İnsan dünyaya yaşamak için gelmiştir. Dünyayı ve yaşama hayatını tanıdıkça, istek ve arzuları da görebildiği en iyiyi aramakla geçer. Bu arada kendi içinden veya dışardan gelen engellemelerle karşılaşır; hedeflediği hayat tarzına ulaşamaz.
Engellenmeler durumunda kişide huzursuzluklar başlar. Çaresizlikler, kaygıları artırır. Öfke, korku, sıkıntı gibi insani duygular artar. İnsan içinde bulunduğu bu olumsuz durumlardan kurtulmak ister. Çözümler ve kendini ikna yolları arar. Kendi gücünü aşan bu engellemeler neticesi, Allah’a ve dinî inançlara sarılma ihtiyacı duyar.
Kendini dinî inanç değerleri içinde bulan kişi, güçlü ve güvenlidir. Huzursuzlukları azalır, rahatlar.
Din karşıtı gruplar ise dindarlığı, sadece çaresizlik sonucu bireyde oluşan bir olgu olarak görür. Dini davranışlar ve inanma, çaresizlik ortadan kalkınca sona eren hastalıklı bir durum olarak kabul edilir.
İnsan, yaratılış itibariyle bir yüce gücü her dönemde aramıştır. İlahi dinler gelmediği veya ulaşılmadığı yerlerde bile insan o gücü hep aramış, hissetmiş, O’na yalvarmıştır. Üstesinden gelemediği deprem, sel, yangın, kuraklık, hastalık gibi dünya ve tabiat olaylarında hep İlahi yardım talebinde bulunmuşlardır. Engellenmeler ve çaresizlikler, kişiyi isyan dışında hep dinî inançlara yöneltmiştir.
Son yıllarda insanları dinî inançlara, -daha da ileri gidecek olursak- cemaatleşmeye götüren bir olgu ise ‘’Sosyal Mahrumiyetlerdir.’’
Sosyal Mahrumiyetler deyince ilk aklımıza gelenler, statü, saygınlık, özgüven kaybı, işinde başarılı olamama, istediği mesleği seçememe, arkadaş edinememe, iyi iletişim ve ilişki kuramadığı için kendini dışlanmış hissetme gibi durumlardır.
Eskiden insanların yaşayışlarında sosyal ve ekonomik yönden günümüzdeki kadar bir farklılık bir uçurum yoktu. Ayrıca mal ve makam hırsı, kendini gösterme ve kabul ettirme isteği günümüzde gördüklerimize göre çok azdı. Küçük, idare eden bir üst tabaka olmasına rağmen, büyük çoğunluk benzer statüde yaşıyordu. Paylaşım ve yardımlaşma fazlasıyla vardı. Ortak yaşama ihtiyaçtı. Günümüzdeki sosyal yaşamdan pek söz edilmezdi.
Günümüz dünyasında "biz" yerini ’Ben’e, ’hepimizin olsun’ yerini ’bana', ’sen ol’ yerini ’ben olayım'a bırakınca sosyal sınıflar ve sosyal mahrumiyetler arttı. İlahi dinlerin ortadan kaldırmaya çalıştığı bu sınıflaşma durumu artınca, kendini sosyal mahrum hisseden insanlar, Cemaat dediğimiz dinî sınıfların içinde kendine yer buldu.
Yazımızın konusu, tasavvufi tarikat cemaatleri değildir. Bu tür cemaatler zamanımızda çok az sayıda bulunmaktadır ve mensuplarının sayısı da azdır. Dünyevi hayattan ziyade ahiret hayatını ve nefis terbiyesini öne alan bu yapılanmaları şimdilik ayrı tutuyorum.
Anlatmak istediğim tarikat dışı cemaatlerde, birinci olgu din olmakla beraber, modern hayatın getirdiği sosyal yapı içinde dünyevileşmek vardır.
Kendini sosyal mahrumiyet içinde hisseden Müslümanlar, kimlik ve farklılıkların minimize edildiği, idare edenlerin seçkin bir grup yerine; mensuplarının tamamına yansıdığı cemaat dediğimiz yapılaşmanın içinde kendini bulur.
Cemiyet hayatındaki ben, yerini biz'e; bana, yerini hepimize; ben olayım, yerini sen ola veya biz olalım'a bırakan cemaat yapısında kişi, artık kendini mahrum hissetmemektedir.
Cemaat içinde oluşan iş bölümü, yardımlaşma ruhu, dayanışma, fertte çoğunluk içinde özgür yaşadığı hissini verir. Yukarıda saydığımız sosyal mahrumiyetler, eşit birey olma duygusunu öne çıkardığından hissedilmez, akla bile gelmez.
Cemaat liderinde özel yeteneklerinden dolayı bir farklılık olsa bile, cemaatin çoğunluğu bu durumu normal kabul eder. Cemiyet hayatındaki rahatsız eden farklılıklar yanında, cemaat hayatındaki küçük farklılıklar görünmez bile. Farklı olan ve farklı yaşayan cemaat liderlerine özel hikmetler de yüklenerek, daha da rahatlarlar. Vardır bir kerameti deyip huzur bulurlar.
Cemaat içinde ilişkiler dostluk ve hissedilen bir otoriterlik üzerine kuruludur. Dostluk, kardeşlik ve yoldaşlık üzerine dizayn edilmişken; otoriterlik de baba şefkatlığı vardır. Fert otoritenin emir ve buyruklarını, babanın evladından istediği gibi düşünür ve seve seve yapar. Ve bu yaptıklarından sevap alacağını da kabul ederek, ahiretini da kurtarma hesabındadır.
Cemaatler mensuplarına manevi katkılar sunarken, maddi imkanlarda dayanışma içinde verilir. Mensupların, toplumda kabul gören çeşitli ticari işletmeler kurmaları yardımlaşma içinde sağlanır. Alışverişler öncelikle cemaat işyerleriyle yapılarak büyümeleri, kazanmaları sağlanır. Cemaat mensupları kazandıklarıyla kendi ihtiyaçlarını giderirken, cemaatin halk arasında bilinen hizmetine de katkıda bulunurlar. Bu birliktelik ve dayanışmayı gören sosyal mahrumiyet yaşayan Müslümanlar da cemaate girmenin yollarını ararlar. Böylece cemaat içi değerler sistemi kabul görünce, giyimi kuşamıyla yeni bir dindarlık şekli oluşur.
Cemaatlerin çok olmasının ana sebebi, dinin sunumlarının farklı şekilde idrak edilmeleri gösterilmektedir. Akla uygun olan bu görüş yanında, cemaatlerin üstte tek otoriteye bağlılığı; cemaatleri istedikleri gibi yönlendirecek siyasi otoritelerin işini kolaylaştırması bakımından cazip kılınmaktadır.
Siyasiler dolaylı olarak sosyal mahrumiyet yaşayan Müslümanların cemaatleşmesini teşvik ederken, Dış güçlerde kendi emelleri doğrultusunda hareket edecek cemaatleri (Gülen Cemaati gibi) bulmakta ve yönlendirmekte zorluk çekmemektedir.
Son söz: Her ne sebeple kurulmuş olursa olsun cemaatlerin, toplumun kabul ettiği din anlayışından ve diğer cemaatlerin din algısından farklı yorumlarla ayrılması, İslam’dan ayrılarak sosyal bütünleşmeyi engelleyici bir durum arz etmektedir. Çevrenize baktığınızda bir cemaatin diğer cemaati beğenmediği hatta dinsizlikle suçladıklarına şahit olursunuz.
Allah, Enam suresi 159. Ayette: "Dinlerini bölüp gruplara ayıranlar var ya, senin onlarla hiçbir alâkan yoktur. Onların işi ancak Allah’a kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını bildirecektir." buyurmaktadır.