Benim bir tezim var. Ümit Özdağ'ın son katıldığı TV programında yaptığı konuşmasında geçen bazı cümlelerinden çıkardığım sonuçlar tezimi doğruluyor.
Tezim şu; Devlet Türk milliyetçiliği ideolojisi ve onun mensuplarına bir misyon biçmiş. Bu misyon; devletin güvencesi olup, her dönemin hükümetlerine bağlı adeta "Güvenlik ve stratejisi kurumu" olarak görev ifa etmektir. Bu misyon şimdiye kadar MHP kimliği altında en kolay ve en ideal şekilde organize edilmiştir. Bir anlamda MHP'nin varlığı; siyasi kurum kimliği altında Türk siyasetinde "Siyasi güvenlik ve strateji kurumu hüviyetinde olması"dır.
Devlet, Türk milliyetçiliği hareketinin ne güçlenmiş varlığını ne de zayıflamış halini istiyor. Belirlediği standartta göre "Türk milliyetçiliği güç eğrisi" belli bir noktayı aşınca bir gerekçe bulunup operasyonla kafasına biniliyor.
Rahmetli Başbuğ dönemindeki Türk milliyetçiliği hareketi siyasi olmaktan ziyade, üzerinde herhangi bir güç kontrolü olmadan olabildiğince iradesine her türlü inisiyatif tanınmış bir hareketti. Onun içindir ki 12 Eylül 1980 darbesi bu kadar güçlenmiş bir hareketin üzerine balyoz gibi inmiştir. Çünkü devlet bu hareketten istediğini almış, artık o kadar güçlenmiş halini kabul etmeyip kendince makul çizgiye çekmek istemişti.
Bu hareket ne zaman iktidar olmaya namzet bir pozisyona geldiyse, özellikle kendi içerisinden bir darbe yemiştir. DSP ile hükümet kurulmaması gerekirken kuruldu, erken seçime gidilmemesi gerekirken gidildi, AKP'ye yanaşmamak gerekirken aksine ona eklemlendi. Bu kırılmalar bilerek ve istenerek yapılan operasyonlarla olmuştur. Dedim ya; MHP'nin meselesi iktidar olmak değil ki; devletin "Güvenlik ve strateji kurumu" olarak hükümetlere misyonu gereği katkı sağlamaktır.
Türk milliyetçileri ilk defa bu mukadderatı değiştirmek istedi ve kendisine biçilen o misyonu ret ederek, gerçek anlamda organize olup, diğer siyasi görüşlere mensup olup, vatan ve millet severlik paydasında buluşan, milli düşünen insanları da yanına alarak İYİ Parti'yi kurmuşlardır.
Peki buna göre yukarıda kendisine verilen misyonun dışına çıkmış olan Türk milliyetçiliği; terbiye edilmek, olması gererken düzeye tekrar çekilmek istenmiş olamaz mı; tezime göre elbette. İşte bu nedenle İYİ Parti ve onun kurumsal kimliği altında organize olmuş Türk milliyetçiliğinin bu günlerde yaşamakta olduğu da bunun bir tezahürü mahiyetindedir.
Öyle ya; bir partinin kurucusu olan, partide genel başkan yardımcılığı yapmış, divanda görev almış ve hala milletvekili olan bir insan nasıl olur da aynı zamanda bir devlet memuru gibi yurt dışında kahramanlıkla tanımlayabileceğimiz riskli görevleri de ifa ediyor olabilir? Doğrusu devlet böyle bir "kahraman"a her zaman ihtiyaç duyabilir ama aynı zamanda bir partideki varlığı da anlamlıdır.
Benim bu görüşlerim siyasi tarihimizde şahit olduğum siyasi yaşanmışlıklar üzerine tecrübelerimi de katarak yaptığım tespitlerdir. Belge diye sunulacak ithamlar değildir. Birilerine göre "saçma şeyler" de denebilir. Aynen İYİ Parti'nin anayasanın ilk üç maddesinin değişmesini istemiş olduğunu iddia etmek kadar. Bu iddia İYİ Parti'nin ipini çekmek için düşünülmüş bir organizasyonda seçilmiş en etkin silahtır. Sormak isterim, hangi ahmak kendisini öldüreceğini bildiği birisinin eline silah verir.
Sonuç itibariyle devlet, Türk milliyetçilerine sürekli "yemek pişmek üzere az bekleyin" diye diye ömrümüzü aldı götürdü. Karnımızı doyurma oyalaması ile bizi ölüme yatırdı.
Sonra içimizden birbirleri "Ne pişmek bilmeyen yemekmiş lan bu?" diyerek tekmeyi vurup tencereyi yerle yeksan edince; bir de gördük ki sadece içinde su kaynayan boş bir tencereymiş.
Boş tencere içinde niçin su kaynatılıyormuş; başka yerlerde umut aranmasın diye. Peki bu niye? "Hane küçülmesin, güç bölünmesin" diye.
Şimdi birileri gidip köyün yamacında tencere ile kapağını araya dursunlar; biz azatlığımızı ilan ettik, keşfettiğimiz yerde otağımızı kurduk, karnımızı doyuruyoruz. Soframıza siz de buyurun.
Özgür basını RTÜK sopası ile hizaya sokmak
Habertürk aslında yandaş bir kanal(dı). Bunu en somut nasıl biliyoruz "Alo Fatih hattı"ndan.
Sanırım Habertürk TV, Türkiye'nin siyasi geleceğine dair hesaplamalar yapmış olmalı ki; bir iktidar değişikliğine karşı tedbir amaçlı yayın politikasında tarafsızlığa doğru evirilmek adına ilk çıkışını Berat Albayrak'ın istifasını yandaş kanal olarak vererek göstermek istedi.
Muhalefet liderleri ve en son olarak da Meral Akşener ile özel program yapılması, bu da yetmeyip Meral Hanım'ın tarafsız ve bağımsız yayın yaptıklarına vurgu yapıp teşekkür etmesi AKP ve Cumhur İttifakı'nın çileden çıkmasına neden oldu. Böylece "yandaşlık"tan caymaya bedel ödetmek üzere CHP'li vekilin canlı yayında "Ordu satıldı" sözü bahane edilerek RTÜK tarafından Habertürk TV'ye ceza kesildi.
CHP'li falan değilim ama az çok okuyup düşünen herkes bilir ki; CHP'yi sivil inisiyatiften ziyade Türk Ordusundan gelenler kurmuştur. Her ne kadar o cümle o vekilin ağzından yanlış çıkmış olsa da; aslında o cümleyi ona öyle söyleten; Cumhur İttifakı'nın Türk Ordusunun itibarına vermiş olduğu zarara isyanın öfkeden yanlış sarf ettirdiği bir cümledir. Söylendiği şekliyle kabul etmek elbette mümkün değil. Bunun yanında Türk milleti olarak AKP'nin Türk Ordusuna yapılan kumpaslara hükümet olarak verdiği siyasi desteği de unutmuş değiliz.
Vallahi böyle düşünmeye bizi iten 18 yıllık AKP iktidarının bizatihi kendisidir. Öyle ya; bu millettin en az yarısına "İllet, zillet" denirken çocuklarımızla birlikte defalarca TV'lerde bu ithamları dinlemedik mi? Ya da birisi "Askerlik yan gelip yatma yeri değildir" derken, Türk Ordusunun askerleri değil de Yunan Ordunun askerleri mi kastedilmişti de; bu sözlere atfen hiç bir TV'ye RTÜK ceza kesmemişti? Burada küçük düşürülen askerler kimin askerleriydi söyler misiniz?
Bahadır Erdem'i anlayalım mı linç mi edelim?
Habertürk TV'de Bahadır Erdem'i dinledim. Allah kimseyi kendisine karşı kurgulanmış "Kalleş güç"ün karşısında çaresiz bırakmasın. Nihayet kendisini ifade etme fırsatını buldu ve çok da güzel konuştu. Sanırım kendisine birilerinin algı kemendine takılarak haksız itham ve isnatlarda bulunanlar helallik isteyeceklerdir.
Beş yıldır doğrudan muhalif söylemleri ile duruşu belli olan birisi. Bir devlet üniversitesinde hukuk alanında akademisyen olup da, yandaş olmadan TV'lerde konuşabilen tek akademisyen.
Böyle, alanında değerli ve de muhalif bilim adamının belki de Meral Hanım'ın bile aklından geçmemişken acaba İYİ Parti'yi tercih eder mi diye düşünmüştüm. Meral Hanım Bahadır Bey'i keşfedip İYİ Parti'ye kazandırdığı için tebrik ederim.
Evet, İYİ Parti'ye ikinci bir MHP olmayı dayatanların zihinlerindeki konsepte uymayan bir isim ama İYİ Parti'nin de kuruluş manifestosundaki tanıma tam da uyan birisi. O manifestoda ana tanım neydi? "Vatan ve milletseverlik paydasında bütünleşen herkes bu partiye aidiyet duyup, katılabilir"
Bu partinin kuruluşunda olup da, kartvizitlerine bu tanımı koyup oraya buraya dağıtanlar her ne hikmetse gün geldi kartvizitlerini yalanlayıp mekanlarını da değiştirmeyi düşündüler. Kuruluş manifestosuna sadakatsizliğe Bahadır Erdem'i bahane etmek neyin gereğidir bilemem ama Hoca kartvizitte ne yazılmışsa o adrese gelmiştir.
Hz. İsa “İlk taşı günahsız olanınız atsın"
Herkesin geçmişte attığı mesajlar, söylediği sözler ne zaman, hangi konjonktürde ve niçin söylenmiş olduğunun hesabı yapılmadan bugün paylaşılmış gibi; bu da yetmeyip anlamını şeytani niyetlerine uyacak şekilde değiştirerek paylaşılması gibi bir usul türedi. Maalesef bu usul siyasetin başımıza musallat ettiği çok adi bir virüs halini aldı.
Bunun bir başka versiyonu da A.Ilıcalı ile gündeme geldi. Bir yarışmacının ergenliğe bağlı asilik yaşlarında sosyal medyada paylaştığı; o gün de, bugün de tasvip edilemeyecek hakaret ve küfürler içeren sözleri nedeniyle epey bir süredir devam eden yemek yapma yarışmasına müdahale ederek diskalifiye edilmesini sağladı.
A.Ilıcalı'nın söz konusu yarışma başlamadan önce katılımcıların her biri için yapması gereken araştırmayı niçin yarışmanın bugünkü aşamasında yapmaya ihtiyaç duymuştur? Yoksa, şimdi benim yaptığım gibi kendi ismini, markasını konuşturmak, programının izlenme oranını artırmak için mi bunu yapmıştır?
Evet, insanlar sarf ettikleri sözlerinin bedelini ödemeli ama böyle bir usulle ödetilmesini biraz itibar suikastı olarak görüyorum. Belki de o yarışmacının atmış olduğu tweetlerden ailesinin haberi bile yoktu. Nitekim en büyük mahcubiyeti ailesine karşı duyacağını ağlayarak ifade etmiştir. Bir aileye milyonlarca izleyicinin önünde itibar suikastı yapılmıştır. A.Ilıcalı eğer ahlak ve etik değerler adına yarışmaya müdahale etmişse; masaya ilk önce kendi özel yaşamını yatırmalıdır. Hz. İsa, "zina yaptı" diye bir kadını taşlamak için can atanlara şöyle der: “İlk taşı günahsız olanınız atsın"
Çamura girersen üzerine sıçratırsın
İnsan biraz üzerine sıçrayacak balçıktan, eteğine takılacak dikenden sakınmak için etrafını dolanılır değil mi? Arsızlık öyle bir had safhada ki; etrafından dolanmak ne demek, bile bile balçığın içinde zıplıyorlar.
Ordu vesayetini kaldıracağız diyerek cumhuriyet tarihinin en büyük ihanet yapılanması ile işbirliği yapıp, Türk Ordusu'nun Genel Kurmay Başkanı da dahil olmak üzere en güzide ve gürbüz askerlerine kumpas kurup hapislere tıkadığınızı bizatihi kendiniz söylemediniz mi? O da yetmeyip kurguladığınız kumpas davaların savcısı olmadınız mı? O da yetmeyip en mahrem kozmik odasını o ihanet şebekesine teslim etmediniz mi?
Ve gün geldi; kumpas kurduğunuz o orduya, o günlerde yaptığınız zulme isyan ederek sahip çıkanları ordu düşmanı ilan edeceksiniz öyle mi?
Susmanız bile sizin için bir erdem olabilecekken bir de üste çıkma arsızlığınız var ya; pes doğrusu.
Evimiz müstakil. Evde yalnızım. Bir tıkırtı duydum, daire kapısını açtım, merdiven boşluğunda iki şalvarlı kadınla göz göze geldim. Binanın giriş kapısını açıp içeri girmişler ve o an onları merdiven boşluğunda yakalıyorum.
-Buyurun
-Mustafa amcayı arıyoruz.
Öyle bir özgüvenleri vardı ki; bana adeta "Bizim burada olmamızı sorgulamak senin haddine mi" der gibiydiler. Her ikisinin de bakışlarından doğrusu irkildim. Onlara "Siz hırsızsınız"(!) desem ellerini arkaya saklamış olanın aniden bir şey yapabileceğini düşünerek sadece "Öyle birisi yok" diyebildim.
Buna ne denir; suçluluk arsızlığı ile mazlumu sindirme operasyonu. Bilmem anlatabildim mi?
Atatürk ile padişahlar arasındaki fark
Atatürk ile padişahlar arasındaki fark; Atatürk Türkoğlu Türk'dü. Padişahların büyük bir kısmı ise devşirme geleneğinden zuhur etmiş devşirme çocuğu veya torunlarıydılar.
Osmanlı yüz sene daha yaşasaydı; bu denli devşirme geleneğinden sonra Anadolu'da Türk'ün adına kayıtlı ne kalırdı; bence hiç bir şey.
Atatürk bu akıbete karşı bir güneş gibi doğarak, Türk milliyetçiliğinden beslenen ruh hali ile etrafında oluşturduğu kadrosuyla Türk'ün mührünü bu coğrafyaya tekrar vurmuştur. Türk'ün adını unutturan ümmetçi bir devlet değil, Türk'ün adını öne çıkaran, her şeyi ile ona ait bir ulus devlet inşa etmiştir.
Ruhları şad mekanları cennet olsun.
Tanrı Türkü korusun ve yüceltsin.
''Biat''ın bilgi ve aklı esir alması
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni kuran gazi meclisimizde bulunan bir milletvekili 18 yıl önce bu ülkede araba (öküz arabası değil) olmadığını söylüyorsa durum çok vahim değil mi.
Bu bayan vekil, Bilkent Üniversitesi mezunu, Chicago Illinois Institute of Technology de yüksek lisans, DPT staj, Denizli Belediye Başkan Yardımcılığı, Denizli Ticaret Odası Başkan Yardımcılığı yapmış birisi. Bu kadar zengin referansı yerle yeksan eden ne biliyor musunuz; birisine yani muktedire biat etmedir.
Hangi mağarada yaşamış olmalı ki; 18 yıl önce etrafında bir tek dahi araba görememiş(!)
Hangi teslimiyet, hangi biat bu vekilin aklını devreden çıkarıp, özgüvenini sıfırlayarak öğretilmiş çaresizlik ile böylesi bir hafıza kaybına neden olabilmiştir?
Boyunu aşan işlerin yapıldığı yere kaçırılıp getirilen çocuk gelin misali; yetersizliğinden kaynaklı acziyetine mi acıyalım, yoksa bu zavallıyı buralara taşıyan sisteme mi öfkelenelim?
Siyasi parti liderleri niçin bir araya gelemiyorlar?
Bu ülkede özgüven yoksunu bir siyasetçinin tahakkümü yüzünden 2000'li yılların başına kadar demokrasi geleneğimizde var olan "Siyasi liderler açık oturumu" ortadan kalkmıştır.
Belki de bundandır; birbirlerine karşı fütursuzca aşağılama sıfatlarını kullanmaları. Atalarımız
boşuna dememiş; "Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır" diye. Hatıralarda kalmak için bir araya gelmek, kahve içmek, onun için de sohbet gerek. Böyle bir anı yaşamamışların hatıraları olup, hatırları da kalmadığı için birbirlerini karşılıklı ağır ithamlarla sıfatlandırmaları hiç de zor değil.
O özgüven sahibi liderlerden Bülent Ecevit'in vefatı ile bu demokrasi geleneğimiz ortadan kalkmış oldu.
Tabi kolay değil; ani bir soruya hazır cevap için bilgi, birikim, tahammül ve en önemlisi de özgüven lazım...