Bu Cuma yolum Sanayi Camiine düştü. Camiye biraz erken girdim. Baktım mihrabın önünde imam olduğu kıyafetinden belli genç biri, ayakta tatlı bir ses tonu ile kendine has mimiklerini de kullanarak vaaz ediyordu.
Camide ayakta vaaz eden birini ilk defa görüyordum. Dikkatimi çekti. Cemaate baktım pür dikkat dinliyordu. Uyuklayan yoktu. İmam güzel bir Türkçe ile günlük konular hakkında bilgi veriyordu. Klasik imamlar gibi, Peygamber ve sahabe dönemlerinden örnekler vermiyordu. Günü anlatıyor, yaşadıklarımızdan alıntılar yaparak cemaate mesajlar veriyordu. Yaşanan hayatı olumlu ve olumsuz yönleriyle bir ayete bağlayarak örneklendiriyordu. Ayetlerin Arapçasını dinleyenlerin bilmediğini biliyor olacak ki doğrudan meallerini söylüyordu.
Birçok vaazın yaptığı gibi hikâye, masal, olağanüstü yaşanmışlıkları gerçek gibi anlatmıyordu. Günümüz gerçeklerini anlatıyordu. Etkilenmedim desem yalan olur.
Sonra hutbede, Diyanet'in gençlerle ilgili gönderdiği hutbeyi okuduktan sonra; konuyla bağlantılı Gazi Mustafa Kemal Atatürk ile misafir İngiliz Kralı arasında geçen şu kıssayı anlattı:
İngiliz Kralı 8. Edward, 4 Eylül 1936 da Atatürk’e nezaket ziyaretinde bulunur. Misafir batılıların ziyafet sofralarına göre hazırlanır. Ve o dönemin en iyi aşçıları ve garsonları hizmet için seçilir. İngiliz Kralı'na gereken konukseverlik gösterilir. Kral kendisi için hazırlanan ihtişamlı sofrayı görünce, Atatürk’ü tebrik eder, teşekkürlerini ifade eder. Ancak yemek veya kahve servisi yapılırken garsonun ayağına halının takılması sonucu, yemekler yere halının üzerine dağılır, Kral'ın üzerine de serpintiler sıçrar. Garson utancından kıpkırmızı kesilir.
Bu yaşanan olayı, fırsata dönüştürmek isteyen İngiliz Kralı alay etmek istercesine; "Yeni bir ülke kurdunuz ama ekselansları, henüz hizmet edecek bir uşağınız bile yok!" Mustafa Kemal Atatürk hiç istifini bozmadan cevap verir; "Haklısınız ekselansları, ben bu millete her şeyi öğretebildim ama onlara uşak olmayı bir türlü öğretemedim" der. Ve yemekler yenir.
O gün 19 Mayıs Atatürk’ü anma ve Gençlik Spor Bayramı olsa da Diyanet'in gönderdiği resmi hutbede ne bayramdan ne de Atatürk’ten tek söz yoktu. İmamın hutbe bitiminde bu kıssayı vermesi günün anlamını vermemekle beraber Atatürk’ü hatırlatması ve Türk milletinin bir özelliğine vurgu yapması önemliydi.
Hutbe gençlerle ilgiliydi. Atatürk’ün bu sözü, gençlere birey olma şuurunu vermesi bakımından hutbeye destek olması, gerçekten usta ve iyi hesap edilmiş bir hitabet örneği idi.
Hutbe sonrası okunan Nahl suresi 90.ayet yerine, Lokman suresi 33.ayeti mealen okudu. Ayet: Ey insanlar! Rabbinize saygısızlıktan sakının; hiçbir babanın evladından fayda göremeyeceği, evladın da babasından hiçbir yarar sağlayamayacağı bir günden korkun. Allah’ın vaadi gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın; o, aldatıcı da sizi Allah ile aldatmasın. Diyerek sözlerini tamamladı.
Namazın farzına başladık, Fatiha suresini okumaya başladığında; kendimi Kâbe’de sandım. Ses tonu, ayetlerin bitimindeki gaydasız vurgusu, tecvitle okuması ayrı bir güzellikteydi.
Uzun zamandır ilk defa gerçek bir imama rastlıyordum. Beni takip edenler bilir. En çok eleştirdiğim kişiler, indirilen dini değil de uydurulan dini anlatan imamlardı. Bugün ilk defa bir imamı takdir ettim. Çıkarken adını camii elektrik giderleri için para toplayan kişiye sordum; "Naci Uzun" dedi.
O Cuma için özel bir hazırlık mı idi diye düşündüğüm oldu. Bir sonraki Cuma namazına tekrar gittim. Arabama park yeri ararken gecikmişim. Naci Hoca, ezandan 30 dakika önce vaazına başlarmış. Ben son 15 dakikasına yetiştim. Vardığımda, Embiya suresi 16.ayeti "Biz gökleri, yeri ve bunlar arasındakileri oyun olsun diye yaratmadık" okuyordu. Ve ayetin tefsirini yaparak dünyaya gelişimizin bir gayesi olduğunu, bu gayeye uygun yaşamamız gerektiğini belirtti. Bağlantılı olarak, Beled suresi 5-6-7. Ayetleri okuyarak, insanın sorumsuz olmadığını, çevresine ve Allah’a karşı sorumlu olduğunu, Yaratanın kontrolünde olduğunu açıkladı.
Devamla: Hadid suresi 16 ve mülk suresi 16. Ayetleri mealen okudu. Gerekli açıklamaları yaparak, "Allah’ın uyarılarına kulak asmalıyız, akıl nimetini iyi kullanmalıyız" diyerek özetle konuyu bitirdi.
Hutbe, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın gönderisi; birlik beraberlik üzerine idi. Hutbe bitiminde Naci Hoca, Enfal suresi 46. Ayeti olan: "Allah ve resulüne itaat edin, birbirinize düşmeyin, sonra zayıflarsınız ve zaferi elden kaçırırsınız. Sabredin, kuşkusuz Allah sabredenlerle beraberdir." mealini söyleyerek, hutbe konusuyla bütünleştirdi.
Hayal ettiğim, olması gereken imam böyle olmalıydı. Taklidi değil, Tahkiki İslam’ı anlatıyordu.
Tebrikler! Naci Hocam. Allah sayılarınızı artırsın. Bu toplum İslam’ı iyi anlatamayan ve İslam’ı yaşamayan Ulema ve Din görevlileri yüzünden bozuldu. Yine gerçek din görevlileriyle düzelecektir.
Allah’ım önce Diyanet yetkililerine ve Ulema sınıfına hidayet versin. Ki onlarda Naci Hocalar'ın sayılarının artmasında vesile olsunlar.