“BU NE TARİH SEVGİSİ ÂH, BU NEYİN IZDIRABI”

Süleyman PEKİN

Son istatistiklere göre nüfusumuz 80 milyon 800 bin, e devlet üzerinden soyağacı bilgisine başvuranların sayısı ise 10 milyon. Devlet, Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü üzerinden elindeki 1–2 asırlık nüfus kayıt bilgilerini eksiğiyle noksanıyla “Alt-Üst Soy Bilgisi Sorgulama” ekranından paylaşıyor ve daha ikinci haftada halkımızın % 12’si internet üzerinden başvurmuş oluyor.

“Bu ne sevgi ah, bu ne ızdırap! Zavallı millet bağımız ne kadar harap.” 30 yıldır tarih üzerinden hayata bakan biri olarak diyorum ki bu durum hiç de normal değil. Zira tarih, yurdum insanının rivâyetler / menkıbeler haricinde pek ilgi duyduğu bir alan değil. Hele hele siyasetçilerimiz / yöneticilerimiz için hiçbir zaman aranan özellik olmadı. Eee, öyleyse bu ne?

Selçukoğulları, Oğuzların Üçoklar kolunun Kınık boyuna mensup bir sülâle idi; devleti onlar kurunca hepimiz Selçuklu adını millet adı olarak benimsedik. Kezâ Osmanoğulları da Oğuzların Bozoklar kolundan Kayı boyuna mensup sülâlelerden biri olarak devletleşti; hepimiz Osmanlı adını millet adı olarak benimsemekle kalmadık, yıkılışından bir asır geçmesine rağmen hâlen bu ismi övünç sebebi olarak kullanmaktayız.

‘Anâsır-ı İslâmiye’ yahut ‘Anâsır-ı Osmâniye’den kalanlarla kurduğumuz son devlete ise daha geniş bir millet adı vererek Türkiye dedik. Aralardaki beylikleri saymazsak Anadolu’daki bin yıllık tarihimizin kaba özeti budur. Bu coğrafyada yetişen devlet adamlarımız içerisinde tarih bilinci en yüksek insanlardan biri olan M.Kemal Atatürk “Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir” sözüyle aslında mevzuya ta işin başında hitame koymuştu. Ama aşındıra aşındıra bugünlere geldik.

Zaten kuruluş manifestosunda yer alan “tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet” iyi de bunların adları var; Türk Milleti, Türk Bayrağı, Türkiye ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti. Sanırım ilkinin muhtevası hâricinde diğerlerine bir itiraz yok. O da şu: Osmanlı’daki unsurlardan kurtarabildiğimiz kadarıyla bir Millî Mücadele verdik ki buna Milletçe Yaşama ve Millet Olma Mücadelesi de diyebiliriz; hür ve bağımsız bir Türkiye için o mücadelenin hakkını veren halkın tamamına Türk Milleti dedik ve demekteyiz.

Daha önce defalarca yazıp söylediğimiz gibi: Türkmen’den Kürt’ü ayırmak ırkçılıktır, Laz’la Çerkez’i ayrıştırmak soy-sopçuluktur. Unsurlara, alt kimliklere millet demek millî bütünlüğü bozmak demektir. Ne Atatürk, ne de Cumhuriyetin fikir öncüsü Ziya Gökalp meseleye bugünkü bozguncular gibi bakmamıştır. Hatta Gökalp “Millet ırkî bir tarif değildir, etnik bir tarif değildir, coğrafî bir tarif değildir, idarî bir tarif değildir, siyasî bir tarif değildir, kavmî bir tarif değildir; kültürel bir tariftir” diyerek meseleyi ortaya koyar.

Ortaasya’dan Anadolu’ya taşıdığımız kültürel miras, İslâmiyet’ten ve Acem, Arap, Bizans gibi milletlerden / devletlerden etkilenerek bugünkü birikimine ulaşmıştır. Hatta son 170 yıldaki Batı Medeniyeti’yle etkileşimimiz de kültür ve uygarlığımıza katkı sunmuştur. Neticede ortada bir Türk Kültürü var; düğünde-dernekte, sevinçte-kederde, birarada yaşama arzusu ve ortak gelecek duygusuyla hepimiz biriz, Türk Milleti’yiz.

Son 15-20 yılda adeta deneme tahtasına döndürülen millî kimliğimiz, insanımızı maalesef kendinden şüphe eden ve arşiv kayıtlarıyla kendini ifade etmeye yönelten bir iklimdedir. Demek ki toplumsal yapımız üzerindeki aşındırma çalışmaları sosyolojik olarak başarılı olmuş. İnşallah bu eşiği birileri bambaşka amaçlar için kullanmaya kalkmaz. Ve inşallah birileri yaraları sarmaya bu noktadan başlar.

Arayış içindeki bir halka ortak aidiyetin huzur ve mutluluğunu hissettirmek şart.