Bu yazımı yazalı nerede ise iki ay olacak... Ancak yayınlamayı hep erteledim... Ülkem kan ağlarken; hergün onlarca şehit verip ocaklara ateş düşerken mutlu-mesut gezi-anı yazımı yayınlamaktan utanç duydum... Elim gitmedi... Ama sonra “Arada bir nefes alıp güzellikleri de paylaşalım ki ayakta kalalım; Psikolojimiz dengelensin” diye düşünerek yazımı yayınlamaya karar verdim... İnşallah doğru karar vermişimdir... Yanlışsa affola...
***
Hava açık, güneşli... dolayısı ile dokuz bin fit yükseklikte olmamıza rağmen yer yüzü net görülebiliyor. Marmara denizi üzerindeyiz. İstanbul'a yaklaştık. Prens adaları sıra sıra görülüyor. Kendimce tahminde bulunuyorum. Bu Gökçeada, şu Bozcaada... hah şu en büyüğü; o zaman o da Büyükada... İzmir'den İstanbul'a keyifli bir yolculuktan sonra Sabiha Gökçen'e indik...
Bu kez yolculuk Macaristan'a. Vonyarcvashegy Belediyesi kültür müdürü Julianna Illes Major'ün düzenlediği resim çalıştayına davetliyim. Geçen yıl da gitmiştim. Ama bu kez program farklı. İki ayrı yerde çalıştay ve farklı ressam arkadaşlar olacak... Fethiye'den şair-ressam Mine Sarmış Caylı ile ben Türkiye'den İki arkadaş katılıyoruz.
Mine ile İstanbul'da buluştuk.
Uçak bileti kuyruğunda uzun boylu yabancı delikanlının yırtık pırtık pantalon paçasını görünce Mine “Yazıık köpekler koşturmuş peşinden” dedi. Anladım ki o da benim gibi gülmeyi seviyor. Pasaport kontrolleri, valiz işlemleri derken havalandık. Budapeşte hava limanında Juli bizi özel aracı ile karşıladı. Çalıştaya katılan Hintli arkadaş Poonam Chandrika Tyagi, ben ve Mine Vonyarcvashegy'e doğru yola çıktık. Sanat dili ve güzel arkadaşlık devreye girdi hemen... Anlaştık, kaynaştık. Juli tercüme ediyordu genelde. Ortada konuşulan dil biraz Macarca, biraz İngilizce, biraz Türkçe ve arada bir Hintçe. Poonam uçakla on bir saat yol geldiğini söyleyince yorgunum demeye utandım. Julianna dört üniversite mezunu. Çok zeki ve calışkan. İyi bir sanatçı. Yaşıtız ama o henüz emekli değil. Onunla sohbeti seviyorum. Bizimle ilgili gözlemlerinden söz ediyor. “Türkiye'de doçent, profesör vs. etiket önemli. Bizde ise sanat önemli. Ne yapıyorsun, biz ona bakarız. Türkiye'de çalıştaylarda görüyorum, doçent ya da prof. ama çocuk gibi resimler yapıyorlar.” diyor. Doğru tespit etmiş...
Önce Juli'nin evine geldik. Şair arkadaşımız Serdar Ünver, Juli'nin eşi Tamas Illes ile birlikte hepimiz oturduk. Sohbet ettikçe ortak kelimelere rastlıyoruz Hintçe ile. Masallah, insallah, süphanallah, tamam, mükemmel ve daha pek çok kelime... Bunun üzerine juli ile “ Hintçe de biliyoruz” diye kendimizle gurur duyduk... Poonam takıyı çok seviyor. On parmağında pırlanta ve diğer değerli taşlardan yüzük, kollarında kalın Hint motifli altın bilezikler... ayaklı kuyumcu dükkanı gibi yanımızda dolaşıyor. Balaton gölü Avrupa'nın en uzun göllerinden biri ve Vonyarcvashegy onun kıyısında. Çok güzel bir yer. Akşam oldu, güneş harika batıyor...Hepimiz çok yorulmuşuz. O gün olan meteor yağmurunu falan gözleyemedik. Hemen konaklayacağımız kültür müdürlüğüne geldik. Erkenden yattık...
Pırıl pırıl güneşli bir sabaha uyandık. Bu gün başka yere Vasvarı'a çalıştaya gideceğiz. Köy yollarından gidiyoruz. En ufak bir çöp ya da göz estetiğimi bozacak bir şey görmüyorum. Çiçeksiz balkon nerede ise yok! Rengarenk sardunyalar ve başka çiçeklerle süslenmiş...
Vallahi balkanlarda soguk hava dalgası yok, bize yollamışlar. Çünkü çok sıcak. Vasvarı'a vardık. Yedi yüz yıllık tarihi bir manastırda konaklayacağız iki gece. Hem kültür merkezi hem de konuk evi olarak düzenlenmiş. Bir metre kalınlığında taş duvarları var. Aynı binadaki atölyede çalışmaya başladık. Farklı yerlerden gelen ressam arkadaşlarla tanıştık. Sohbette gene sağ olsun Juli tercümanlık yapıyordu. Yanımda oturan hanım bebeğine ninni söyleyen bir kadın heykeli yapıyor ve çamura anne şefkati ile şekil vermeye çalışıyordu. Tarzanca anlaştık. Sonra biz de resimlerimizi yapmaya koyulduk. Poonam ile konusuyoruz yarı İngilizce yarı tarzanca ben heyecanla anlattıkça o “okey okey” diyordu. Lafım bitince “I don't understang bad okey” (anlamıyorum, fakat tamam) dedi. Sönmüş balon gibi oldum. Peki neden hep “okey okey” diyordu!.. kahkahalarla güldük...
Ertesi gün Rezi-Vasvari'de tatlı festivali olacak, yaptığımız resimler sergilenecek. Ben bir manzara resmi yaptım. Buraya hediye edeceğiz yaptığımız resimleri. Hummalı bir şekilde bir gün önceden calışmaya başladılar. Bütün standlar ve oturma grupları ahsap, plastik yoktu. Pratik hemen kurulabilecek şekilde düzenlenmiş, iş bitince de yer kaplamayacak şekilde toplanabiliyor. Standlarda ev hanımları çeşit çeşit meyve ve marmeladlardan yapılmış tatlılarını satışa sundular. Çeşitli boncuktan yapılmış takılar, el işleri, ahşap işlerini sergilediler. Şenlik çerçevesinde bir köşede aerobik, başka bir köşede yoga yaptılar toplu halde.
Güzel iki günün sonunda dönerken yolda bir ressam arkadaşımız Nadler Laszlo'nun iki dönüm bahçe içinde ev-galeri- atölyesini ziyaret ettik. Gezdiğim yabancı ülkelerde ev ziyaretlerine gittiğimizde en dikkatime çeken ve hoşuma giden bütün duvarlarının harika tablolarla süslü olması. Bizde neden yok diye hep üzülmeme neden oluyor bu. Bizde genelde duvarlarda djital kopya baskı resimler var... Oysa belki de ileride çok değerlenecek ve cep telefonundan daha ucuza satın alınabilinecek harika orijinal tablolar var. Şehirden biraz uzak, sessiz-sakin; ağaçlar, çicekler ve heykellerle süslü bahçede biz keyifle sohbet ederken sonbahar habercisi yapraklar düşüyordu yere bir bir... Ayrılırken bize resimlerinden hediye etti Nadler.
Yollarda ayçiçeği, mısır tarlaları görüyoruz. Otların kuruması ile yapılmaya başlanan saman balyaları burada silindir şeklinde ve çok büyük. Macaristan düz bir ova... dağ olmadığından çakal, kurt, ayı ve yılan yokmuş. Çok şaşırdım. Bir de termal bölge olmasına rağmen hiç deprem olmuyormus. Ne güzel. Havada leylek gördük, yol boyunca ben Juli'nin isteği üzerine “Hatırla sevgili” yi, Poonam ise “Avaremu” yu söyledi. Sigara her yerde satılmıyor. Satılan yere trafik diyorlar ve +18 yazıyor. Dışarıdan kapalı dükkanlar ve vitrini, reklamı yok!.. Sigara içenler ellerinde minik kapaklı kutu bulunduruyorlar. Değil izmaritini, külünü bile yere atmıyorlar.
Livia ile Ferdinant evli; ikisi de ressam, ikisi de doğa fotoğrafçısı ve ikisi de mağaracılık yapıyorlar hobi olarak. Bizi evlerine davet ettiler. Her türlü meyve ve sebze yetiştirdikleri büyük bahçesi olan bir evleri var. Onlar da birkaç yıldır ressamlar kolonisi ve sergiler yapıyorlar bahçelerinde. Zaten orada herkes bu tür sanat faaliyetleri yapıyor. Akşamları oturduğumuzda fotoğraflarını gösteriyorlardı bize. Poonam ise farklı bir kültür. Akşamları Hint müzikal videolar, danslar, geleneksel giysiler, evi ve ailesinin fotolarını gösteriyordu. Hatta bize hint dansı bile yaptı. Yani nerede ise Hindistan'a gitmiş kadar oldum. Zaten o da ressamlar kolonisi düzenliyormuş ve davet etti. Kimbilir belki Hindistan'a da gitmek kısmet olur.
Bu gün Festetics sarayı Kastely müzesine gidiyoruz. Arabayı park ettik. Geniş kaldırımdan yürüyoruz. Juli “Hulya'cığım eğer arkadan bir bisiklet gelecek ve sana çarpacak ve sen ceza alacaksın. Çünkü bisiklet yolundan yürüyorsun” diye beni uyardı. Çok da Avrupa Birliği'ne girme heveslisi değilim ama bütün bunları görüp kendimizle kıyaslama yapınca bizi almayacaklarına iyice kanaat getirdim.
Saray barok mimarinin çok güzel bir örneği, bahçesinde heykeller, havuz var ve 1800 lü yıllardan kalma harika tarihi bir yapı...
Çat pat İngilizce'm Poonam'la sohbete yetmiyor. Ben ona anlatamıyorum, o bana anlatıyor ama anlamıyorum... Arada bir Mine sağ olsun çeviriyor ama yetmiyor. Derken elindeki tableti aldım googleden çeviriyi açtım. Ooooh! Dünya varmış... Bir sohbet, bir sohbet... işi tam dedikoduya çevirmiştik ki Juli “Haydi hemen hazırlanın yüzmeye gidiyoruz. Yarın belki yağmur yağacak” dedi. Hemen hazırlanıp yola koyulduk. Kırmızı meyveli harika ağaçlar yolları süslüyor. Balaton gölü orta Avrupa'nın en uzun gölü imiş. Plaj yemyeşil ağaçlar, çiçekler ve heykellerle süslü. Ördekler yüzüyor. Suyu sodalı gibi ve sıcacık. Sanki termal havuzdasınız. Hergün binlerce kişi geliyor. Çok kalabalık. Birden derinleşmiyor...
Sarımsak, havuc, pırasa, biber, soğan, az erişte ve büyükçe pirinçli köfteli çorbaları var ve lezzetli. Porsiyonları üç kişiyi doyurur cinsten. Farklı et yemekleri yapıyorlar. Gittiğimiz restoran şefinden her gün ünlü çorbaları “gulaş” yapmasını rica ettim. Son gün etli patates gibi bir tabak geldi önüme gulaş diye ama bana inernette tarifini okuduğum gulaş gibi gelmedi. Tatlı çok seviyorlar. Hamurun ya da yufkaların içine meyve, reçel ya da marmelat sarıp pişiriyorlar. Krep içine lor sardıktan sonra üstüne vişne reçeli dökülmüş tatlı çok lezzetli idi. Arkadaş toplantılarımda yapacağım.
Arada bir sabahları erken kalkıp yürüyüş yapıyorum. Kimsecikler yok! Sokaklar bomboş. Ne bir kedi, ne bir köpek, ne de bir çocuk sesi... insanlar işine bisikletle gidiyorlar. Yaşlıca bir bey bisikletin üstünde, bir elinde de bastonunu tutuyordu. Çok hosuma gitti. İki hanım da köpeğini gezdiriyordu. Sanırım buradaki araçların kornası yok. Çünkü hiç kimse çalmıyor. Yolda karşıya geçmek istediğinizde yola adımınızı atmanız yeterli. Hemen duruyorlar. Hiç öfkelenmeyip kafasını camdan dışarı uzatıp “Naaapıyosuuun!” diye bağırmıyorlar. Yayalar efendisi burada trafiğin.
Gezmediğimiz zamanlar kültür merkezinde atölyede resim yapıyoruz. Cumalıkızık evleri idi üçüncü tablom. Bitirdiğimde Juli resmime bakıp “Çoook seviyorum” dedikten sonra ekledi “Ben seni tanımadan önce de resimlerini facebookta görüyor ve çok beğeniyordum” Bu söz beni cok mutlu etti. İnternet doğru kullanıldığı zaman böyle güzelliklere kapılar arayabiliyor işte...
Bu aksam geleneksel ekmek festivali var. Bütün bu organizeleri Juli yapıyor. Folklorik giysili kızlı erkekli gençler kovboy müziği gibi ıslık çalınan müzikle dans ettiler. Önce Papa konuştu, sonra belediye başkanı meryem ana heykeline çiçek sundu ve ekmekleri dilimledi. Sonra folklor oyuncuları o dilimlenen ekmekleri izleyicilere dağıttı.Ekşi maya ile geleneksel yapılmış büyük, yuvarlak ve lezzetli idi. Papa ile tanıştırılırken “Türkiye İzmir'den Hülya Sezgin” dedim. Papa “Siz müslüman mısınız?” diye sordu. “Evet” dedim. Papa elimi öptükten sonra “İşte benim özlediğim görüntü... Müslüman, hristiyan ya da başka dinden... hep birlikte kardeşçe” sözünü “Benim de” diye yanıtladım. Ve işte biz bunu sanatla başarmıştık...Akşam serinliğinde yemeğimizi yedikten sonra googleden hint müziği bulduk Puunam bize gene hint dansı etti.
Zalaszántó Buda kutsal mekanına gittik. Çok güzel bir yer. Orada ülkem için, ailem için, kendim için dualar ettim. Yol üzerindeki Dino parkı seyrettik. Büyükçe dinazor heykelleri hareket ediyor ve korkunç sesler çıkartıyorlardı.
Bugün gene baska bir festival var. Şarap, üzüm ve bağ bozumu festivali. Bu festivaller sayesinde hem sosyal, hem de ekonomik hareketlilik oluyor. Böylece turizm sayesinde kayda değer gelirleri var. Sanata çok değer veriyorlar ve sanatsal etkinlikler çok sık yapılıyor. Pek çok konu üzerine müzeleri var. Keçi müzesi bile var. Başka ülkelerde de tanınan çok ünlü bir rap grup olan “Balkan fanatik” konser verdi. Hepimizi coşturdu. Çok kalabalık izleyici huzurunda adlarımız tek tek okunarak üzerinde Türk bayrağı da bulunan katılım belgelerimiz verildi. Kendimle gururlandım...
Her güzel şey gibi bu koloninin de sonuna gelmiştik.
Juli bizi havalimanına getirdi. Budapeşte'de çok güzel... Serdar bey, Mine ve ben İstanbul'a; Puunam Hindistan'a gidiyor.... hava puslu, serin... hafif hafif yağmur çiseliyor...
Pek çok ülke görmek istiyorum ama tur gezileri ile değil. Böyle sanat kolonileri ve resim çalıştayları ile. Çünkü turla size sunulanı görüyor ve geziyorsunuz... oysa biz onlarla, farklı ülke ve kültürden aynı şeylerden hoşlanan dostlarla birlikte orada yaşıyoruz. Yani böyle bize sunulanı değil, gerçek yaşamı görüyoruz...
Bu dünya böyle işte. Kiminin hayalleri var, parası yok; kiminin parası var, hayalleri yok!.. Hangisi daha iyi bilemedim...
Ziyaretimize de gelen Vonyarvachegy'in genç, dinamik ve sempatik Belediye Başkanı Péter Károly ve bu harika organizasyonu yapan Kültür Müdürü canım kardeşim Julianna Illes Major'e emeklerinden ve sanata verdikleri desteklerinden ötürü sonsuz teşekkürler...
Hülya Sezgin/ hulyasezgin@hotmail.com