Yazının başlığındaki sözler ABD’nin üçüncü başkanı olan Thomes Jefferson’a aittir. İşin ilginç tarafı Jafferson’un yerlilerin, kölelerin özgürlüğünü savunması ve ABD Bağımsızlık bildirisini hazırlayanlardan birisi olmasıdır. İnsanların özgürlüğüne kavuşması için 10 Aralık 1948’de İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'ni imzalanmıştır. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin birinci maddesi; "Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdanla donatılmışlardır. Birbirine kardeşlik anlayışı ile davranmalıdırı" der.
Türkiye’de ise 1923’de ilan edilmiş pırıl pırıl bir Cumhuriyet vardı ve İnsan Hakları Beyannamesi'nin içeriğini kendisine düstur edinmişti. Gazi Mustafa Kemal Atatürk işte bunun için büyüktür. Son 20 yılda Türkiye’de yaşayan bizler bu haklarımızı birer birer kaybettik ve Ortaçağ’ın karanlık dehlizlerinde sürünmeye başladık. 100 yılına yaklaşan Cumhuriyet'in militanı yoktur. Günümüzdeki siyasi sistemin trolü, militanı, birkaç silahlı kuvveti, militanı vardır. Yani halkının özgürlüğü yoktur. İnsanlar taraftar yapılmış siyasi, maddi ve manevi çıkarlarla kullanılmaya başlanmış ve bu yanlış devam etmektedir. Demokrasilerde bu yoktur. Demokrasilerin böyle militan kuvvetlere de ihtiyacı yoktur. Bunların hepsi otoriter, totaliter, tek adam rejimlerinin korku ürünleridir.
Türkiye Cumhuriyet ve demokrasi yolunda oldukça mesafe kat etmişken 2000'li yıllardan sonra her gün insan hakları, siyasi özgürlükler, kültürel ve ekonomik gelişme, uluslararası standartlarda geriye düşerek Ortadoğululaştı, otoriterleşti ve devleti dini kıstaslarla yönetmeye başlandı. Ne liyakat, ne bilgi, ne akıl, ne eğitim, ne kültür kaldı. Ve bugünlerin acı tablosu ile karşı karşıya kaldık. Bölündük, fakirleştik, yoksullaştık. Bütün bu olumsuzluklara karşı evrensel, standart kurallardan uzaklaştık ve ülkeyi fakirleştirdik. Maddi ve manevi çöküşün içinde kendimizi bulduk. Demokrasiyi belirleyen devlet, hukukun üstünlüğü ve eğitimi hacı, hoca, şeyh ve tarikatların kucağına bıraktık. Böylece demokrasi cinini şişeden çıkardık.
Cin tekrar şişeye girer mi? Bu sorunun cevabı halkın demokrasiyi istemeleri ve desteklemeleri konusunda kararlı olmaları durumuna bağlıdır. 2023 seçimleri bu bakımdan çok önemlidir. Halk ya demokrasinin yanında yer alacak ya da bazı tarikatların sokaklarda gezdirdiği yeşil bayrağa biat edecek kul-köle olacak. Mümin besleyecek, şeyh saltanat sürecek.
Bu kadar dramatik bir anlatıdan sonrada "Balık baştan kokar" diyelim, bugünü dramatize edelim.
Kuzey Kore bilindiği gibi tek adam tarafından yönetilmekte, Dünyaya kapalı bir ülkedir. Halkın temel ekonomik ihtiyaçlarını dahi karşılamaktan uzaktır. Otoriter, totaliter ve militer bir yönetim ile halkı inim inim inletmektedir. Yeri gelir Dünyaya meydan okur, saman alevi söylemleriyle halkı avutur. Dünyayı tehdit eder.
Koreli vatandaşın biri oltasını eline alır ve nehirde balık avlamaya gider. Sabırla bekler ve oltasına irice bir balık gelir. Sevinçlidir karnı doyacak midesi et yüzü görecekti. Eve girer girmez hanımına müjdeyi verir. Bundan sonra eşler arası diyaloğu dinleyelim:
- Balığı kızartacak mısın?
- Sıvı yağ yok…
- Buğulama mı yapalım?
- Tencere yok
- O zaman ızgarada yapalım…
- Odun yok…
Olumsuz yanıtları alan adam sinir küpü olmuştur. Balığı aldığı gibi doğru nehre gider ve balığı suya bırakır. Suya bırakılan balık, suya kavuşmanın sevinci içinde bağırır "Çok yaşa Jim Jong"! (Jim kimdir derseniz? Ülkenin yöneticisi)
İyi ki varsınız diktatör yöneticiler! Sayenizde balıklar yaşama fırsatı buluyor. Kilo alıyor, yatlar, katlar ve paracıklar, gemicikler sahibi oluyor.
Bir başka yazımda buluşmak üzere...