Yeryüzünde dünden bugüne oluşan devletlerin nüfus dağılımlarını tarihi bir süreçte incelediğimiz zaman çeşitli ülkelerin çeşitli zamanlarda dış ve iç göçlere maruz kaldıklarını ve bu göç süreçlerinde söz konusu devletlerin bazı yerleşim alanlarının nüfus yoğunluğu ile yüklenirken bazı yerleşim alanlarının ise boşaldığını görüyoruz.
Bir devletin askeri varlığı devam ettiği sürece ve bir işgale veya iç savaşa maruz kalmadığı sürece bu nüfus dengesizliği genellikle bir güvenlik problemi oluşturmamaktadır. Sadece ülkenin sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik yapısı değişmekte ve bu değişimin oluşturduğu sorunlar veya kazanımlar ülke halkının günlük hayatının içine yansımaktadır.
Bir işgal veya iç savaş yaşandığında ise barış zamanında değişen nüfus dağılımı savaş sonrasında söz konusu ülkeyi oluşturan millet için hayati bir kayıp olarak ortaya çıkmaktadır.
İspanyollar Meksika’ya girmeden evvel bölge de var olan Aztek devleti içinde bulunduğu sosyolojik düzey doğrultusunda yönetilmekteydi ve ülke de büyük çiftlikler yoktu. Nüfus bazı bölgelerde kümelenmişti. Bu durum bir işgal olmadığı sürece Aztekler için hayati bir önem arz etmiyordu. Ancak, İspanyollar geldiler, ülkeyi işgal ettiler, yerli nüfusun yoğun olduğu yerlere yerleşirlerken, yerli nüfusun seyret olduğu yerlerde büyük çiftlikler kurarak, maden kasabaları inşa ederek nüfus ekseriyetini ellerine aldılar.
Benzer durum İnka Devletinin coğrafi mirası üzerinde bugün var olan Peru içinde mevcut. İnkalar dağlık alanlarda yoğun olarak yaşıyorlardı. Sahilde nüfus seyrekti. İspanyollar boş olan sahile yerleştiler, deniz ticareti, balıkçılık gibi alanlarda ekonomik bir değer oluşturdular ve bugün halen ülkede ki İspanyol kökenliler sahilde yaşıyorlar.
Biz Türkler de Bizans devletini yenerek Anadolu’ya geldiğimiz de önceden Anadolu coğrafyasında bulunan yerli halk (Türk ve Ön Türk asıllılarla birlikte) Bizans devletinin güç kaybı, Latin istilası ve başkaca sebeplerle boşalmıştı. Biz Türkler Anadolu’ya gelince yerli halkın bulunduğu yerleşim yerlerinin yanına yerleşmekle birlikte taşraya yerleşmiş, bazen de yeni Türk şehirleri kurmuştuk. Çünkü Anadolu’ya dokumacılık, demir ustalığı ve hayvancılık gibi iş kollarını getirmiştik. Bu iş kolları da boş arazileri bereketlendirmişti.
Bugün ülkemizde öyle bir tehlike yaşanmaktadır ki, Karadeniz, Doğu Anadolu, İç Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerimizde kırsal alanlar boşalmış, içinde dört beş adet yaşlının yaşadığı köylerimizde tarım ve hayvancılık bitmiş durumdadır.
1 no’lu haritaya baktığımızda 2017 yılı itibarı ile ülkenin nüfusunun yüzde 80’inin yüzölçümünün yüzde 20’sinde yaşadığını açıkça görebiliyoruz. Bu da aynı zamanda vatanımızın yüzde 80’inin kısmen boşaldığı anlamına da gelmektedir.
Allah muhafaza, bir işgal halinde düşman güçlerin vatanımızın % 80’inin demografik yapısının değiştirmesi çok kolay olacaktır.
Çağımıza yaklaştığımızda ise başka örneklere rastlıyoruz. Örneğin, Doğu Türkistan’da Türk nüfus genellikle Kaşgar ve Aksu gibi batı bölgelerinde ki şehirlerde yoğunlaşmıştı. Çin işgalinden sonra Han Çinlileri ülkenin daha seyret nüfuslu olan orta ve kuzey bölgelerine yerleştirildiler. Buralarda açılan fabrikalarda ve yeraltı zenginliklerinin değerlendirilmesine bu nüfus kullanıldı ve bugün Doğu Türkistan’ın orta ve kuzey bölümlerinde maalesef Han Çinlileri yoğun olarak yaşıyorlar.
2 no’lu haritada Han Çinlilerinin yerleşim alanlarının 1959’dan 2016’ya kadar ki değişimini görebilirsiniz.
Ülkemize son yıllarda gelen Suriyeli ve başkaca sığınmacıların bu demografik yapıyı değiştirmek için elverişli bir unsur olarak kullanılabilecekleri de aşikar.
Devlet aklının egemen olduğu hiçbir ülke de böyle bir sorumsuzluk görülemez. Bu sebeple "Suriyeliler Suriye’ye" diyoruz.