Başta Nünü idi... Sonra annesi "Şanslı" dedi ona. Çünkü yalnız adı değil kendisi de şanslı idi. Rahmetli annem derdi ki; "Allah son gürlüğü versin!"
İşte bizim Şanslı da öyleydi...
* * *
Henüz evlenmemiş, hatta nişan bile olmamış kızınız bir gün karşınıza dikilip "Sana yakında bir sürprizim var... torununu getireceğim!" dese ne yapardınız?
İşte ben de öyle oldum. Canım kızım, gözümün nuru karşıma geçip böyle söyleyince öylece kalakaldım. Kâlp krizi falan geçirmeyeyim diye lafı uzatmadı ve ekledi:
"Minik bir kedi evlat edindim. Evlatcığımla yakında tanıştıracağım sizi."
Derin bir nefes aldım ama duygularım alt-üst olmuştu. Hayvanları çok sevmekle birlikte 15 yıl evin bir ferdi gibi baktığımız köpeğimiz Efe'nin yaşlılıktan ölümü sonrası yaşadığımız acı sonrası bir daha hayvan sahiplenmemeye karar vermiştik. Çünkü sahiplenmenin sorumluluğunun bilincindeydik...
Benim bocaladığımı görünce anlatmayı sürdürdü:
"Arkadaşım Başak bir gün giderken öndeki araç henüz 15-20 günlük bir kediye çarpmasıyla kedicik uçtuğu gibi Başak'ın aracının camına yapışmış. Elbet öndeki araç durmamış bile... Basmış gitmiş. Başak hemen inmiş arabadan, kapkara minik kediciği kaptığı gibi götürmüş veterinere. Arka ayaklar kırık, başının iki yanı yüzülmüş. Bağırsakları biraz dışarı çıkmış. Sol böğründe bir delik!..
Uzunca ve oldukça pahalı bir ameliyat sonrası kedicik yaşama tutunmuş. Bir 15 gün sonra tatili biten Başak'ın İstanbul'a dönme vakti gelmiş. Gelmiş ama el kadar kara kediciği çok sevip peşinde "Nünü" diye koşturup oynayan kızı Masal henüz birbuçuk yaşında... Üstelik İstanbul'da evde daha iki kedi daha varmış...
Başak ne yapacağını düşünürken öyküsü ile yüreği dağlanan canım kızım Senem'im "Ver bana, ben bakarım." demiş...
Bu durumda haydi siz olun da "istemem" deyin...
Manevi de olsa...Bir kedi ile de olsa kızım "anne" olmuştu!.. Eh!.. Ben de anneanne...
Neyse... Bir gün geldi kedicik. Simsiyah parlak tüyleri... Küçücük başında çekinerek bakan iki şu yeşili iri gözleri ile pek farklı, pek sevimli... Çirkin bile olsa yaşadıkları yüzünden hepimizin ona bakışı farklı, yumuşacıktı...
Eşim Hikmet'in babaannesi Mısır'dan gelme bir Arapmış... "Allah çikolata bir torun verir" diye heveslenirken Arap bir kedi torun verdi... Ne yapalım, O'na da şükür...
Mamalar alındı... İhtiyacı için kedi kumu... Bir yere giderken rahat etmesi için kafesli sepeti!..
Veterinere götürüldü... Dişi olduğu için kısırlaştırmak da gerek biraz büyüyünce...
Pirelenmesin diye verilen parazit hapının zamanı geldi...
Kuru mamasının içine karıştırdı annesi...
Mamayı yedi, yedi... Hapı seçti...
Bunun üzerine Senem yaş mama koydu üstüne biraz da ufaladı hapı...
I-ııh!.. Yine mamayı yedi, hapı ağzına kazâra alsa bile geri çıkardı...
Dedesi Hiko sardalya almıştı. Kafalarını ayırdım. Bir güzel pişirdim. Koydum bir kavanoza... Doooğru buzdolabına... Hergün bir kaşık veriyorum az ekmek içi ile karıştırıp. Bayıla bayıla yiyor...
Haydi onunla deneyelim dedik...
I-ıııh!.. yine yutturamadık!..
Aman Allah'ım... Ne zor şeymiş kedi büyütmek...
Aslında "günümüzde" desem daha doğru olacak. Çünkü çocukluğumda hep kedilerim olmuştu. Yemek artıklarına ekmek doğrayıp verirdik. Şapur şupur yerlerdi. Arada sırada rahmetli babam kasaptan "manco" dediğimiz akciğer getirirdi. Doğrayıp kavururduk, öyle yerlerdi. Elbet o zaman ucuzdu... Günümüzde durumu olmayan annelerin çocuklarına yedirdiğini duydukça kahroluyorum...
Arada sırada bir güzel yıkardım leğende. Kış günü ise kuzineye tutarak ısıttığım havluya sarardım yıkadıktan sonra... Bembeyaz bir Ankara kedisiydi... Adı da Boncuk'tu...
Adı deyince...
Başak'ın kızı 1,5 yaşındaki Masal ona "Nünü" demiş...
Ben sevdim Nünü'yü. Ablası "Komik" olsun dedi... Komik... Komik... Yok... Hiç hoş değil söylerken... Karşı komşum Nesrin "Gece" olsun dedi..
Onu da sevmedik...
Bu kez anne ablası "O zaman Şanslı" dedi...
O da pek içime sinmedi ama ablası öyle istedi...
* * *
Her ne kadar Nükhet Duru'ya arkadaşları "Nünü" dese de nerden estiyse birbuçuk yaşındaki Masal da kediciğe "Nünü" demiş.
Ben çocukken kedimin adı "Boncuk" olduğu için her kediye o adı yakıştırıyorum. Nünü'yü de sevmiştim ama annesi "Benim kızım şanslı, adı da Şanslı olacak!" dedi.
E evlat edindiğine göre Senem annesi, ben anneanne, Hiko dede, Serter de dayısı olmuştu artık...
Masal İstanbul'a dönmeden bir gün Senem'in işyerine gelmiş annesi ile..
Oradaki kara kediyi görünce
"Nünü... Nünü!.." diye koşmuş kedinin peşinden. Annesi ve Senem "O Nünü değil, başka kedi" diye ikna edene kadar epeyce uğraşmışlar...
Bir de temiz... Dakikalarca partilerini, ağzını, başını temizliyor yalanarak. Senem annesi "büyüyünce odamı temizleteceğim ona" diyor...
Tabağından yemeğini yerken arka ayakları henüz iyileşmediğinden kurbağa gibi yere yapıştırmasını gördükçe yüreğim sızlıyor...
Arıları, sinekleri yakalamaya çalışıyor. Çekirge yakalayınca da affetmiyor... Bir güzel çıtır çıtır yiyor. Önce tuhafımıza gitti... Sonra öğrendik ki keratin içerirmiş... O da tüylerini parlatırmış...
Simsiyah astragan kürk gibi parlayan tüylerinin nereden geldiğini anlayarak ses etmiyoruz artık!..
Ne yapayım, elimde değil... Çocuklarımı da öyle severdim ben... Mıncık mıncık... Sıkıştırarak, hırpalayarak... Kediciği de öyle sevince hayvan gözleri şaşkın bana bakınca Senem dedi ki "Korkma çocuuummm... Bi şey olmaz... Bak ben büyüdüm, bir şey olmadı."
Şanslı "ananeciiiim" diye seslediğimde "Mır mır" mırıldayarak küçük bir hanfendi gibi mi geliyor sanıyorsunuz... I-ııh... aynı çöp konteynerinden fırlayan bir kedi... Oğlak gibi atlaya zıplaya, dört bacağını açıp ters taklalar atarak geliyor!..
Bahçe duvarının üstüne çıkıp telin ardından meraklı teyzeler gibi sokağı gözetliyor...
İçim sızladı da elimden bir şey gelmiyor bahçemizin diğer konuğu kurbağa ile top gibi oynamasına... Kimi zaman otların çiçeklerin arasına saklanıyor ne kadar çağırırsak çağıralım saklambaç oynuyor bizimle ama biz de onu yerinden çıkarmanın yolunu bulduk. Bir cevizi yuvarlayıveriyoruz... Onun çıkardığı tıngır mıngır sese dayanamıyor. Atlayıp geliyor...
Bir de halının altına elimizi sokup çıkardığımız "kırt kırt" sesine deliriyor, uçarak gelip kemirmeye başlıyor.
Bu arada Senem kediceyi söktü...
Kapı gıcırtısı gibi ses çıkartırsa yanına gelmek için kapıyı aç diye yalvarıyormuş. Sürtünerek "Miyaaavvv" derse "sev beni" diyormuş. Ses çıkarmayıp dik dik bakarsa "öfkelenmiş" (!) oluyor, kıçını dönmüş oturup hiç bakmıyorsa "kapris" yapıyormuş!...
Allah'ım türlü türlü huylar bu yeni moda kedilerde...
Ah erkek olsaydı ne iyi olurdu... Şimdi kısırlaştırma derdi var... Köy gibi bir yerde sürekli yaşasaydım asla hayvanın doğasına müdahale ettirmezdim. Kıyamazdım...
Ama başka çözüm yok... Düşünsenize yaşını geçmeden çevremde ona yakın kara kara böcük gibi bakıp "miyeev" diyen bıdıklar...
Hangi birine bakarsın?!
Yazlıktan döndük. Senem annesi önce kendi odasından üç-dört gün çıkarmadı onu... Benimsesin, alışsın diye. Sonraki günlerde evin her yerini keşfetti. Atlıyor, zıplıyor... Çok mutlu... "Evin hepsi benim" diyor. Arada bir benim çorabımı kaptığı gibi kaçıyor. Isırıyor, aynı anda da arka ayakları ile sanırsın top döndürüyor. Her yeri kokluyor. Evi tanımaya çalışıyor... Aynı zamanda da bizi... Biz de onu...
Kızışma döneminde ise dersin bir sevgi pıtırcığı. Yerlerde yuvarlanıyor, taklalar atıyor, mırıl mırıl "Sev beni" diyerek sürtünüyor. Yalnız arada bir "maaauuuuuv maaauuuuuv" diye acayip bağırıyor ki işte o çok kötü... Gece gündüz demiyor... Uyku uyutmuyor... Kızgınlığı geçince kısırlaştıracağız ama peşpeşe olunca bekliyoruz. Yalnız o dönem bittiği an "İstemezsem sevdirnem!" durumuna geçiyor. Zorlarsan tokatı basıyor. Kızım "uykusuzluk canına yetmiş" diyor ki "Anne biz en iyisi bunun ses tellerini aldıralım. Hep özgür sevelim!" Elbette şaka...
Öfkeli olduğunda odalardan kime kızgınsa onun çorabını kaptığı gibi getiriyor. Ters yatıp arka ayakları ile patinaj çekiyor...
Şimdilik pek mutluyuz hepimiz. Eve neşe geldi, canlılık geldi. Her gün birimizin omzunda... Biz hopidik... Hopidik!.. O mırıl mırıl!..
Bir can yaşama sarıldı... Bize de hareket, sevgi, neşe canlılık geldi... Darısı başınıza...