Dünyanın gözü özellikle son 30 yılda yaptığı ekonomik hamleyle ABD'den sonra ikinci büyük ekonomi haline gelen Çin’e çevrildi.
Çin’in ekonomik büyüme seyrine baktığımızda, 1700'lü yıllarda zirvede iken (yüzde 23,1), komünist rejime geçmesiyle hızla gerilemiş, 1978 yılında en düşük seviyeye inmiştir (yüze 5). Günümüzde iktidarda olan “Deng Xioaping yönetimi, tarım komünleri, materyal denge planlaması, sadece iç üretimdeki boşlukları doldurmak için yapılan dış ticaret ve fiyat kontrolü gibi Stalinist temeller üzerine kurulu ekonomi politikalarından vazgeçti. Bundan sonra Çin’in aşması gereken en önemli problemin “ekonomik gelişme” olduğu belirtilerek, ülkedeki bütün ekonomik sistemin yeniden yapılandırılmaya başlandı.” *
Xiaoping, öncelikle piyasa ekonomisi için gerekli düzenlemeleri yaptı. Bu dönemde geniş bir yüzölçümüne sahip olan Çin’de farklı bölgelerde farklı ekonomik modeller denendi, yabancı sermaye girişleri ve dış ticaret önem kazandı. Hong Kong’u anlaşmalar gereği geri alan Çin, buradaki yapıya dokunmadı, özel yönetim bölgesi olarak bıraktı. Piyasa ekonomisine geçilmesiyle beraber sistemde çok gerekli olacak güçlü bir bankacılık sisteminin (devlet kontrolünde de olsa) temelleri atıldı. Böylelikle 1976’dan 1995’e gelindiğinde Çin’in dünya üretimindeki payı yüzde 11’e ulaştı. Ülkenin ekonomik gelişmesinde dikkati çeken en önemli unsurlardan birisi direkt yabancı sermaye yatırımlarıdır.
Çin, hızlı büyüme sürecine girdiği 1978’lerden sonra, dünyada direkt yabancı sermaye girişinin en fazla olduğu gelişmekte olan bir ülke konumuna geldi. 1979–1998 yılları arasında ülkeye 320 bin yabancı firma kayıt yaptırmıştır.
Çin, artık sadece ucuz mal ve tarım ürünleri değil, ileri teknoloji de ithal etmeye başlamıştır. Uluslararası Para Fonu’na ve Dünya Ticaret Örgütü gibi uluslararası ticari kuruluşlara üye olan Çin’de halen 450 bin'in üzerinde yabancı şirket faaliyet göstermektedir. “Goldman Sachs’ın bir çalışmasında, çok ciddi bir siyasi-ekonomik bunalım veya doğal felaket çıkmaması ve büyümenin sürdürülebilir kılınması durumunda, Çin’in 2050’de $44 trilyonluk GSMH büyüklüğüne ulaşacağı öngörülmektedir.” * Makaledeki bu ifade çok dikkat çekici. “çok ciddi bir siyasi-ekonomik bunalım veya DOĞAL FELAKET” acaba virüs salgınının Çin'den çıkması tesadüf değil mi?
Çin, bugün dünyanın en büyük ihracatçısı ve ikinci büyük ithalatçısı, 124 ülkenin en büyük ticaret ortağı durumundadır.
Bütün bu gelişmeler dünyanın lokomotif ekonomileri olan ABD ve AB'yi rahatsız etmektedir.
Başkan Trump’un adaylık döneminde, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana kurulmasına önayak olduğu ve liderliğini yaptığı kurallı ticaret düzeninin, artık ABD çıkarlarına hizmet etmediği iddiası ile uygulayacağını vaat etmiş olduğu korumacı politikaları gerçekleştirmeye başladığı izlenmektedir. Çin ile ABD arasında bir ticaret savaşına dönüşmesi olasılığı bulunan ilk hamle, Mart ayında Başkan Trump tarafından ateşlenmiştir. Tabiatıyla bu salvo, Çin tarafının karşı hamleleri ile karşılıklı salvoların ateşlendiği bir dönemi de başlatmıştır.
Dünya ticaretinde çıkarlarının zedelendiğini ve liderliği kaybedeceğini anlayan ABD, Çin menşeili mallara ilave vergiler koyarak ilk tepkisini koymuştur. Bundan sonra üretimlerinin önemli bir kısmını Çin de kurdukları fabrikalarda yaptıran Apple gibi global şirketlere Çin’den ayrılmak için baskı yapacaktır. Korono virüs salgını ilk defa Çin'de görüldü. Ve birkaç ayda Çin ekonomisini adeta durma noktasına getirdi. Virüs bulaşma korkusuyla Çinli şirketlerden ithalatlar bıçak gibi kesildi. Ancak bugün aynı silah batıyı da vurmaya başladı.
Virüs sonrasında dünya eski dünya olmayacak. En azından dünya ticaretinde radikal değişiklikler olabilir. ABD yönetimleri kendi şirketlerini Çin’den taşınmaya zorlayabilir.
Böyle bir durumda bu şirketler nereye gider ya da gitmeli. Avrupa veya ABD'de bir yerlere gidemezler, çünkü önemli oranda maliyet artışı olacaktır. Hiçbir yerde Çin’deki kadar ucuz işçilik, hammadde ve enerji bulamayacaklardır. Bu bakımdan Türkiye diğer ülkelere oranla daha avantajlı konumda. Yüksek işsizlik oranı Türkiye’de iş gücünü ucuzlatmıştır. Coğrafi konum olarak 350 milyonluk dev zengin ekonominin yanı başındadır. Bu durum Türkiye’yi Çin’den daha avantajlı konuma getirmektedir. Asya ve Uzakdoğu'nun dev ekonomileri olan Çin, Japonya ve Güney Kore ürünlerini dünyanın bu zengin bölgelerine ulaştırmak için binlerce kilometrelik yolu katetmek zorundalar. Bu hem zaman hem de para kaybı demektir.
İşte Türkiye bu krizleri kolaylıkla fırsata çevirebilir. Gerekli yasal düzenlemeyi yaparak Çin’den ayrılmak isteyen şirketlere teklifler götürebilir. Sağlayacağı avantajlarla Türkiye’yi cazip hale getirebilir.
Bu başarılabilinirse Çin'in yerini Türkiye rahatlıkla alabilir ve geleceğin ekonomik devi olabilir.
* Kaynak: Çin’in Ekonomik Dönüşümü ve Üçüncü Dünya, Yıldırım Deniz