Sokağa çıkar çıkmaz, kaldırımlardaki sayısız sigara izmariti ile karşılaşırsınız.
Biraz ilerde, çöp kutusundan işlerine yarayacak, para edebilecek çöp arayan iki çocuk... Biraz daha ilerde başıboş sokak köpekleri...
Birkaç adım atarsınız, caddedeki su birikintisinin üzerinden hızla geçen bir araç, sizin tepeden aşağı çamurlu suyla ıslanmanıza neden olur.
Yaya kaldırımından karşıya geçerken geçiş üstünlüğü yayada olmasına rağmen, hızla gelen taksi şoförü arabayı üzerinize sürer, can havliyle koşarak tehlikeyi atlatırsınız.
Işıklı kavşakta karşıya geçerken, yayaya yeşil yanmasına rağmen, durmayan araçlara sinir olursunuz.
Bindiğiniz dolmuş, birkaç durak sonra tıklım tıklım dolmasına rağmen, dolmuş şoförü ayaktaki yolcuları daha da sıkıştırmak için çabalamasına kimseden bir itiraz gelmez.
Tıka basa dolu dolmuşta, dakikalarca yüksek sesle konuşan saygısız bir yolcunun tüm ailevi sırlarına vakıf olursunuz. Sizi rahatsız eden o konuşma içeriğinden konuşan rahatsız olmaz.
Şehir merkezinde dolmuştan inersiniz, bir parti binasından yükselen yüksek sesten rahatsız olursunuz…
Biraz yürürsünüz, Suriyeli bir dilenci neredeyse yapışır, para koparmadan peşinizi bırakmak istemez, siz ondan daha inat çıkınca dudaklarının arasından bir şeyler mırıldanır, muhtemelen küfreder...
Kaldırımı işgal eden pastanenin masaları yüzünden kaldırımdan ana caddeye inmek zorunda kalırsınız. Ve adım başı kaldırım işgalleri sürer; bazen market tezgâhları, bazen seyyar satıcılar, bazen piyango bayileri...
Bir Turist kadına askıntı olan hadsiz adam sinirlerinizi bozar. Müdahale edip etmemeyi düşünürken, birisi yaklaşır yanınıza; "... adına dergi satıyorum, yardımcı olur musunuz?" diye yapışır. Vicdanınıza hitap eder. Çünkü dergi ya özürlüler, ya yoksul çocuklar, ya baskı gören kadınlar içindir... Ama bu yardımların yerine ulaşıp ulaşmadığından hiçbir zaman emin olamazsınız...
Birkaç adım atarsınız, görme özürlüler için kaldırımlara çakılmış, ama yerinden kopmuş demir plakaya ayağınız takılır, şansınız varsa düşmezsiniz...
Sokaklara atılmış poşetler, ambalaj kâğıtları, sigara paketleri, su ve meşrubat şişelerine bakarak, ne pis, ne saygısız insanlarız diye düşünürsünüz...
Delik deşik, engebeli, taşları sökülmüş kaldırımlar...
Her ışıkta yayaların ve sürücülerin trafik ihlallerine bakarak, ülkenizi Avrupa ile kıyaslarsınız...
Bu kez kaldırıma park etmiş araçlar çıkara karşınıza, yine asfalta inmek zorunda kalırsınız... O sırada yoldan geçen araç korna çalarak sizi uyarır...
Ve araç klaksonlarının, polis anonslarının, araçlardaki ve binalardaki ses sistemlerinden gelen seslerin meydana getirdiği gürültü kirliliğinden rahatsız olursunuz...
Aracının küllüğünü sokağa boca eden sürücüyü, yakındaki trafik polisine şikâyet edersiniz, sırıtarak "o. görev bizim değil, zabıtaya şikâyet edin" der. "Ya sabır" diyerek yürümeye devam edersiniz.
Kaldırımlara atılmış, telekızların adlarının ve telefon numaralarının yazılı olduğu kartlara ve kaldırımlara yapıştırılmış, tefeci ilanlarına bakarak "polis ne işe yapar?" diye düşünürsünüz...
Nihayet varacağınız yere varırsınız...
Bu işkenceyi her evden çıktığınızda yaşarsınız...
Ve bir kentte yaşadığınızı sanmaya devam edersiniz...