İktidar yanlıları sanıyorlar ki, memleketin içinde bulunduğu sıkıntıları dile getirince ferahlıyoruz. Sanıyorlar ki, kötü yönetim örneklerini ve bunun vatandaşa yansıyan acı sonuçlarını yazınca mutlu oluyoruz.
Hayır! Yazdığımız her sıkıntı, çözülemeyen her mesele beynimizde “bir zehirli kıymık” gibi bize acı veriyor.
Ülkemizin her alanda “kör kuyularda merdivensiz bırakılmış” olduğunu hissetmenin acısını, “denizler ortasında yelkensiz bırakılmanın” çaresizliğini hiç anlamıyorlar.
Ümit Yaşar Oğuzcan’ın şiirindeki, (Münir Nureddin Selçuk’un bestelediği şarkıdaki) ruh halini sosyal alanda yaşıyoruz:
“Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın / Denizler ortasında bak yelkensiz bıraktın /
Öylesine yıktın ki bütün inançlarımı / Beni sensiz bıraktın, beni bensiz bıraktın.”
Böyle bir “çaresizlik psikolojisini” yaşamanın kolay olduğunu sanıyorlar… Hayır, kolay değil.
Endişe içindeyiz… Korkuyoruz!
* * *
NEREDEN NEREYE…
Endişe içindeyiz… Korkuyoruz!.. Çünkü;
Yolsuzluk, yoksulluk ve yasakları (3Y) kaldırmak için gelenlerin yolsuzluk bataklığını büyüttüklerini gördük. Yirmili yaşlardaki çocuklar bile milyonlar ve milyar dolarlar götürüyor.
Yoksulluk nüfusun büyük kesimine yayıldı. Geçim derdi yüzünden her gün birkaç intihar vakası duyuyoruz.
Yasakların hayatımızı kararttığı bir otoriter demokrasi dönemi yaşıyoruz. Yolsuzluk haberlerine yayın yasağı, 65 yaş üstüne sokağa çıkma yasağı, virüs bulaşmasını azaltmak için(!) içki satış yasağı gibi saçmalıklar; polisin orantısız davranışlarını kameraya çekme yasağı gibi tuhaflıklar icat edildi.
Keşke 3Y karabasanını artarak yaşamak durumunda olmasaydık.
Keşke “Avrupa’nın hasta adamı olarak nitelendirmeyi hak etmiyoruz” diyebileceğimiz güçte olsaydık.
Keşke “gavurdan” borç da almasak, buyruk da.
Keşke dindarlık, Müslümanlık adına sergilenen davranışlarıyla, ateist sayısını artırdıkları için Ateizm Derneklerinin teşekkür ettiği din, bilim ve siyaset adamlarımız olmasaydı.
Keşke “alnı secdeye değen” insanların dürüst, ahlaklı ve karakterli olduğuna inanmaya devam edebilseydik. Siyasal İslamcıların sayesinde din, inanç ve milli değerlerden bahseden herkese şüpheyle bakar olduk.
Keşke bizi yönetenler dürüst kalabilseydi. Kendilerine “mücahit” diyenlerin bir kısmının devlet kaynaklarından beslenen “müteahhit”, bir kısmının “her şeye müsait” hale geldiğini gördük.
* * *
ÇIKMAZ SOKAK
Bir süreliğine iktidar emanetini verdiklerimiz, size sesleniyoruz!
“Demokrasi” dediniz, “hukuk” dediniz, “insan hakları” dediniz de geldiniz. “Kuvvetler ayrılığını” ortadan kaldırıp “otoriter bir yönetim” oldunuz.
“Özgürlük ve hukuk” gibi kavramları sadece kendiniz için istediğiniz anlaşıldı. “Haklının değil, güçlünün hukukunu” seçtiniz.
“Liyakat” dediniz, “meşveret” dediniz de geldiniz. Devletten ve kurumlardan ehliyet ve liyakati uzaklaştırdınız. Yakınlarınız, partilileriniz, iş birliği yaptıklarınızı makamlara getirdiniz. Kamuda ve hatta sivil kuruluşlarda bile herkes sarayın işaretine göre tavır alır oldu. İstişareyi, ortak aklı yok ettiniz.
Devletin kurumsal yapısını bozdunuz, beşerî sermayesini çökerttiniz. Devletin tecrübesinin kayıtlı olduğu hard diski formatladınız.
Öylesine yıktınız ki inançlarımızı… Bizi kendinizden uzaklaştırdınız… Daha da kötüsü, bizi değerlerimizden soğuttunuz.
Sizi dostça uyaranları, iyiliği ve hakkı tavsiye edip, kötülükten sakınmaya davet edenleri “düşman” gördünüz, “hain” ilan ettiniz.
Bütün bu yaptıklarınıza rağmen hala kalabalıksınız. Sizi, Necip Fazıl’ın ifadesiyle uyarmak istiyoruz:
“Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak!”
Çıkmaz sokaktan geri dönmek ilerlemektir. Geri dönün!
* * *
ÇARESİZ DEĞİLİZ
Biz ülkemizin içinde bulunduğu dertleri ümitsizlik, karamsarlık ve çaresizlik duygusu yaymak için dile getiriyor değiliz.
Halkımızın bir kesimi, ağır meselelerle kuşatılmışlığımıza rağmen, olanların farkında değil.
Bu kesimde farkındalığın artması için bilgilerimizi, duygularımızı paylaşıyoruz.
Ümitsiz değiliz. Türkiye’nin beşerî sermayesi, tarihten tevarüs ettiği birikimi, stratejik coğrafi konumu birçok imkanlar bahşediyor.
Bugünleri aşarız. Yeter ki akıl ve bilim çerçevesinde sorunlarımızı tanımlayalım, hal çarelerini medeni bir şekilde tartışabilelim.
Adalet, hukuk, özgürlük gibi kavramların ülkemizde hayata geçirilmesiyle siyasi olarak da ekonomik olarak da güçleneceğimizi biliyoruz.
“Yolsuzluğun, Yoksulluğun ve Yasakların”, “kuvvetler ayrılığına” dayalı “tam demokratik” bir Türkiye’de kalkabileceğini anlatabiliriz.
“Hukukun üstün olduğu” diğer ülkelerde olduğu gibi iş, aş ve ekmek sorunlarının kalmadığını gösterebiliriz.
Rejim otoriterleştikçe kişi başına milli gelirimizin 12.500 dolardan 7 bin dolar mertebesine düşmesi tesadüf değil.
Asıl sorunun, sorunları çözmesi gerekenler olduğunu; “iktidarın gücünün dengelenmediği ve denetlenemediği bir sistem” olduğunu kitlelerin fark etmesini sağlayabiliriz.
Böylece “kör kuyulardan” çıkabilir, “denizler ortasından” güvenli sahillere erişebiliriz.
Biz Türklerin bilimde, teknolojide, sanatta, ekonomide, medeniyetin her alanında insanlığa örnek ve rehber olabilecek imkân ve kabiliyetimiz vardır.
Yeter ki inanalım, yapabiliriz...