Çevrede olup bitenleri gözlediğimizde, konuşulanlara kulak kabarttığımızda, koca koca adamların hala büyümediklerini, 'sınıfın haylaz çocukları!' olarak kaldıklarını görüyor, ibret alınmamış davranışlara ister istemez tebessüm ediyoruz…
Meslek hayatımda 11-12 yaşından 45-50 yaş aralığına kadar öğrencilerim oldu. Yaş ya da sınıf fark etmeksizin, her seviyede öğrenci davranışını izledim. Görevinin bilincinde, sorumluluğunu yerine getirmek için azami gayret gösteren, derslere katılımı ve arkadaşlarına saygılı davranışlarıyla öne çıkanları gördüm. Takdir edersiniz ki, bu öğrenciler kısa zamanda sizin de saygınızı kazanır.
Sınıflarda ilk fark ettiğiniz çoğunlukla başarılı öğrenciler olmuyor. Derslere ilgi duymayan, ödevlerini yapmayan, konular hakkında bir fikri olmayan, ancak kendini gösterme arzusuyla yanıp tutuşan çocukları akla hayale gelmeyecek taşkınlıklarıyla fark edersiniz.
Derse herhangi bir hazırlık yapmadan gelir, sınıfta çapraz bir köşeye çekilip otururlar. Öğretmeni konuları öğrenme maksadıyla dinlemezler. Sadece önde dinleyen birilerinin açığını arar, konulara herhangi bir katkıları olmadığı halde fikir yürütürler. Hüküm verir, hüküm verirken de bilgiye dayalı bir şey söyleyemezler. Kendi kafasına göre olayları şekillendirir yorumlarlar. Kendilerini fark ettirmek için ya birine sataşır, ya da ortaya bir laf atar. Ne olursa olsun ortamı bulandırmanın bir yolunu bulurlar…
Küçükken kazandığımız alışkanlıklar büyüdüğümüzde de yakamızı bırakmaz. O alışkanlıklar, hayata bakış açımız ve olaylara karşı tavrımızın belirlenmesinde önemli rol oynar. Görüşümüz, algılayışımız ve çevremizdeki insanlarla ilişkilerimizin tamamını çocukluk çağında kazandığımız bu davranışları belirler. Kişinin düşünceleri yaptıklarını, yaptıkları alışkanlıklarını, alışkanlıkları da karakterini oluşturur.
"İnsan yedisinde ne ise yetmişinde de O'dur!"
Bu tür haylaz çocukları incelediğinde genellikle problemlerin aileden, yetişme ortamından kaynaklı olduğu görülüyor. Problemlerin temelinde de muhtemelen yetiştikleri ortamda fiziksel ve psikolojik şiddette yatıyor. Çocuk yaşadığı ortamda gördüklerini model alır. Kendi aile çevresinde, konuşmasına fırsat verilmeyen, baskı altında yetişen, sürekli birilerinin yönlendirmesi ve otoriter davranışlar doğrultusunda hareket etmek zorunda bırakılan çocuklar ileride herhangi bir mevki elde ettiklerinde sürekli hüküm veren, sözünü dinleten, despot kendisinden başka kimsenin söz söylemesine fırsat vermeyen yetişkinler oluyor. Kendisinden başka kimseden herhangi bir şey söylemesine fırsat vermeyen, 'ben merkezli!' bir adam olmasına zemin hazırlayan bir modelle yetişmiş olması etkisi vardır.
Böyle bir haylaz çocuğa sınıfın yönetimi teslim edilirse ne olur? Öndeki çocuklar dersi takip ederken, arkadakiler çocuklarında genelde dersi kaynatma eğilimindedir. Bu bağlamda öğretmen onların arzularına göre hareket ederse, böyle bir 'haylazın!' sözünü dinliyor olsa, ona göre ders işlese nasıl bir sonuçla karşılaşılır?
Önde, kürsüde görünen ile en arkada görünen şeyler aynı mıdır? Kürsüde olmakla, en arka çapraz köşede olmanın sorumlulukları aynı mıdır? Çapraz köşede oturup, önde olup bitenden habersiz biriyle kürsüdekinin gözlemleri aynı mıdır?
Öğretmen kontrpiyede kalsa, farkına varmadan böyle 'haylaz!' öğrencilerin güdümüne giriyor olsa sizce sonuç ne olur? Liyakat adına, adalet adına, sadakat adına sonuç ne olur?
Hala bu büyümemiş haylaz çocukların ödevlerini yapmadan, buralarda kendilerine oyun alanı gibi bir şeyler yapma arzusunda olduklarını görüyorum. Herhangi bir yerde olmayan, herhangi bir yere gitmeyen, herhangi bir yerde bir etkinlikte boy göstermeyen, katkı koyma arzularını da bir türlü göstermeyen, sadece klavye başında karanlığa küfreden bu arkadaşlara, "Büyümemiş haylaz çocuklar!" diyorum.
Herhangi bir yerde sorumluluk almadan, herhangi bir şeye el atmadan, herhangi bir eylemin içinde olmadan, herhangi bir gözlemde bulunmadan, kısacası tarlada, yani harmanda herhangi bir izi yokken, sofrada yüz buluyor, yemeğin yağına-tuzuna laf söylüyor!
Çok güzel şeyler de söylüyor olsan da, kendi iman etmeyince inandırıcı olamazsın! Çok güzel beklentilerin olsa, çok güzel dileklerin, temennilerin olsa da bunları kendi hayatında uygulamıyorsan yine inandırıcı olamazsın.
Kendi hayatında uygulamadığı bir şeyleri başkasında beklemek abes de işgal ettirmektir. Hal böyle olduğunda, idealler 'kenar süsü!' olmaktan öteye gidemez!
İdeali temenni etmek, bu doğrultuda güzel sözler söylemek eylemlerle desteklendiğinde bir anlam taşır. Güzel temennilerin sahipleri söylediklerine uygun davranışlar sergilediklerinde inandırıcı olurlar. İnsanın kendi yapmadığı, kendi iman etmediği, kendi hayatında uygulamadığını başkalarından beklemesi ne kadar inandırıcı olur?
Sınıf içerisinde gerçekleştirilen herhangi bir etkinlikte herhangi bir katkın, herhangi bir emeğin yok! Taşın altına elini koymamışsın. Sonra da kalkmış işin yapılış şeklini eleştiriyorsun. Neden o zaman kendin de bir işin ucunda tutmuyorsun?
Gerçekten iyi niyetliysen karanlıktan şikâyet etmeyi bırak, aydınlanmak için bir mum da sen yak!