İlahiyatçı Nihat Hatipoğlu’nun, İstanbul Sultanahmet Meydanı'nda yaptığı ve televizyondan canlı yayınlanan iftar programında, 13 yaşındaki Ermeni bir çocuğun dinini değiştirdiği yolundaki haberler, beni yıllar öncesine annemden yediğim ilk dayağa götürdü…
Çocukluğumuzda, Talas’ta bağına bakamayanların bağlarını kiraya vermesi adettendi... İki yaz üst üste bitişiğimizdeki bağı Kayserili bir Ermeni aile kiraladı... İki yıl komşuluk yaptık... Çocukları Milli boksördü... Sanırım ismi Garbis'di ama Garip derlerdi... Boksör olduğunun alâmetifarikası yaygın bir burun, kalın kaşlar, dar bir alın, siyah sık ve dik saçlar, esmer bir ten… Milli boksör olduğu için sokağımızdaki çocukların sevgili Garip ağabeyleri… Bu komşularımızın bir de küçük çocukları vardı... 2-3 yaşında... Garip Ağabeyin kızı mıydı? Kız kardeşi miydi? Tam hatırlamıyorum. Ben de ilkokulda öğrenciyim. Kaçıncı sınıftaydım şimdi çıkaramıyorum. Karşı komşumuzun oğlu, yaşıtım, arkadaşım Mustafa ile birlikte bu küçük kızı Müslüman yapmaya karar verdik. Biz Kelimeyi Şahadet getiriyoruz çocuktan da tekrar etmesini istiyoruz. Çocuk evden tembihli… Söylemiyor… Annem bizim konuşmalarımıza kulak misafiri olmuş. Hışımla geldi “Ne yapıyorsunuz siz?” ve ard arda gelen tokatlar… Annemden hayatımın ilk kez orada dayak yiyorum… Sonra saatlerce öğütler. Annemin sözlerinin bir kısmını hâlâ kelimesi kelimesine hatırlarım “Bizim dinimiz bize, onların dinleri onlara”, “Onlar gibi düşünenler çoğunlukta biz azınlıkta olsak, bize böyle davranılsa ne düşünürdün?” Ve çok sevdiği ezbere bildiği Yunus’tan bazı dörtlükler okudu… Sevgi tavsiye eden…
O dayak, hayatımın en büyük derslerinden birisi oldu… İnsanlara sevgiyi, benim gibi düşünmeyenlere hoşgörüyü, inanca saygıyı öğreten, beni yıllar sonra bile etkileyen müthiş bir ders…
Annemden ikinci dayağı da, sınıfta herkesin ortasında yedim.
Yıl 1965 Annem Kayseri’nin Sarıoğlan İlçesindeki Cumhuriyet İlkokulunda öğretmen. Babam Kayseri’de çalışıyor. Annem, anneannem ve kardeşlerim ile Sarıoğlan’dayız. Sarıoğlan’daki ilk senem. Annem 5. sınıfı okutuyor. Ben dördüncü sınıftayım. İlkokulun ilk üç yılını Talas’ta okuduğum için, seviyem sınıf arkadaşlarımın üzerinde. Öğretmenimiz sağlık nedenleri ile çok sık rapor alıyor. Yine öğretmenimizin raporlu olduğu günlerden birindeydi. Sınıfımızda büyük bir gürültü vardı. Sınıfımıza annem geldi. “Bu ne gürültü çocuklar?” dedikten sonra, sınıfa bir hafta önce gördüğümüz konuyla ilgili bir soru sordu “İstanbul’u kim fethetti?” Benden başka el kaldıran yok. Annem de soruyu bana sormak istemiyor, cevaplandıracak başka bir öğrenci arıyor. Sırada yanımda oturan Halil, “Cevap ne Fazlı?” diye sordu. Halil’in, kopyacılığı, beleşçiliği, hazıra konmak istemesi zoruma gitti. “Kanuni Sultan Süleyman” dedim. Bu kez Halil de ek kaldırdı. Annem ona söz verdi. Halil “Kanuni Sultan Süleyman” deyince, annem kıpkırmızı oldu. Sinirinden titriyordu. Beni yanına çağırdı. Gider gitmez, bir tokat attı; “Bu kopya verdiğin için”, bir tokat daha attı “Bu yalan söylediğin için”, tokatların ardı arkası kesilmiyordu “Bu arkadaşının mahcup duruma düşürdüğün için”, “Bu öğretmenini aldattığın için”, kaç tokat attı bilmiyorum. 'Geç yerine otur' dediğinde ben hüngür hüngür ağlıyordum.
Bu olaydan sonra annem benimle yaklaşık bir hafta hiç konuşmadı. Sanırım yaptığın hatanın büyüklüğünü kavramamı istiyordu. Birkaç kez evde bana laf soktuğunu hatırlıyorum; “Birisi de bana tokat atmalı, seni yetiştiremediğim için…”
O tokatlar, hayatım boyunca hiç aklımdan çıkmadı, çok ders aldım. Yalanın, insanları aldatmanın ne kadar kötü bir şey olduğunu hiç unutmadım…
Mekanın cennet olsun sevgili anacığım…