ÇANAKKALE DİYE DİYE

Bahrem YILDIZ

Emperyalist sistemi şu devlet bu devlet diye ayırt etmeye gerek yoktur.Sistemin belli güçleri vardır ve bu güçler kendi refahları için geri kalmış veya geri bırakılmış ülkeleri değişik yöntemlerle sömürgeleştirmenin yoluna bakarlar.bu devletlerin adı İngiltere’dir,Fransa’dır,Almanya’dır, ABD’dir fark etmez. Kendi aralarındaki mücadeleye,yani paylaşım mücadelesine,buldukları payandalarla güçlendikten sonra diğer  emperyalist  ülkelere saldırırlar.Nitekim 1.Paylaşım Savaşı da böyle çıkmıştır.Almanya kendisine yakın duran Osmanlı Devleti’ni bir yolunu bularak savaşa girmesini sağlamış ve Türkleri veya Osmanlı Devletini bu kanlı çıkar boğazlaşmasının içine sokmuştur. İşte bu boğazlaşma sırasında, her dönemde sisteme taş koyan Osmanlı Devleti’ni Tarihe gömmek için ellerine fırsat geçtiğini sanıp, İngiltere ve Fransa son kozlarından biri olan Boğazları ele geçirmek, bu yolla Kara Deniz’e ulaşmak üzere harekete geçmişlerdir. Emperyalist sistem boyunduruğu altın aldığı veya payanda olarak yanına aldığı her devletin toprağını kutsal toprak olarak kabullenir kendisine ait olduğunu kabullenir. Nitekim Çanakkale Savaşlarına savaş muhabiri olarak katılan Alman gazeteci Paul Schweder anılarını topladığı, Eşref Bengi Özbilen tarafından çevirisi yapılan, Türklerin Genel Karargahında adlı kitabında bunu açıkça dile getirmiştir. Buna rağmen yiğidin hakkını da yiğide teslim etme nezaketini göstermiştir.

Birinci paylaşım savaşı sonlarına doğru hasta adam olarak görülen Osmanlı Devletinin tam anlamıyla sonlandırmak için, yani İstanbul ‘u işgal etmek için geldikleri Çanakkale ’den aldıkları utanç verici yenilgi sonrasında zamanın en büyük savaş gemilerini ve binlerce askeri egenin karanlık sularına teslim ederek kaçmışlardı Ancak emperyalist Fransız ve İngilizler bu paylaşım savaşı sonucunda kendilerine kalacağına inandıkları savaş ganimeti boğazlar ve İstanbul temelinde Osmanlı Devletinin elinde kalan son topraklar, yani Anadolu toprakları olacaktı. İşte bu ganimeti almak üzere geldikleri Çanakkale boğazında törenle karşılanacaklarını beklerken, tarihte emsali görülmemiş bir direniş sonucunda 18 Mart 1915 tarihinde geri çekilmek zorunda kaldılar. Bunun akabinde arzularının yerine gelmesi için 25 Nisan 1915 de Gelibolu yarım adasına çıkartma yaparak karadan saldırmaya başladılar. 1912 Balkan savaşı 1915 birinci paylaşım savaşı sırasında çok toprak kaybeden, askerleri yorgun ve bezgin olan Osmanlı Devletini teslim almaya karalı idiler. İşte bu nedenle de, 25 Nisan 1915 de başlayan kara muharebeleri sonucunda Çanakkale ‘yi geçemeyeceklerini anlayınca rezilliklerini göstermeden bir gece kaçmak zorunda kaldılar.

Şimdi olayın veya madalyonun diğer yüzüne bakalım. Uluslar arası sermayenin, yani emperyalist sistemin ülkemiz üzerindeki emellerini tam anlamıyla gerçekleştirebilmeleri için, gerekli olan kuruluş felsefesini yıkma temelli oyunları o günden bu yana bitmemiştir. Bu arzuları doğrultusunda her gün yeni bir fantezi üretmişler ve bu fantezilerini de uluslararası sermayenin ülkemizdeki payandaları vasıtasıyla Türk ulusuna pazarlamaya çalışmaktadırlar. Bunlardan kısaca iki üç örnekle bahsetmek istiyorum.

1 – GALLİPOLİ isimli, Çanakkale Savaşı’nı sözüm ona anlatan filimde İngiliz, Fransız ve Anzak askerlerini romantik centilmen karakterler olarak gösterip memleketlerine yazdıkları mektupları içeriğini adı geçenlerin masumiyet karinesi olarak ulusumuza sunmaya çalışmışlardır.

2 – Sinan Çetin isimli bir yönetmen Çanakkale ruhu adıyla yeni bir benzer propagandayı üretmektedir. Konusu kısaca İstanbullu Kasım ‘la İngiliz Katerine ’nin evliliğinden olan iki çocuk küçükken boşanıyorlar. Çocuklardan James annesiyle İngiltere’ye gidiyor Osman babasıyla İstanbulda kalıyor. Her iki kardeş Çanakkale savaşında birbirlerini öldürüyorlar. Olayın ilginç yanı Sinan Çetin ‘in çok büyük sermayeli bu filmin finansmanını bir tarafa bırakarak bir ulusun direnişini yeniden benliğine kavuşmasını ve meyanda verilen 250 bin şehidin boşu boşuna öldüğüne ima ederek Türkiye ‘nin geleceği Çankkale ‘de öldü sözleridir. Oysaki Çanakkale ‘de verilen şehitler , bir ulusun var olma kavgasının işaret fişeğidir. Miralay Mustafa Kemal ‘in ölmeyi emrettiği ve tarihe gazisi olmayan alay olarak tarihe not düşülen 57. Alayın şehitleri, İstanbul Lisesi, Galatasaray Lisesi ve Tıp Fakültesinin henüz bıyığı terlememiş gençlerinin kanıdır ki, Cumhuriyetimizin temel taşını oluşturur. İlginç bir nokta daha var ki kendisini Türk sinema yönetmeni olarak lanse eden Sinan Çetin ‘in oğulları nedenini bilemediğimiz isimleriyle Orfeo ve James filimde Osman ve James ‘i oynuyorlar. Bu isimler bana oldukçada ilginç gelmiştir. Aldığımız gazete bilgilerine göre filimde İngiliz eşi de malum çocukların anası olarak rol alacakmış. Doğan çocuklarına bu topraklarda doğan çocuklara verilen adlar yerine Orfeo ve James adını yani yabancı kültürlerde kullanılan adları vermesi ne ne demeli bilemiyorum.

Bahsi geçen her iki filimde de flimin baş oyuncuları Mehmetçik ve onun başındaki komutanlar değil İngiliz, Fransız ve Anzak askerleridir. Ki bunlar masum çentilmen olarak dayatılırken topraklarını savunan Mehmetçiklerde saldırgan olarak lanse edilmektedir. İşte sömürge aydınlarının bir örneği olan bu yapıtlar kuruluş felsefesini yıkmak için hazırlanmış tezgahların birer piyanu haline gelmişlerdir.

3 – Çok eskilerden beri dillere pelesenk olan İngiliz, Fransız ve anzak askerlerinin türk askerlerinin mevzilerine peksimet, çikolata gibi yiyecek attıkları beyanlarıdır. Buda gene aynı askerlerin centilmenliği sevecenliği ve romantikliği üzerine imal edilmiş yalanlardandır. Sanki topraklarımıza davetimiz üzerine gelmişler, ancak biz onları kötü karşılamışız gibi, abuk sabuk tezler sunmaktadırlar. Madem öyle onlar bizim askerlerimize peksimet çikolata atmışlarda bizim kendi topraklarını savunmak için canından olan 250 bin şehidimizi kim öldürmüş. Bunun hesabını sömürge edebiyatı ile hiç kimse veremez. Bu tür tezgahlar uluslar arası sermayenin ve onların yerli payandalarının traji komik imalatlarıdır. Bunlar uluslar arası sermaye elinde oyuncak olan mankurtlardır.

4 – Bir de dillere pelesenk ettikleri bir şey daha var ki ;Mustafa Kemal Atatürk’ün (O yıllarda Miralay Mustafa Kemal) savaş alanını gezerken ölen bu Anzak askerlerine üzülmesini çarpıtarak,onların kahramanlıklarından bahsedilmesir. Atatürk ;onlara üzülmüştür, çünkü bu gençler emperyalist sistemin oyuncağı olarak bizim topraklarımızda can vermiştir. Yoksa ki o kendi ulusundan başka hiçbir ulusun askerinin kahramanlığını kabullenmez. Kaldı ki büyük taaruzdan sonrada ölen Yunan askerleri içinde benzer şeyler söylemiştir ve onları bu topraklara süren sisteme lanet etmiştir,ancak hiçbir zaman onların kahramanlıklarından bahsetmemiştir.

Sömürge kültürlü sözüm ona aydınlar bir  gün uyanacaklar ama dilerim ki iş işten geçmemiş olsun.Sömürge aydınlarının sonu pekte iç açıcı değildir.Örnek ararsanız Kurtuluş savaşı döneminin ünlü sömürge aydını gazeteci Ali kemal ve günümüz sömürge aydınları ikinci cumhuriyetçileri ile Ermeni sözcüsü Orhan Pamuk ile Taner Akçam’ı verelim. Çanakkale diye diye Çanakkale Savunmasının içine etmeye çalışan sömürge aydınlarına duyurulur.