Sezgin: Sizin kim olduğunuzu okurlarımıza daha iyi anlatabilmemiz için hikâyenizi kısaca bizimle paylaşabilir misiniz?
Güven Özkerim: 1988 yılında İzmir’de doğdum. Küçük yaşlarda sanat eğitimi almaya başladım. İzmir’de birçok özel atölyeden ders aldım. 2009 yılında Buca Eğitim Fakültesi Resim-İş öğretmenliği bölümüne başladım. Aynı bölümde master ve doktora yaptım. Araştırma görevlisi olarak çalıştım. Kişisel sergilerimin yanı sıra çok sayıda karma ve grup sergisinde yer aldım. Sanat sempozyumlarına katıldım, workshoplar düzenledim. Bir dönem Konak Belediyesi’nde sanat galerilerinin danışmanlığını yürüttüm. 2017 yılından beri Giresun Üniversitesi’nde Doçent olarak çalışıyorum.
Sezgin: size sanat ve sanatçı diye sorduğumuzda bu iki kavram ile ilgili ne söylemek istersiniz?
Güven Özkerim: Günümüzde sanat ve sanatçı kavramlarını tanımlamanın oldukça güç olduğunu düşünüyorum. Derslerde de bu kavramları tartışırken hep temkinli olurum. Çünkü sığındığımız birçok tanım bize Modernizm’den miras kalmıştır. Özellikle son yirmi yılda sanat ile ilgili kavramlar fazlasıyla belirsizleşti. Sosyo-kültürel ekonomik ve elbette teknolojik gelişmelerin etkisiyle elbette. Günümüz sanatını, sanat tarihinde yaşanan tüm tartışmaları kapsayan geniş bir havuzun içine aldı. Sanatçı ise böyle bir ortamda hem çok fazla uyaranla karşılaştı hem de varlığını farklı mecralara taşımak zorunda kaldı.
Hepimizin bildiği gibi, geçmişten günümüzde değin sanat, teori ile pratiğin sentezinden oluşmuştur. Ancak ben burada pratiğin bir adım önde olması gerektiğini düşünüyorum. Önceden belirttiğim gibi ben de Modernizmin kalıpları ile düşünüyor olabilirim. Bundan arınmak öyle kolay değil çünkü Modern Sanatı tamamen devre dışı bıraktığınızda düşünce sistematiğimiz de değişiyor. Oysa temelden beri aldığımız eğitim bu yönde...
Bugün bir sanatçı profesyonel yaşantısına devam etmek istiyorsa geçmişte olduğundan çeşitli problemler ile boğuşmak zorunda. Öte yandan, sanat hiç olmadığı kadar yaşamın içine sirayet etmiş ve artık tercih edilmesi gereken bir seçenek haline gelmiş durumda. Yine de sanatçı ile ilgili yorumlarım ise sanata ilişkin yorumlarımdan daha net ve cesur. Bunun en önemli nedeni sanat tarihinde yaşamını incelediğim sanatçıların ortak noktalarını tespit etmiş olmamdır. Örneğin sanatçı toplumda bohem ve umursamaz bir imaja sahip olsa da asıl özelliği zeki ve cesur olmasıdır. Sonuçta yeni bir şey önermek ve yaratmak cesaret ister. Bunun yanı sıra sanatçı provakatiftir. Hem topluma hem tarihe en çok da kendine karşı... Birçok yönüyle ilgi çekicidir. Bu onun doğasında vardır. Sıradan ya da sade görünüyor olabilir ancak sezgisel ve duygusal zekası öylesine aktiftir ki, bir sanatçıyı taklitlerinden kolayca ayırabilirsiniz. Sanatta farklı zeka tipleri vardır. Bu şekilde çevresini çok iyi ve hızlı kavrayan, ona yaratıcı yorumlar getiren kişi sanatçı özellikleri taşır diyebiliriz. Ayrıca bir sanatçı tanımı yapmak gerekirse; elindeki malzemeyi (piyano, boya, kumaş parçası, kil, taş, ya da dijital bir görüntü, vb... ) özgün ve artistik bir biçimde kullanarak benliğini ortaya koyabilen kişi olarak tanımlayabilirim.
Sezgin: Eserlerinizi oluşturan belli konular var mı, bunları eserlere yansıtmadan önceki düşünceleriniz nelerdir?
Güven Özkerim: Eserlerimi oluştururken genelde bir kavramdan yola çıkıyorum. Konudan ve konusallıktan özellikle uzak durmaya çalışıyorum. Kavramı derinlemesine özümsemeye çalışıyorum. Eserlerimde beni heyecanlandıran şey ise her zaman deneysel bir yönü olması. Bu durum kimi zaman üsluplaşma yönünde eleştiri almama neden olsa da benim için en önemli şeyi; ilgimi ve heyecanımı canlı tutuyor. Birçok tekniği denedim ve deneyselliği seviyorum. Resim ya da Plastik sanatlar birçok sanatçı için dönemlerden oluşuyor. Örneğin, on yıl önce yaptığım resmi yapmaya çalışsam muhtemelen çuvallarım diye düşünüyorum. Kendi dönemini ve hızını yine kendin belirliyorsun diye düşünüyorum. Bu durum, bolca pratik yapmak ve deneyimlemek ile mümkün.
Eserlerimi oluşturmadan önce kendimi oluşturuyorum diyebilirim. Ne yapmak istiyorum niye yapmak istiyorum. Bazen bir metin, bazen bir müzik, bazen bir olay beni tetikliyor. Ancak her zaman ilham perilerini beklemiyorum. Bazen bir şey üretmek için sadece başlıyorum ve gerisi geliyor. Aklımda tasarlıyorum ve bir yandan da yapmaya başlıyorum. Genelde ikisi birden ilerliyor ve süreç içinde sonuçlanıyor.
Sezgin: Sanatla olan yolculuğunuza nasıl başladınız? Yolculuğunuzla ilgili serüveninizi bizlerle paylaşabilir misiniz?
Güven Özkerim: Biraz klasik bir başlangıç olacak belki... Sanata ilgim çocuk yaşta başladı. Her çocuk gibi resim yapmayı çok severdim. Bunun yanı sıra ilkokul yıllarından beri edebiyata büyük bir ilgim vardı. Günlük tutmak ile başlayan, öykü, deneme, şiir ile devam eden yazma serüvenim hem sanatsal üretimimde hem de akademik hayatta nereden başlayacağımı bulmamı sağlayan bir rehber oldu.
Hayallerimi ve yaratıcılığımı besleyen bir evde büyüdüm. Küçükken evimizin bahçesinde bir de atölyemiz vardı. Burada herkesin kendine ait bir üretim alanı vardı. Annem ve babam çalışmanın ve üretmenin mucizevi hazzını bize küçük yaşta aşıladı ve özgürce üretebileceğimiz bir ortam sundu. Ortaokul yıllarımda yetenekli ve hümanist bir resim öğretmenim vardı. Geçmişe baktığımda hem ailemin hem de öğretmenlerimin özellikle de ortaokul öğretmenimin emeğini asla yadsıyamam. Henüz ortaokuldayken elimden tutup beni Lisans Yüksek Lisans ve Doktora eğitimimi tamamladığım ve aynı zamanda araştırma görevlisi olarak çalıştığım Dokuz Eylül Üniversitesi Buca Eğitim Fakültesi Resim-İş öğretmenliği bölümüne götürmüştü. Lise yıllarımda ne yapmak istediğim konusunda fikirlerim çok netti. Bu da bana yapmak istediklerim ile ilgili zaman kazandırdı.
İlk kişisel sergimi üniversite 2. sınıfta okuyorken memleketim olan İzmir Foça’da açtım. Elbette benim için çok heyecanlı bir deneyimdi. Orada çok değerli sanatçılarla tanıştım. Daha sonra İzmir Devlet Resim Heykel Müzesi gerçekten kendimi aramaya başladığım ikinci kişisel sergim oldu. Gerçekten ilerleme kaydettiğimi düşündüğüm İstanbul Ziraat Bankası Tünel Sanat Galerisi ise 3. kişisel sergimdi ancak birçok şeyin ilki oldu benim için. Koleksiyonerle ve galerilerle orada tanıştım. İstanbul’un cazibeli sanat ortamına şahit oldum. Buradan sonra akademi ve sanat arasında elimden geldiğince bir denge kurmaya çalıştım. Çünkü günlük yaşamın sorumlulukları ile birleşince ikisini de sürdürmek büyük bir özveri ve disiplin istiyor.
Sezgin: Tarzınızı ve retrospektif geçmişinizi dikkate alarak kendinizi bir akımın / ekolün temsilcisi olarak görüyor musunuz?
Güven Özkerim: Kendimi bir akımın ya da ekolün temsilcisi olarak görmüyorum. Aslında akımlar döneminin Postmodern söylemlerle aşıldığını ve günümüzde bu konunun farklı bir boyut kazandığını düşünüyorum. Lisansüstü eğitim aldığım dönemde atölye hocam olan Prof. Bedri Karayağmurlar’ın soyut tarzından etkilenip, o dönem yoğunlukla soyut eserler ürettim. Hocanın çalışmaları soyut minimal zemindeydi. Ben kendimi daha iyi ifade ettiğimi düşündüğüm soyut dışavurumculuğa yöneldim. Zaman zaman sembolik ve figüratif yönelimler ile bu durumu aşmaya çalıştım. Ancak dönüp dolaşıp geldiğim yer hep soyut dışavurumculuk oldu.
Sezgin: Eserlerinizi üretirken diğer sanat dallarının etkisi altında kaldığınız oluyor mu?
Güven Özkerim : Elbette oluyor. Üniversitedeyken resmin yanı sıra sanat tarihi, grafik, heykel, fotoğraf, özgün baskı gibi alanlarda dersler aldık. Bu süreçte kendimizi keşfetme fırsatı yakalıyorduk. Ben tüm bunların içinde kendimi plastik olarak en iyi ifade ettiğim resim alanını seçtim. Ama heykeldeki üç boyut düşüncesi, grafikteki yalınlık, özgün baskı ve fotoğraftaki teknik çözümlemeler sanat yaşantısını zenginleştiren unsurlardır. Bunlar olmadan resmin eksik olduğunu düşünürüm. Bu nedenle plastik sanatların birçok alanında deneyim kazanmanın resme doğrudan etkisi vardır.
Ayrıca kendi iç dünyamı kurgularken; edebiyat, felsefe, sosyoloji, sanat tarihi, teknoloji, kültürel miraslar en önemli kaynağım oluyor. Belirlediğim kavram üzerine okumalar eskizler yaparak onu özümsemeye çalışıyorum. Daha sonra ortaya çıkan verileri kendimce yorumluyorum.
Tarihsel mekanlarda gezmek ya da geçmişe ilişkin okumalar yapmak da keza hayal gücümü zenginleştiriyor. Okuduklarımın ve gördüklerimin nasıl hissettirdiği beni motive ediyor. Bazen plastik olarak ifade edemediğim şeyleri önce yazıya döküp daha sonra görselleştiriyorum. Yazmak, resim yaparken etkisi altında kaldığım yegane unsur. Benim için zihnimi berraklaştıran bir köprü görevi görüyor.Yazdığım şiirsel metinleri ise bazen resmin arka planı olarak kullanıyorum bazen ise doğrudan resmin merkezine alıyorum.
Sezgin: Eserlerinize yüklediğiniz anlam veya duygularınızın izleyicide karşılığını alabiliyor musunuz? Bu durum size neler hissettiriyor?
Güven Özkerim: Bu sorunun cevapı ilginç bir şekilde evet. Aslında doğrudan anlaşıldığını düşünmediğim işler yapıyorum. Benimle ilgilenen ve iletişim halinde olduğum kişilerle ortak estetik beğeniler geliştirmiş olmalıyım diye düşünüyorum. Çoğu zaman eserlerimdeki duygu durumunu bile karşı tarafın hissettiğini ve kelimelere döktüğüne şahit oluyorum. Bu kolektif bilinç beni mutlu ediyor. Bunun yanı sıra birçok insan için birşey ifade etmeyebilir de. Ama dediğim gibi benim paylaşımda bulunduğum insanlarla ortak noktalarımız var. Benzer şeylere gülüyor, benzer şeylere hüzünleniyoruz. Benzer kaynaklardan beslendiğimiz için sanıyorum kaygılarımız da, umutlarımız da ortak. Doğanın ve düşüncenin diyalektiği de bir şekilde bizi birleştiyor.
Sezgin: Eserleriniz alıcı buluyor mu ve kimler tarafından daha çok tercih ediliyor?
Güven Özkerim: Bu soruya samimiyetle cevap vermek gerekirse; eserlerimin sanat piyasasında çok geniş kitlelere hitap ettiğini söyleyemem. Aslında bu durum benim için çok da şaşırtıcı değil. Bu yönde bir çabam bugüne kadar olmadı.Üretim tarzım itibariyle aksini beklemek ise fazlaca romantik bir yaklaşım olurdu. Sadece resim yaparak para kazanmak asla küçümsediğim bir şey değil. Resim satarak para kazanmak resim yapmayı sürdürebilme motivasyonu açısından önemli buluyorum. Ancak ben bunun içinde bulunduğumuz koşullarda çok sağlıklı ilerlediğini düşünmüyorum. Bu nedenle genelde seçimler yapmamız gerekiyor.
Sanat tarihi, resim yaparak para kazanabilen ve kazanamayan örneklerle dolu. Şöyleki resim yaparak geçimini sağlamayanlar için sanattaki tek motivasyon kaynağı doğrudan para kazanmak olmadığını hatırlamak gerekir. Dolayısıyla içten gelen bir motivasyon bulduğunuzda sanat serüvenini sürdürmek aslolandır diye düşünüyorum.
Geçimimi meslek olarak sürdürdüğüm akademisyenlik sayesinde sağlıyorum. Bu durum bana üretme açısından daha özgür bir ortam sağlıyor. Çünkü işin içine galerilerin talepleri ve piyasa koşulları girdiği zaman birçok sanatçı ister istemez tektipleşiyor. Belki dikkatinizi çekmiştir. Son yıllarda Türkiye’de genç sanatçılar neredeyse tek bir ağızdan konuşuyormuş gibi... Bunun görsel olarak formülünü de biliyorum üstelik. Yüksek Lisans tezimde bu konuyu incelemiştim ve içimden güçlü bir ses buradan uzak durmam gerektiğini söyledi. Maalesef Türkiye’de sanat piyasasını ele geçirmiş bu tektipleşmenin ve popüler kültürün acısını ilerleyen yıllarda daha büyük problemler ortaya çıkaracağını düşünüyorum. Burada asla yanlış anlaşılmak istemem. Resimlerin satılması onu iyi yapmayacağı gibi kötü de yapmaz. Bu tamamen ekonomik bir durumdur ve eserin estetik değerine doğrudan bir etkisi olduğunu söyleyemeyiz. Sanat tarihi bu durumun farklı örnekleriyle doludur. Benim karşı çıktığım temel nokta ise sadece satış amaçlı tek bir noktaya evrilen çalışmalar ki; bu tarz çalışmaların hızla tükendiğini zaten görüyoruz. Çünkü sanatta samimi olmak ve kendin olmak birçok açıdan en önemli şey. Bunu yaparken para da kazanabilmek herhalde dünyaki en dengeli oluş biçimi olsa gerek. Umarım bir gün üretim tarzımız bu yönde evrilir. Şimdilik sorunuza dönecek olursam eserlerim benim gibi insanlar tarafından tercih ediliyor.
Sezgin: Meydana getirmiş olduğunuz tasarımlarınızı / ürünlerinizi alanlar, neden alıyorlar?
Güven Özkerim: Benim resimlerimi alanlar benzer duygu ve düşünceyi paylaştığım insanlardan oluşuyor. Genellikle günlük hayattan tanıdığım ya da eserlerim yoluyla tanıştığım kişiler. Üzerinde düşünebilecekleri ya da kendilerinden bir parça buldukları eserleri alıyorlar. Çok nadir olarak da kişiye özel resimler yapıyorum. Burada kişiyi çok iyi tanımam ve ona özel olarak yoğunlaşmam gerekiyor. Bu resimler kişinin doğrudan portresi olmaktan ziyade bende iz bırakan olaylardan ya da duygulardan oluşuyor. Biraz önce bahsettiğim gibi böyle resimler her ne kadar soyut olsa da karşı taraftaki kişi resmin onunla ilgili olduğunu doğrudan anlıyor. Burada estetik argümanları kullanarak gizli bir dil oluşturuyoruz.
***
Prof.dr Tolga Akalın röportajını, daha önce 14 Haziranda yayınladığım Kalabalıklardaki yalnızlar ve Prof.Dr Tolga Akalın başlıklı yazımdan okuyabilirsiniz.