Medeni Kanunun kabulünün yıldönümünde, sosyal medyada AKP yandaşı kişilerden şu ve benzeri paylaşımlar yer aldı:
“Eskiden barbardık, bir gecede medeni olduk. ‘Maznunun behemehal idamına, şahidin ise bilahare dinlenmesine’ kararları veren Adliye Vekili Mahmut Esat Bozkurt’un İsviçre Medeni Kanunu'nu örnek alarak hazırlanan Türk Kanunu Medenisi 17 Şubat 1926’da kabul edildi.”
Bu söz ile Medeni Kanun'un kabulü hicvediliyor. Kendi geleneklerimize uygun kendi kanunlarımızı yapmak yerine, Avrupa’dan örnek alarak kanun yapılması eleştiriliyor.
Oysaki bu görüşte olanlar biraz düşünseler, AKP ve Tayyip Erdoğan döneminde Ceza, Usul ve Ticaret Kanunlarımız tamamen AB standartlarına göre yenilendi. Bütün hukuk mevzuatımızın “uyum süreci” ile Avrupa hukuk standartlarına uyarlanması çalışmaları yapıldı ve yapılmakta.
***
MECELLE, ABDÜLHAMİD, MEDENİ KANUN
Taha Akyol’un 30.03.2017 tarihli “Mecelle Özlemi” başlıklı yazısında çok ilginç bilgiler var:
Osmanlı Devletinde, 19. yy başlarında, “fetvalar yığını haline gelmiş fıkıh yerine bir kanun yapma ihtiyacı” duyuldu.
Mecelle büyük âlim Cevdet Paşa başkanlığındaki heyetin hazırladığı ve Cevdet Paşa tarafından kaleme alınan “hukuk tarihimizin en büyük eserlerinden biridir.”
Kendi Medeni Kanunumuz olarak hazırlanıyordu. Ancak yarım kaldı. “1883 yılında Cevdet Paşa ve arkadaşları Mecelle’nin 17. Bölümü üzerinde çalışırken,Sultan Abülhamid Mecelle Komisyonunu dağıttı. Cevdet Paşa’yı başka görevlere gönderdi.”
AKP yandaşlarının pek sevdiği “Ulu Hakan” Abdülhamid Han sadece Mecelle Komisyonu’nu dağıtmadı; “Fıkıhtaki kurala aykırı olarak şahitlikte kadın-erkek eşitliğinin kanunlaşmasını” sağladı.
Şeyhülislam Kezubi Hasan Efendi de Mecelle’ye karşı Fransız Kanunu’nu isteyen kanatta yer aldı.
Cevdet Paşa ise Tanzimat devrinde Avrupa’dan ceza, ticaret ve usul kanunlarının alınmasına öncülük etti.
Mecelle’nin önemli hükümlerinden biri “zamanın değişmesiyle hükümlerin değişmesi inkâr edilemez”di.
Büyük İslam âlimi Elmalılı Hamdi Efendi de zamanın ihtiyaçlarını karşılayacak bir kanun yapmak için fıkhın yeterli olmayacağını, bunun için Batı kanunlarından yararlanması gerektiğini belirtmişti. Hatta Mecelle Komisyonu’na gayrimüslim hukukçuların da alınmasını istemişti.
Taha Akyol “1926’da doğru bir kararla İsviçre’den Medeni Kanun alındı; Mecelleye dayalı hukuki ve adli birikimle tabii…” diyor.
Tarihi olayları belirli şablonlarla ve bazı kişileri kutsallaştırıp, bazılarını şeytanlaştırarak yorumlayanların bunları anlaması zor.
Sultan Abdülhamid’i kutsallaştıranların çoğu, O’nun Mecelle’nin yazılmasını ve uygulanmasını engelleyen kişi olduğunu bilmiyor.
Abdülhamid’i “dindar”, Tanzimatçıları “dinsiz” görenler Abdülhamid ve Tanzimatçıların Avrupa’nın hukuki birikiminden faydalanılması gereği konusunda farklı düşünmediğinden habersiz.
Abdülhamid’in Darülfünun’unda Roma Hukuku ve Fransız Medeni Kanunu zorunlu dersti. Ama Tayyip Erdoğan’ın YÖK’ü hukuk fakültelerinden Roma Hukuku derslerini zorunlu olmaktan çıkardı.
“Ecdadımızın” izinden gittiğini sananlar, ecdadımız içindeki grupların uzun tartışma ve çatışmalarını okumamışlar. Çetin süreçler yaşanarak çözülmüş geçen asırların meselelerini günümüze taşıma gayretindeler.
Osmanlı’nın son döneminde çöken eğitim sistemini, sıbyan mekteplerinden medreselere kadar müesseselerini, kutsallaştırıp yeniden ihya etmeye çalışanlar var.
Bunların “tarih romantizmi” bilgiye dayanmıyor. Önyargılar ve Cumhuriyeti kuran iradeden rövanş alma arzusundan besleniyor.
*******************************************
MAHMUT ESAT BOZKURT
Mahmut Esat Bozkurt Cumhuriyetin kurucu kadrosu içinde çok önemli bir isimdir.
Mahmut Esat Bey, İsviçre’de hukuk doktoru iken, İzmir’in Yunanlılar tarafından işgali üzerine, Kurtuluş Savaşı’na katılmak için yurda döndü ve Kuşadası’nda Kuvayı Milliye’yi kurdu.
23 Nisan 1920’den ölünceye kadar (1943) TBMM’de milletvekili olarak görev yaptı.
Rauf Bey’in (Orbay) ve Ali Fethi Bey (Okyar) başkanlığında kurulan hükümetlerde İktisat Vekili olarak; Ali Fethi Bey’in 3. Hükümetinde ve 3. ve 4. İnönü Hükümetlerinde (Kasım 1924- Kasım 1927 arasında) Adliye Vekili / Adalet Bakanı olarak önemli işlere imza attı.
İlk “Milli İktisat Kongresi” Mahmut Esat Bey’in önerisi ve Atatürk’ün onayı ile 17 Şubat 1923’de İzmir’de toplandı.
1924 Anayasasının hazırlayıcıları arasında yer aldı.
Türk Medeni Kanunu (17.2.1926), Türk Ceza Kanunu (1.3.1926), Kabotaj Kanunu (19.4.1926), Borçlar Kanunu (22.4.1926), Ticaret Kanunu(29.5.1926), Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu (18.6.1926) gibi hukuk sisteminin ve cumhuriyet döneminin temel yasaları, Mahmut Esat Bey’in Adliye Vekilliği döneminde hazırlandı ve yürürlüğe girdi.
Özellikle “Türk Medeni Kanunu” özel hukuk alanında laik hukuk devriminin temel taşı sayılır. “Medeni Kanun ile kadın-erkek eşitliği sağlandı. Aile hukuku çağdaş normlara göre düzenlendi. Kısaca medeni nikâh, tek eşlilik, kadınlara boşanma ve çocuğunun velayetini alma hakkı getirildi, boşanma düzeni evrensel kurallara bağlandı, kadınlar için miras ve tanıklıkta erkeklerle eşit statü öngörüldü.”
***
İSTİKLAL MAHKEMELERİ
Şimdi gelelim yazının ilk bölümünde yer alan “sanığın kesin olarak idamına, şahidin de sonra dinlenmesine karar verildi” cümlesine.
Bu cümle bir mahkeme kararında yer almış değil. “Hiçbir hâkim açık açık böyle bir hüküm vermedi.”
Ancak bu cümle “1923-1927 İstiklâl Mahkemesi’nin rejim muhaliflerini oracıkta ya darağacına, ya mahpusa, ya da sürgüne yolladığı” yargılamalardaki hukuksuzluğu vurgulamak için kamuoyunda “fısıltı gazetesi” yoluyla yayıldı.
İstiklal Mahkemeleri yeni devletimizin kuruluş aşamasında, olağanüstü şartlarda oluşturulmuştu. “Henüz hukuk devletinin oluşmadığı bir geçiş dönemine tekabül ediyordu.”
O dönemde yaşananları bugünün şartlarında değerlendirmek ne kadar doğru?
FETÖ darbe girişimi sonrası alınan olağanüstü kararlar ile yargılamaları gördükten sonra Cumhuriyetimizin kuruluşundaki olağanüstü şartlarda yaşanan olayları daha anlayışla karşılamak gerekmez mi?
Biz daha günümüzde yaşanan OHAL KHK’larını, hakkında iddianame düzenlenmeden yıllarca tutuklu kalanları, savunma hakkını kısıtlayan yargı süreçlerini çözmeden, geçmiş dönemlerin adalet sistemini eleştirmeye hakkımız var mı?