Sanat çalışmalarımın yanı sıra, bazen de seçici kurul, jüri üyeliği gibi görevlerde geliyor. En çok zorlandığım, içime sinmeyen ve ürktüğüm çocuk resimlerinin olduğu jüri üyeliğidir. Arkadaşlarım bu korkularımı bilir ve eserleri seçmeden önce bu tedirginliğimi de diğer jüri dostlarımla paylaşırım.
Ödüle veya sergilenmeye değer gördüğümüz, benim de onay verdiğim çalışma isterim ki her şeyiyle o çocuğumuzu yansıtsın. Malzeme seçiminden tutunda, kompozisyondan ve renk tasarımına kadar her şeyiyle o küçük yürekli çocuğumuza ait olsun.
Eserlerin daha ilk masaya konuşu, jüri üyelerine sunuşu vardır, işte tam o andan başlar tedirginlik ve seçicilik.
Gelir seviyesi yüksek, ismi markalaşmış büyük okullarımızın öğrencileri hemen öne çıkar. Malzeme kullanımından, resim kâğıdını dolduruşundan, kurduğu kompozisyondan ve özellikle okul yönetiminin eserleri paketlemesine kadar bir farklılığı vardır.
İşte bu beni hep rahatsız etmiştir. Samimiyetten, içtenlikten, duygudan, yaratıcılıktan uzaktır çoğu çalışma. Çünkü o okulumuzun, o öğretmenimizin, verilecek ödüle gereksinimi vardır. O kadar güzel ve etkileyici bir sunum ve hazırlık yapılmıştır ki, ciddi bir emek vardır ortada. Bu gayretin karşılığında jüri üyesi olarak da parmağınızı kaldırırsınız.
Sonra da vicdanımın jürisi olurum, kendime şu soruyu sorarım. Gerçekten bu çalışmayı bu çocuğumuz mu yaptı, ne kadar öğretmeninden, arkadaşından, evde ki bir büyüğünden destek aldı?
Çocuklarımızı yarış atı gibi, mutlak başarı odaklı çalıştırırsak, o çocuğumuz duygularını yaşayamaz, erken olgunlaşır, çevresinde ki büyükleri taklit eder. Bizde bunları bilmeden takdir ederiz. Aslında yaptığımız yanlıştır. Çocuklarımız çocuk gibi düşünmeli, yaşının gereği gibi davranmalı.
Verin eline boyaları, çalın sevdiği müziği, odasını baştan aşağı ambalaj kâğıtları ile kaplayın, verin coşkuyu, gönlünce boyasın, yetmedi ellerini kollarını da boyasın. Çocuk deşarj olsun, kendini anlatsın, çocukluğunu yaşasın. Çocuklarımız hiç kimseyle değil, kendiyle yarışsın. Resimde derece almaktan ziyade resim yapmanın mutluluğunu, o süreci yaşamasını sağlamalıyız.
Resim öğretmenimiz; çocuğa nasıl çizgi çizmesini, nasıl boyayı kullanmasını, nasıl kompozisyon kurmasını öğretirken, istem dışı olarak kendi düşüncelerini, kendi sanatsal olgunluğunu çocuğa yansıtır.
En iyi öğretmen, çocuklarla beraber çocuklar gibi çocukça resimler yapan, yaptıran kişidir.
Unutamadığım, içimi kahreden ve aklıma geldikçe her defasında içimin acıdığı bir anım var.
“Çocuk ve Aile” konulu bir resim yarışmasında, babasının ayaklarını çizmeyen bir çocuğumuzun resmini elemiştim. Daha sonra bu olayı resim öğretmeniyle paylaştığımda, çocuğun ailesinde sakat veya özürlü bir kişi olmadığını, unutmuş olabileceğini bana söyledi.
Daha sonra öğreniyoruz ki, çocuğumuz babasının ayaklarını bilerek çizmemiş. Çünkü babasının ayakları ile vurarak çocuğu dövdüğünü, ayaklarını çizmezse, babasının artık dövemeyeceğini söylemiş.
Bunu öğrendiğimde, çocuğumuzun yediği bütün dayakları kat be kat ben yüreğimde yedim. Benim için ne kadar büyük acı ise, karşımda ki çocuk ta o derece büyük bir sanatçıydı.
Çocuklarımız ve boyaları özgür olsun.
HİKMET ÇETİNKAYA