.

Zbigniew Brzezinski denen ABD Başkan Danışmanı, soğuk savaş döneminde “Yeşil Kuşak” denen bir proje önerdi. Bu projeye göre Komünist Sovyetler Birliği hinterlandının (Coğrafi etki alanının) çevresinde radikal İslamcı unsurlar desteklenip palazlandırılacak, “Allahsız Sovyetler” İslam kuşağıyla kuşatılıp hapsedilecekti. Bu uğurda Pakistan, Afganistan, Endonezya, İran yeniden şekillendirildi. Türkiye’ye de bulaşıldı.

Marshall yardımlarıyla, süt tozuyla başlayan süreç bölge ülkelerini çoktan ele geçirmiş, devlet kadroları “Amerika”lılaştırılmıştı. Sesini çıkaran darbeyle alaşağı ediliyordu.

Türkiye özelinde ilk iş olarak komünizmle mücadele dernekleri kuruldu. Tekke ve zaviyeler kanunu görmezden gelindi, tarikatların merdiven altlarında palazlanmasına izin verildi. Bu yapılar Türkiye Cumhuriyeti kontrolünde değildi ancak pekala ABD kontrolünde ve desteğinde varlıklarını sürdürdüler.

Kendilerine has müfredatlarıyla eğitim verdiler. Kontrol dışı bu müfredat Muaviye Müslümanlığı ve cihatçılık temelli olarak tarikatların meşrebine uyarlanarak sürdü.

Özellikle 12 Eylül darbesi sonrası daha özgür bir alana sahip oldular ve devlet kadrolarına nüfuz etmeye başladılar. Neredeyse iktidara gelen her partinin bir “co-worker”i, ortağı tarikat veya anlayışı vardı. (Sol anlayışın Aleviliğe yakınlığı bile bu sınıfa sokulabilir)

Bugün kadınların kaç çocuk doğuracağını, doğumlarını nasıl yapacaklarını, banklarda nasıl oturacaklarını dayatan, kadınlar yerine karar veren ve onları eve tıkmaya çalışan anlayışın kökeni ABD Başkan Danışmanı Zbigniew Brzezinski’nin Yeşil Kuşağına kadar gider.

Amerikan projesidir ve köklerimizle, gerçeklerimizle ilgisi yoktur.

“Bazı” ilkel erkeklerin kadın üzerinde hükümranlık kurmasını kendilerince legalize eden şey soğuk  savaşın modası ve dönemi geçmiş kalıntısıdır.