Ege’de bir şehir... Bu şehirde bir cadde ve caddede seyir halinde iki otomobil... İki otomobilde de gençler... Bir ara biri ötekinden yol istiyor. Diyelim ki, istediği yolu da istediği anda alamıyor. Bir şamata, bir kavga... Bir ölü, ve yaralılar...
Böyle bir canavarlık çeşidi dünyanın neresinde var? Şu korkunç sona bakınız... Dağ gibi delikanlı bir dakika önce şarkılar söyleyerek gezintide... O bir dakika sona ermeden uzanmış ölü yatıyor yerde... Eski Yunan trajedilerinde bile bu sahne yok.
Yol verdin vermedin kavgaları... Yeryüzünün neresinde oluyor, bir araştırmak gerek... Avrupa’nın hiç bir yerinde olmuyor, ben biliyorum. Örneklerini yaşayarak görüyorum. Trafik lambaları önünde size kırmızı yanıyor diye durursunuz. Arkanızda başka arabalar da durmuştur. Size yeşil yanar, dalgınsınızdır, yürümemişsinizdir.
Arkanızdaki araba bekler... Sonraki kırmızı yanmıştır, arkadan ses yoktur. Siz farkına vardığınızdan sonra yeşil yanmasını beklersiniz ve sonra yürürsünüz... İnanın abartmıyorum. Ne bir korna sesi, ne bir homurtu, ne bir yan bakma ve ne de kavga...
Bir anımı anlatayım. Danimarkalı konuğum var. Gece saat dokuz dolaylarında. Tren istasyonundayız. Arkadaşı uğurlayacağım. Bilet alacak, ancak gişe görevlisi bir kişiye bir yerlerle ilgili bilgi veriyor. Tren geldi gelecek...
Konuğum elinde para ile bekliyor.Tren geldi, tren gitti. Bizim arkadaş araya girip de “Arkadaş bir bilet” diyemedi. Sonraki trenin yirmi dakika sonra geleceğini biliyordu. Niye araya girmediğini sordum. “İyi ama onlar konuşuyorlardı” dedi. Kuzu kuzu gece vakti gelecek treni bekledi.
Türkiye’de yaşanan kavgaların bir dökümü yapılsa ben inanıyorum ki, yüzde sekseni aslında “he he” denilip geçilecek olayların büüyütülmesinden doğmuştur. Düşünsenize Türkiye’nin başkentinde taksi şoförü beni “Hacı Amca” diye anıyor.Şimdi bu genç adama tavır koymak akılsızlığını göstereceğinize niye onun hacı amcası uysallığı içinde bulunmayı seçmiyorsunuz.
Almanya otobanlarında Türkiye yolundayım... Bir arabayı geçtim... Vay sen misin, beni geçen... Vın dedi, beni geçti...
Baktım önümde kaplumbağa hızıyla giderek beni kendisiyle inatlaşmaya çağırıyor. Hemen bir yol kenarı parkına girdim. Yarım saat bekledim... Başıma dert olmaya hazırlanan manyak uzaklaşıp gitsin diye... Ben orada beklemekle vakit kaybetmedim.
Kuşadası içinde yaşadığım olay ders konusudur, anlatayım. Epey zaman önceydi. Kuşadasının içinde arabamı bırakacak yer arıyorum. Arabada Hayruş var, çocuklar ve bir de torun var. Arkamdan bir araba vat vat edip duruyor. Çarşı içinde kenara çekildim ve adama yol verdim.
Direksiyonda öfkeli bir tip yanında bayan oturuyor. Yanıma gelince yavaşladı. Geç, geç diye işaret ettim. Gaza bastı ve fırlarken “Geri zekâlı herif” diye çemkirdi. Ben de “Geri zekâlı senin babandır” diye haykırdım.Yirmi metre kadar gitmişti ki, arabayı kazıkladı, durdurdu. Ve arabadan çıktı, bana doğru geliyor. Hemen çocuklara “Camları kaldırın, kapıları kilitleyin” dedim. Öyle de yaptık. Geldi kapıları yokladı, lastikleri tekmeledi. Çevreden yatıştırdılar.
Arkadaş gitti. Bir lafı bana dokundu. “Sen benim on beş gün önce ölmüş babama nasıl geri zekâlı dersin” diyordu. Babası için sessizce rahmet diledim. Bir anda burun buruna geliverdiğimiz “Ölür müsün öldürür müsün” halinden kazasız belasız sıyrıldığım için sevindim. Ve ben öyle davrandığım için adamlığımdan bir şey kaybetmedim...
Kimilerinin adamlığının çeşidini anlamak mümkün olamıyor.
Zeynel Kozanoğlu