Bir Kaşık Suda Fırtına…

Zeynel KOZANOĞLU

 Memleketin haline bakar mısınız? Anayasa Mahkemesi bir karar verdi. Başta Cumhurbaşkanı olduğu halde tepeden tırnağa hemen hemen bütün devlet yöneticileri ve de bilinen basın küplere bindi. Her türlü sorunu bir yana attılar, bu karara karşı ateş püskürüyorlar.

Bu kez Anayasa mahkemesi verdiği kararın gerekçesini açıkladı.  Haydiii, yeni bir fırtına, basınıyla, Adalet Bakanıyla yeni bir Anayasa Mahkemesini karalama kalkışması. Bir gazetede başlık gördüm: “Kandıramazsın Zühtü…” demişler.

Edepsizin “Zühtü” dediği kişi Anayasa Mahkemesi başkanı, yüksek hakim… Profesör doktor, bir başka deyişle bilim adamı… Bu başlığı atan kişiye soruyorum: “Sen kimsin arkadaşım? Oturduğun koltuk elinden gittiği zaman kaç kuruş edeceksin?”

Örneğini kendi üzerimden vereyim de kaz kafana girsin… Anlı şanlı Anadolu Ajansı Muhabiriydim. Hem de Anadolu Ajansının adam gibi ajans olduğu dönemde sınav kazanarak girmiştim. Alnımın akıyla emekliye ayrıldım. Çalıştığım süre boyunca bakanlar bile ben gelmeden basın toplantılarına başlamazlardı. Benim gelmemi beklerlerdi.

Emekliye ayrıldım. Elbette yaşam devam edecek ve ediyor da… Kendi çapımda ve kendi çevremde gazetecilik etkinliğim sürüyor. Bu arada on beşe yakın yayınlanmış kitabım var. Daha da yazıyorum. Ancak, fiilen çalıştığım yıllarda haber kaynağım olan kişilerin tamamı devre dışına taşındılar. Ve ne oldu, biliyor musun? 

Günümüzden on gün kadar önce mahallemizde bulunan Sağlık ocağına gittim.  İlaçlarımı yeniletmek için gittim. Orada görevli bir bayan bana “Okum yazman var mı amca?” diye sordu.  Gazeteci misin? Bugün tepelerde misin? Gün gelecek bu durumu yaşayacaksın.

Anayasa Mahkemesi Başkanının adını anarken insan olmayı becerebilseydin keşke…

Ve ben bana “Okur yazar mısın amca?” diye soran bayana “Var çocuğum, ikinci sınıfa kadar okula gitmişliğim var” diye yanıt verdim.  O masadan ayrıldığında sana da yamuk gelecek sorular sorulduğunda adam gibi yanıtlar vermeye şimdiden hazırlanabilsen keşke….

Kaldı ki, olay ne? Ben kalıbımı basarım ki, Türkiye nüfusunun yüzde sekseni ortalıkta dolaşan fırtınanın temelinde ne var, ondan da habersizdir. Takım tutar gibi insanlar tuttuğu adamın ağzından çıkanı doğru kabul ediyorlar. Ne kadar acayip bir şey…

Efendim ortada bir “İddianame” var. Bir mahkemenin üç yargıcı bu metne bakarak iki kişiyi hapse atıyor. Onlar içerde yatarken dava görülecek.  Bu arada bir yüksek mahkeme devreye giriyor. Aynı iddianameyi inceliyor. “Bu iki kişi dışarıdayken dava devam etsin” diyor.

Vay efendim, kızmalar, köpürmeler… “Tanımıyorum, uymuyorum, duymuyorumlar”

Arada ne fark var. O iki kişi dava süresince cezaevi dışında bulunurlarsa kimin ne zararı olur? Hele hele, konuyla yakından uzaktan hiç ilgisi bulunmayan “mahalle gölbezi” gazeteci kılıklı kişilerin neresinden ne eksilir?  Adamlar çoluk çocuklarıyla birlikte yaşayınca Türkiye Cumhuriyeti’nin hangi çivisinde bir gevşeme olacak?

Peki Anayasa Mahkemesine bunca saldırı niçindir? Cezaevlerinde yatmakta olan yurttaş sayısını iki eksiltti diye midir koparılan bu kızılca kıyamet? Bana kalırsa düşünebilen herkes bu nedeni biliyor. Ve asıl nedenin mahkemeyi yıpratmak olduğunun farkında.

Benim aklım şuna ermiyor: Bu ülkede Anayasa Mahkemesinin yıpranmasından yarar uman üç beş kişi var. Ama geri kalan saldırganlar neyin peşindeler, onu anlamıyorum. Yahu arkadaşlar, aklınızı kullanın… Bu ülkede sık sık örneklerini yaşıyoruz.

Devletin gücünü ele geçirenin dizi dibinde onun borusunu öttürmeye soyunan akılsızlar güç el değiştirince açıkta kalıyorlar. Güç durumlara düşüyorlar. Ve iyi anılmıyorlar.  Adamlığı elden bırakmayın. Elbette yapınızda ve yaradılışınızda az buçuk adamlık varsa…