Ya da trafik polisi trafik kurallarına, örneğin trafik ışıklarına uyar mı?
Cevap; ülkeye, döneme, topluma ve algıya göre değişebiliyor.
Üniversitedeyken aslen Trabzonlu ama Yalova’da yerleşik bir arkadaşım vardı; “Kurallar aptallar içindir, akıllılar kural koyar” derdi. Dolayısıyla kural koymakla kurallara uymak arasında buyurganlık hâli hariç bir bağ yok gibi durur.
Yine üniversite zamanı... Lâleli’deki Edebiyat Fakültesi’ne gitmek için önce İzmit’e Bahçecik’ten Belediye otobüsüyle inmem gerekirdi. Bir bakardım, Damlar Durağı’nda bir adam otobüse el ediyor: Kim? Belediye Başkanı.
İbrahim (Gençer) abinin Belediye Başkanı iken İzmit’e belediye otobüsüyle ve bilet kestirerek gittiğini çok gördüm. Mesai saatleri haricinde ve özel işlerinde makam arabasını kullanmadığını birçoğumuz biliriz. Hatta çevre belediyelerin başkanlarıyla sözleşerek Ankara’daki toplantılara 4-5 belediye başkanı ile tek araç halinde gittiklerini, gittikleri yerde bile otellerde değil Mahallî İdareler Birliği’nin misafirhanelerinde kaldıklarını dinlemişiz. Maksat; devletin parası çarçur olmasın. Dinde buna ‘kul hakkı’ ve ‘maun’ yani kamu malının korunması deniyor.
Bu abimize karşı din siyaseti taktiğiyle muhalefet eden bir kısım hemşehrilerimiz O’nun kendi partisinin Genel Başkanıyla resmini, o Genel Başkanın Başbakan’ken ABD Başkanı’yla görüşme fotoğrafıyla birleştirir ve “ABD Çizgisindeki Yöneticilerimiz” şeklinde bülten başlığı yaparlardı. Cübbeli A.H. ve Adıyaman Grubu’yla içiçe olan bu siyasi yapı kasaba merkezinin periferisindeki yeni yerleşimcilere ve ihtiyaç sahiplerine ulaşmak için evvela ciddi bir yardım organizasyonu kurdu ve iki dönem sonra Belediye Başkanlığını az bir farkla adı geçen abiden aldı.
O kişi her şeye rağmen bu kesim de dahil her kesime selam verir, hâl-hatır sorar, hastasını ziyaret eder, cenazesine iştirak eder, derdi ve sıkıntısıyla elden geldiğince ilgilenirdi. Beldesi için çabalar ve yıkıcı muhalefete rağmen herkesi faaliyetlere ortak etmeye çalışırdı. Kasaba politikasında kahvehanelerin ve ‘fısıltı gazetesi’nin rolü büyüktür. Mesela; Kocaeli Üniversitesi’ne bağlı Turizm Meslek Yüksek Okulu’nun Belediyenin yanındaki ve yine belediye’nin yaptırdığı boş iş binasına gelmesi ön anlaşma da yapılmasına rağmen “Bahçecik’in ahlâkını bozarlar” gerekçesiyle engellenmişti. Tabi bizim ahlâkımız da sonrasında bozulmadı (!)
Sondan başa dönersek; bizden çok daha Müslüman olan Avrupa ülkelerinde bir Belediye Başkanının işe belediye otobüsüyle veya bisikletle gitmesi normal karşılanır. Ve tabii ki trafik polislerinin de trafik kurallarına en çok uyması oralarda doğaldır. Amma velâkin biz “İmamın dediğini yap, yaptığını yapma!” sözünü ahlâk edinmiş bir milletiz; yani biz öyle bir ümmetiz ki hem imamlarımız hem cemaat olarak kendimiz riyakârız ve bu mürailiğimizi atasözleriyle içselleştirmişiz.
Biz yöneticilerde şatafatı makamın ağırlığı belleriz. Canti kıyafetler ve ağır arabalarla gezmesini çok önemseriz çünkü biz de seçilsek aynısını yapmak isteriz. Milliyetçiliğimizi evlere bayrak asarak, Müslümanlığımızı da sakal bırakarak veya çanak antende yayınlanan bir kanal ile üniversitelilerin kızlı-erkekli ilişkileri hakkında ahlâk bekçiliği yaparak ispatlarız. Meselâ; devlet memuru maaşıyla dedemizin adına emsalsiz bir cami yaptırsak herhalde nasıl yaptırdığımız değil de ne mübarek bir işe imza attığımız konuşulur, değil mi?
Geçen hafta kaybettiğimiz İbrahim (Gençer) Abi, 31 Mart Mahallî İdareler Seçimleri öncesinde herkesin aklına düştü. Cenazesinde şu anda bile birbirini “illet, zillet, terörist, vatan haini” diye itham edenler tek vücuttu ve O’nun ‘adam gibi adam’ olması hususunda hemfikirdi. Ne ki öldükten sonra.. Sağlığında bunu demek ise insanın kendi kendini inkârı olur.
Dr. Kenan Göçer’in açtığı yolda ilerlersek “Türk’ün İş Zihniyeti” en çok da sandıkta seçimimizi etkileyecek. Zira ‘makam’ bizim içsel töremizde iktidar yani buyurganlık imkânıdır. Ve tarihte ‘taht kavgası’ dediğimiz şey ‘koltuk kavgası’dır. Yaşasın demokrasi!