Partiler de insanlara benzer.
Doğar, emekler, büyür, gelişir, gaz çıkarır, iktidar olur veya uzun yıllar çabalar ancak olamaz.
Sonuçta devrini tamamlar ve ölür.
Gömün gitsin kokmadan anasını satayım bu durumda.
Yok partiler eğer güdümlü ise, gençliğimizin heyecanları dinamizmi geçer gider, ömrümüz yaşlılığa durur, "haaah şimdi bu seçimde olacak" dersiniz, "oyumuzu artırdık bakın ama" derler, sonuçta hiç bir şey değişmez "artık değer" olarak kalır.
Baştakiler ile birlikte yaşlanırsınız da bir türlü yapıştıkları koltuğu bırakıp, "ben yapamadım, yapan gelsin" deyip gitmezler.
Kendilerini demokrasinin, milliyetçiliğin teminatı olarak gören partiler yıpransa da tabela partisi olarak kalmaz ancak iktidar da olamazlar.
Konjöktür nereye evrilirse herkes bir dava bulur onun peşinde koşar, koşturur.
Bazı partiler bu yüzden dava dosyaları gibi bir sonraki duruşmaya kadar evrile devrile davalarını da unuturlar çıkar eksenli kuruldularsa.
"Yahu bizim davanın adı neydi arkadaşlar?"
"Hımmm şeydi yaa"
"Neydi bir dakika düşünelim"
"Ne davasıydı bu? Neyin davasıydı.!!! Unuttum valla"
Davamız insanın insanca yaşaması da, ortada insan da kalmadı insanca yaşatacak anlayışlar da.
İstisnaları hariç, çıkar eksenli menfaat çevrelerinin kurdurduğu partilerin eksen kayması yaşaması hayalden öte gidemez.
Bunlar kale gibidirler, arkalarında hep bir sermaye gücü vardır.
Bunların davaları insan harcayarak, takiyye yaparak, paralarını banka gibi gördükleri partilerin kasalarını doldurarak, ortadaki pastayı bölüşmek.
Yani para babalarının yakarak, yıkarak, tüm değer ölçülerini ezerek, yok ederek ilerledikleri ilkesiz daha çok para kazanma sermayelerine sermaye katma davası...
Bu davayı gören daha bir adalet mekanizması yok.
Bu davanın sanığı yok, tanığı yok, dosyası yok.
Mürür zaman, gel zaman git zaman işte.
Kutsalı insan olmayan hiç bir parti ayakta kalamaz.
Sermaye tükendi.
Çünkü insanı tükettiler...
Yeraltı yerüstü (öz varlıklarımız) talan edildi.
Tüm zenginliklerimiz tükendi.
Tüketim toplumu elbette ki partileri de tüketir.
Kendisine; yani yaşamı öne alan partilere yönelir insan yapısı gereği.
Ancak bazı partiler yandaşlarını, ona gönül verenleri uzakta tutarak diğerlerini burunlarının dibinde tutmaktadırlar.
Yanındakinin kıymetini bilmez, kendi peteğindeki balı görmez, arı gibi komşunun pekmezine dadanırlar her nedense.
Aslında büyük insanlık için ortada tek bir dava vardır. Yaşamak ve yaşatmak ilkesi.
Kimseye muhtaç olmadan bir başına ayakta kalabilmek önemlidir.
Aç insanın ne davası olur ne de partisi.
Açlık yoksulluk yönetilemez.
"Az verip kızdırma, çok verip azdırma" mantığı eskilerin dilinde pelesenk olmuştur.
Çok verince azıyorlar demek ki.
Herşeyde itidalli olmak şart, dinimizin emri bu.
İnsanı akla fikre doyurmayan, çıkar odaklı kurulan partilerin çıkar kavgaları, hedef kitleyi arkasında sürükleyemez.
Hedef kitle geçinemiyor.
Hedef kitle; "'Peygamberimiz fakiri severdi' sözünü kendinize niye yüklemiyorsunuz?" diye soruyor artık.
"Siz niye aç değilsiniz?" diye soruyor.
Hedef kitle yavaş yavaş uyanıyor.
Açlığı yoksulluğu sorguluyor.
Sermayenin nereye kaydığını öldürmeyecek ölmeyecek kadar verdiklerini, kendilerine gelince kürekle götürdüklerini görüyor hedef kitle.
Aynı zamanda kendisine "artık" olarak verilenlerin bir ihsan, lütuf olmadığının da farkında.
Hedef kitle neden cahil bırakılmak istendiklerinin de farkında.
Bu yüzden insana, insan yaşantısına dokunamayan partiler tabela partisi olarak devrini tamamlayacaktır.
Parti içi demokrasinin gereği, içinden amip gibi bölünerek çoğalan parti kurmak değil, bileği büküldüğünde kendi çıkarlarını o koltukta her ne olursa olsun kalmayı gözetmeden, milliyetçi vatansever duygularla yerlerini alacak yeni önderler yaratarak, önlerini kesmeden bırakmak olmalıdır.
Aksi taktirde çoklu parti yetmezliği yaşamsal tüm organlarımızı kesecek.
Parti içinde parti...
Çoklu organ yetmezliği gibi demokrasiyi öldürür.
Eğer partiler iktidar olmak için kurulmuş ve bunu vaad ediyorsa, üç seçim sonra olmamışsa "bundan sonra olacak" mantığı ile halkın karşına dolgu ile botokslu çıkmamalı.
Yani genç görünüm değil, genç düşünce.
Akla ne dolgu, ne botoks.
Beyniniz, yeni Z kuşağına ulaşamıyor, erişemiyorsa, ne yaparsanız yapın tutmaz bu göl bu mayayı.
Nasrettin Hoca'yı eşeğe ters bindirmeyin.
Keşfedilmiş bir şeyi yeniden keşfedemezsiniz.
Parti içi demokrasiyi işlevleştiriniz, işletiniz.
Yoksa çoklu parti yetmezliğinden öleceğiz.
Zaten entübeyiz, kendi başımıza nefes alamıyoruz.
Daha bu çoklu parti pandemisi bulaşa bulaşa ülkeyi yutacak.
Ya da sağlıklı organlar gibi, her bir partinin üstüne düşen sorumlulukla, ülkeyi sağlıklı bir beden haline dönüştürünüz.
Lütfen hayatı iyileştiremiyorsanız, mücadele gücümüzü bağışıklık sistemimizi çıkarlarınız uğruna yıkmayınız. Partilerin sahte çift maskeleri olsa da çoklu parti virüsü hepimizi öldürür.
Zaten ilacı da yok aşısı da yok.
Çoklu parti yetmezliği hastalığına yakalanmamak için temiz toplum, temiz düşünce şart.
Bari müsaade edin demokrasinin şah damarı, organları yara almasın.
Sadece önderleri kutsayarak ayakta kalamayız.
Gelişimi, dönüşümü, ilerlemeyi esas alan düşüncelere yer vererek, bunları seslendirenleri dinleyiniz.
Korkmayınız!
Aksi taktirde siz bırakıp gittiğinizde ne parti kalır, ne siyaset kalır, ne de mücadeleye katkı verecek insan.
Ciğerlerinizi demokrasinin nefesi ile doldurunuz...
Ve kalın sağlıcakla...