6 Aralık 2017 tarihinde Amerikan başkanı Trump, Yahudi damadı Jared Kushner ve ekibinin projesi olan ‘İsrail Elçiliğini Kudüs’e fiilen taşıma kararını’ ilan etmişti
22 Aralık BM Genel Kurulu’nun Kudüs’ün İsrail başkenti olarak tanınması kararı Salvador, Guatemala, Barbados gibi, esasında devlet bile olmayan ‘35 Amerikan valiliğinin’ kabul kararına karşılık, 128 devletin karşı çıkmasıyla red edilirken ABD her şeye rağmen İsrail devletinin kuruluşu, Filistin için büyük felaket diye anılan 14 Mayıs olarak belirlemişti.
ABD’nin ‘korsan elçilik açma’ girişiminin tarihi belli iken hatta dış temsilciliğimize dalga geçer gibi davetiyesi bile gönderilmişken böyle bir günde Chatham House’da olmak neyin nesi?
Sanki Kudüs’te ‘korsan elçilik açma’ gafletinin tarihi, Cumhurbaşkanının Chatham House randevusundan sonra ilan edilmiş ya da Cumhurbaşkanı o gün ‘sehven’ orada olmuş gibi! Yahu o gün Kudüs’te bunların olacağı 6 ay evvelden belliydi!
Acaba, Yenikapı mitingi, ABD tarafından aylar öncesinden duyurulan 14 Mayıs tarihinde tam da Filistinliler ile IDF (İsrail Savunma Güçleri) çatışırken yine aylar öncesinden organize edilseydi, İstanbul, İzmir, Ankara, Diyarbakır gibi kentlerde meydanlarda insanlar bu alenen işgal niteliğindeki hukuksuz kararı protesto ediyor olsaydı İsrail güvenlik güçleri, elinde taş sopa olan sivillere böylesine orantısız şiddet göstermeye cüret edebilir miydi?
Kesinlikle hayır! İşte büyük devlet olmak, figüran değil oyun kurucu olmak tam da budur!
Sonra Yenikapı meydanı dolmayınca, kendi taraftarı olan insanlar bile mitingi ‘seçim yatırımı’ olarak görünce, otobüslerle getirilen kamu çalışanları ve partililer mitingin ortasında oruç ağzıyla sıcaktan bunalıp alanı terk edince kızmak yok. Böyle mitinge böyle katılım derler!
Chatham House ve Yemen Türküsü...
Türkü ne alaka demeyin. Tam da Chatham House ile ilgilidir efendim.
Nasıl mı?
Halife cihat çağrısı yapmış, Müslümanları Kudüs’te asırlık hedefleri olan ve çok güçlü biçimde harekete geçmiş olan Haçlılara karşı Filistin’e savaşa çağırmıştı. Elbette Türkler dışında pek rağbet eden olmadı cihat çağrısına!
Memleket kırılıyor, ordunun morali yerle yeksan. Buğday yok, içme suyu yok. Hayvan da, bitki de, insan da hastalıktan, yokluktan, umutsuzluktan kırılmış. Yok kelimesi artık hayat denen ızdırabın üzerine kurulduğu ‘vatan’ olmuş.
61 yaşındaki çavuş, 16 yaşındaki er... Ayaklarda çaputlar. Mataralarda çamurlu su, ancak saatlerce kıpırdamadan bırakılınca çamur dibe çökünce içiliyor iğrenç bir oksit, kalay tadıyla beraber. Tüfek mermi zaten hak getire...
Ümmeti, Kudüs’ü, Arap Yarımadasını ‘Haçlıya’ teslim etmemeye and içmiş Mehmetçik hiç düşünmedi bile ‘neden sadece biz Türkler var? Neden geçtiğimiz Arap kentleri ayağa kalkmıyor, katılmıyor, selam bile vermiyor Halife’nin, İslam’ın ordusuna’ diye.
Genlerine kazınmış askerlik, erlik, yiğitlik. Kafası kınalı bebeler, nemlenip çöl kumunda kavrulan çaputlar yüzünden mantar, yara ve yanık içinde ayaklar göğsünde imanla yürüdü Filistin cephesine. Ümmet vardı, ve İslam sancaktarı Türk elbet gidecekti yardıma.
Hiç bilemediler, Chatham House misyonerleri Lawrence, Bell ikna etmiş ‘Ümmet kardeşlerimizi(!)’. Kıble diye Buckingham’a yüz dönmüş meğer ‘ümmet’, bilemedi Mehmetler!...
Problem güya Türklerin varlığıydı. Türkler ‘yenildiği zaman’ orada bir bağımsız Filistin Devleti kurulacaktı. Söz vermişti Chatham elçileri. Osmanlı’nın imtiyaz dolu yönetiminde yan gelip yatan ümmet kardeşlerimiz Lawrence önderliğinde cengaver oluvermiş, kendisini halkı bilip korumaya geleni sırtından vuruvermişti!
Şehit ettiler Mehmet’i. Telli kurşun değil, kurşunu atan tüfeği tutanın ‘besmele’ ile sıkması ve omzunu sıvazlayan çiğ mavi gözlü, kısa pantolonlu Britanyalı acıttı canını.
Esir aldılar Mehmet’i. Açlık susuzluk değil kırbaç değil, kırbacı vuran elin ‘Ya Allah’ diyerek vurması, vur emrini Britanyalı subaydan alması yaktı canını.
Şu 14-15 yaşındaki mağrur, kameraya dalga geçercesine bakan yiğittir, adına Yemen Türkülerinin, ağıtların yakıldığı arslan. Yemyeşil çayırlarını, dağını ovasını bırakıp Arap çöllerine, ‘ümmetine’ yardıma koşan Mehmetçiklerden biri bu. Onu kolundan sıkıca tutup mânâsız bir gururla sırıtan da ‘ümmet kardeşlerimizin’ o dönem uğruna şu Mehmetleri şehit ermekten gözünü kırpmadığı İngiliz subayı.
‘Ümmet kardeşlerimiz(!)’ başardı(!)
Bize acı bir Yemen Türküsü yazdırarak İngiliz efendileri ile beraber ‘başardılar’. Ya da öyle sandılar!
Türkler gitti... Peki sonra ne oldu?
14 Mayıs 2018’de son adımı tamamlanan ‘Promised Lands’* projesi adım adım işledi. Önce Filistinli ‘Ümmet Kardeşlerimize(!)’ efendilerinden yeni haberler geldi. Efendileri, Chatham House yuvarlak masasında Filistin Devleti olacak dedikleri yerde ‘Vaad edilmiş’ İsrail Devleti kurulmasına karar vermişti. 14 Mayıs 1948’de İsrail Devleti Filistin topraklarında bizzat Filistinlilerin katkısıyla kuruldu ve ilan olundu!
İşte Chatham House budur.
İşte bu Chatham House’un Filistin tarihindeki yeri budur.
O Filistin toprağını Arap’ı Türk’e saldırtıp gasp edip, ‘pardon burası İsrail olacakmış bak Tevrat’ta öyle yazıyor’ diyen Chatham House!
6 ay evvel ajandaya yazılan tarihte tam da burada olup sonrasında yurda dönüşte Kudüs için miting yapmak ne denli anlamlı buyurun, düşünen akıllar yapsın yorumu!
HDP aday listeleri ve yeni Oslo süreci
Tarih içerisinde isim ve içerik konusunda değişiklikler yaparak Orta Doğu üzerinde projelere devam eden Chatham House’un, ülkemizi felakete sürükleyen sözde Kürt açılımının da piştiği hazırlandığı mutfak olduğunu da ekleyelim.
Mehdi Eker, Efkan Ala ve AKP’li ‘çözüm mühendisleri’ ekibinin erken seçim ilanından 10 önce yaptıkları ziyaret iyi geçmiş olacak ki ön görüşme sonrası Erdoğan’ın ziyareti takip etti bu görüşmeyi.
Sürgün Haham Sallum Barzani’nin soyu geçen sene sözde bağımsızlık referandumu yaparken Ankara’da sözde Kürdistan paçavrası göndere çekiliyor, Barzani protokolle ağırlanıyordu ki Erdoğan’ın danışmanı İlnur Çevik ‘Türkiye de Kürt özerkliğine hazır olmalı’ diyerek ‘bağımsız Kürt devletini’ kast ediyor, Erdoğan’ın ‘bu referandumu tanımıyoruz’ dediği gün koşa koşa Erbil’e gidiyordu.
Yine aynı İlnur Çevik, ‘ikinci çözüm süreci’ işaret fişeğini atarken HDP aday listelerinde dikkat çekici bir gelişme göze çarptı.
HDP listelerinde alçak katil Öcalan’ın iki yeğeni ve iki avukatı seçilecek sıralardan aday gösterildi. Bu isimler hiç şüphesiz bebek katili ile doğrudan görüşme ihtimali olan hatta muhtemelen zaten görüşen kimseler. Vekil dokunulmazlığı zırhı görüşmeleri bir sonraki aşamaya taşımak için eşsiz bir zemin teşkil edecektir. Bu isimleri ‘çözüm barış’ gibi içi boş kavramlarla süslenmiş sözde ‘komisyonlarda’ görev alırsa şaşırmayacağız! Biz bu filmi gördük!
Tüm Kürtleri Öcalan’ın tapulu marabası, malı gibi göstermek dışında hiç bir Kürt problemine çözüm bulma amacı olmayan HDP acaba olası yeni çözüm süreci için mi dizayn etti listelerini?
Dolmabahçe mutabakatı mimarlarının öncülüğündeki Chatham House ziyaretleri ve İlnur Çevik’in ‘samimi’ açıklamasını HDP listelerine bakarak değerlendirince İngiltere’de ne konuşulduğu ortaya çıkıyor gibi, ne dersiniz?
BTP’nin iddiaları cevap gerektiriyor!
Profesör Haydar Baş. Hem muhafazakar hem Atatürkçü olunacağının ispatı bir kişilik. Şimdiye kadar adını reel hesaplara dayalı ekonomik kalkınma planları, israfı ‘sıfırlayan’ ve halka refah vaat eden projeleri ve Atatürkçü muhafazakar çizgisi ile tanıdık.
Esasında profesörü ve partisini tanıyan herkes, elinde medya gücü ve birikimli akademisyen kadroları ile partisi ve kendisinin de Demokrat Parti gibi ‘sembolik de olsa’ ittifakta yer almasını bekledi ancak bu olmadı.
Profesör Baş’ın partisi BTP dün (21 Mayıs 2018) elinde 600 kişilik vekil listesi hazır iken seçimlere girmeme kararı aldı. Şüphesiz, Profesör Baş ve ekibi dönüp Cumhur İttifakına destek vermeyecek ama BTP Genel Başkan Yardımcısı ve ekonomist Selim Kotil’in geçtiğimiz günlerdeki açıklamaları düşündürücü ve üzücüydü.
Kotil, Meltem TV ekranlarından yaptığı açıklamada CHP ile haftalardır sürdürülen görüşmeleri anlattı.
Kendilerine CHP’den yeşil ışık yakıldığını, Mehmet Bekaroğlu’dan Bülent Tezcan’a kadar çok sayıda parti yöneticisi ile Prof. Haydar Baş’ın ve bir kaç ismin daha CHP listelerinden ittifaka dahil edilmesinin konuşulduğunu, görüşmeler esnasında BTP’nin asla bir pazarlık etmediğini, Baş’ın Meclis'e ve ittifaka partisini temsilen girmesi üzerine yapılan görüşmeleri anlattı.
Kotil, son olarak eski bir bakanın araya sokulduğunu, Ankara’da CHP ile bir randevu ayarlanmasına rağmen çocuk gibi bekletildiklerini telefonların açılmadığını dahası kendilerine yapılan teklife sıcak baktıkları için nasıl vakit kaybettiklerini ve telefonların bile açılmayarak küçük düşürüldüklerini isyan ederek anlattı. Bir seçmen olarak izleyince gerçekten içim burkuldu.
Kotil, kendilerine bu daveti yapıp araya giren tüm CHP yöneticilerinin Kemal Kılıçdaroğlu ile görüşmeden sonra ‘cin çarpmışa döndüğünü’ anlattı.
Kılıçdaroğlu’nun bir bildiği mutlaka vardır ama bu iddialar açıklama istiyor bu şüphesiz. Yapılan ciddi bir insani ve siyasi nezaketsizlik var gibi duruyor ki Kılıçdaroğlu gibi nezaketi konusunda kimsenin şüphe duymadığı bir liderin uygun biçimde, kamuoyuna olmasa da bizzat iddianın sahiplerine bir izahat yapması uygun düşecek diyenlerdenim.
BTP’ye oy vermeyi hiç düşünmedim, tanımam da. Bu talep (Haydar Baş’ın CHP listelerinden Meclis’e girmesi) BTP’den gelip reddedilmiş olsaydı yine bir yorumda bulunamazdım ama davet CHP’den gelip kapılar defalarca kapatıldı, randevu verilip telefonlar cevapsız bırakıldıysa bir açıklama zaruri olmuş demektir.
Umarım bu muamma giderilir zira büyük bir toplumsal mutabakata ihtiyaç duyulan günlerde bu tip muammalar bu sinerjiye darbe vurur. Sayın Kılıçdaroğlu’nu BTP ile hiç bir iltisakı olmayan naçizane bir gazeteci olarak bu muammayı gidermeye davet ediyorum.
*Promised Lands: Tevrat’ta geçen ‘vaat edilmiş topraklar’.