Can Yücel, 21 Ağustos 1926’da doğdu, 12 Ağustos 1999’da öldü. İki ağustos arasındaki yetmiş üç yılı, dokuz gün eksiğiyle yaşadı. Cezmi Ersöz ile Sıddık
Akbayır’ın, doğumundan Necip Fazıl tespitine kadar Can Yücel’in biyografisini yazdığı kitabı Destek Yayınevi’nden çıktı.
Cezmi Ersöz ve Sıddık Akbayır, birlikte kaleme aldıkları Can Yücel biyografisinin Sunuş’unda diyorlar ki, “Can Yücel, tanınmışlık ideolojisine hiçbir
zaman yüz vermez. Hiçbir dönemde ‘statüye zar atmaz’ ve zaman zaman işi inada ve ısrara vardırarak ‘kırmızı yanlışlıklarımızı’ bile üstlenir. Verili şiir /
şair ortamı içinde de ‘uygunsuz’ oluşu seçer. (…) Şarabi çocukların en hızlısı sayılan Can Yücel’i, devlet tarafından da hep ‘menfi bir tip’ sayıldığı için o
şarabi çocuklara daha bir sevdirir. (…) Küfre yolları düşen, ancak küfrü beceremeyen şarabi çocuklar, onun diyalektik ve lirik küfürlerine sarılır.”
"NECİP FAZIL TÜRKİYE'NİN EN BÜYÜK KOMÜNİSTİ OLURDU"
Kitapta, Can Yücel’in Necip Fazıl Kısakürek’le ilgili tespitini de öğreniyoruz. Katılmak zorunda kaldığı bir toplantıda da Nâzım Hikmet eleştirilip Necip Fazıl göklere çıkarılır. Can Yücel dayanamaz, söz ister: “Nâzım Hikmet ortaya çıkmasaydı, Türkiye’nin en büyük komünisti Necip Fazıl olurdu.” Yücel’e göre Necip Fazıl’ın kendisinden başka hiçbir büyüklüğe tahammülü yoktur. (…) En yüksek perdeden konuşur ve müthiş ‘ben’i, önce durdurup sonra başka tarafa sevk etmek istediği kalabalıkları bile rahatsız eder.
HASAN ALİ YÜCEL'İN OĞLU
Cumhuriyet döneminin en güzel gözlü bakanı Hasan Âli Yücel’in çok güzel bir sesi vardır. Müzik bilgisi mükemmeldir. İsmet İnönü’nün annesi, bu sese hayrandır. Ona mevlit okutur. İnönü’nün onu vekil yapmasında, annesine okunan bu mevlitlerin önemli bir yeri vardır, diye düşünülür. Genç eşi, ilk doğumunu yapacaktır. Ebe hanım kapıda belirir, müjdeyi verir: “Hem kız, hem erkek!” Sekiz yıl sonra Yücel soyadını alacak olan Hasan Âli Bey, yıllar önce yazdığı bir şiirindeki dizeden ilhamla, ikiz çocuklarına Can ve Canan adlarını uygun görür.
İMAM GREVDE
1953’te tek kitaplı bir şair olarak askere gider. Hem de Kore’ye, Türkiye’nin Batı Bloku’na yakınlaşma çabasında girdiği savaşa. Askerliğini, Kore Savaşı’na katılan Türk tugayında çevirmen olarak tamamlar. Komutanı ise Kore Savaşı’ndan sonra 27 Mayıs’ta Türkiye’nin ilk askeri darbesinin mimarlarından olacak Cemal Madanoğlu’dur. Can Yücel, Kore’den bir ‘kaçakçı imam’ hikâyesiyle döner. Birliğin imamı, tugayda kaçakçılık yapar. Madanoğlu, bunu fark edince imamı hapse attırır. Bir süre sonra serbest kalır imam ama bir daha kimseye namaz kıldırmaz. Can Yücel’in deyişiyle “İmam efendi greve gitmiştir”.
CAN YÜCEL DATÇA'DA
Muhtar Orhan, bir gün Can Baba’nın yanına gelir. Cebinden bir kâğıt çıkarır. Bir şiir... “Bunun altını imzala Can Baba” der. Can Baba da “Ulan Muhtar, bu şiiri ben yazmadım ki altını imzalayayım” dese de muhtar ısrar eder: “Olsun, sen büyük şairsin, bu şiir benim hoşuma gitti, sen imzala ben dükkâna asacağım.”
Şiir, şu şekildedir: “Datça güzeldir, çok güzeldir/Datça mahallesinin bir muhtarı vardır/Muhtarın da sohbetine doyulmaz/Gelin Datça’ya gelin.” Can Baba, “Yav muhtar, bu şiiri imzalamam, bu şiirde bir yanlışlık var. Terslik var” der. Muhtar, “Neresi?” diye sorunca, “Muhtar, sen kekeme bir muhtarsın, senin nerenin sohbetine doyulmaz?” der. Can Baba, muhtarı kırmak istemez. Sil baştan bir şiir yazar. ‘Muhtariyet’ muhtarın meyhanesinde asılıdır.