İlk olarak Menderes, Sazak, Karaosmanoğlu, Menteşe gibi büyük arazi sahibi milletvekilleri sonradan aralarına katılan Bayar’la birlikte ABD’dekinden mülhem bir isimle Demokrat Parti’yi kurdular. Ardından Sovyetler Birliği’nin Kars ile Ardahan’ı talep etmesi ve Boğazlar’ın savunmasına ortak olma isteği Hükümeti düşündüklerini değil düşünmediklerini yapmaya itti ve Tezel’in dediği gibi Toprak Kanunu tartışmalarının izlerini silmek için reform tasarısına karşı en güçlü muhalefeti yapanlardan C.Oral Tarım Bakanı yapılarak yaklaşan seçimlere karşı tedbir alınmaya çalışıldı.[1]
Yazar, Toprak Reformu meselesine bir başka açıdan da bakmakta ve bu sosyal politikanın köylüyü araziye bağlayarak topraksızlık nedeniyle köylerden şehirlere büyük kitlelerle göçünü engellemek olduğunu yazmaktadır. Böyle bir nüfus artışının büyük şehirlerde meydana getireceği sub-proleter (alt gurup işçi) yığınların Türkiye’yi Sovyetler’in nüfuzuna sürüklemesinden korkulduğunu beyan eden Tezel, Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’nun da gerekçesinde bunun “Yurtta sosyal sükûn arazi rejimiyle ilgilidir. Uygunsuz bir arazi mülkiyeti yapısı sosyal rahatsızlıklar doğurur” şeklinde olduğunu belirtir.[2]
Sonrasında ‘Tarımda Pazarlama ve Kredi Sorunları’nı ele alan Yazar, ihraç ürünleri için Devletin Fiskobirlik, Çukobirlik ve Kozabirlik gibi satış kooperatifleri birliği kurduğunu ve Osmanlı’nın son deminde kurulan TARİŞ’i geliştirdiğini ifadelendirmektedir. Bu kooperatiflerin sayısı 1938’de 30’a, 1950’de ise 148’e yükselecektir. Hükümetin tahıl piyasasına müdahale etmek için 1938’lerde Toprak Mahsulleri Ofisi’ni (TMO) kurarak Ziraat Bankası’nın buğdayla ilgili işlemleri ve silolarını bu kuruma devrettirdiğini belirten Tezel, tefecilerin elinde oyuncak olan köylüye tarımsal kredi sağlamak için Devletin Ziraat Bankası’nı yeniden örgütleme yoluna gittiğini söylemektedir. Zira 1937’lere kadar sürekli büyümesine rağmen çiftçilere pek bir faydası olmamıştır.[3]
Bunun yanısıra 1929’da kurulan tarım kredi kooperatiflerinin de geliştirilerek sayısının 1938’de 589’a, 1950’de 900’e ulaştığını tespitleyen Yazar, kooperatiflere üye sayısının da önce 4 binden 114 bine, sonra da 438 bine çıktığının bilgisini vermektedir. ‘Tarımla İlgili Teknik Personelin Eğitimi ve Teknik Yayma Çalışmaları’ bağlamında önce 1927’de orta dereceli tarım okullarının yeniden düzenlendiğini ve akabinde 1933’te Ankara Yüksek Ziraat Enstitüsü’nün kurularak Alman Hocaların bile görev aldığını yazan Y.Tezel, tarımsal alanda asıl devrimin 1940’ta Köy Enstitülerinin kurulmasıyla yaşanacağını fakat bunun da büyük arazi sahipleriyle tutucu kesimlerin ısrarlı muhalefetine uğrayarak ‘Bolşevik uygulama’ muamelesi görerek önünün kesildiğini öne sürmektedir.[4]
Atatürk’ün başta Gazi Çiftliği olmak üzere çiftliklerini Hazineye bağışlaması (1937) sonrası kurulan Devlet Ziraat İşletmeleri Kurumu’nun II.Dünya Savaşı yıllarında büyüdüğünü, ve uzun deneysel uğraşlardan sonra 1940’larda Rize’de bir çay fabrikası kurulduğunu aktaran Yazar, yine bu dönemde Kombinaların ve Devlet Üretme Çiftliklerinin de ihdas edildiğini paylaşır. Tarımda makine kullanımı ve girdilerin iyileştirilmesiyle de ilgili çalışmaların yapıldığını anlatan S.Tezel, bu amaçla hem Makine Kombinaları (1937) hem de Türkiye Ziraî Donatım Kurumu (1943) kurularak tarımda makineleşme politikası izlendiğini ifade etmektedir.[5]
Meşhur Marshall Yardımı sonrası tarımda traktör ve sunî gübre kullanımında adeta patlama yaşanacaktır. Yazar, bu ara Türkiye’nin dünyanın sayılı buğday ihracatçılarından biri olduğu bilgisini paylaşmaktadır. ‘Sulanan Araziyi Genişletme Çabaları’na da değinen Tezel, 1929 - 1936 Hükümet programlarında tarımsal alanlarda kuraklığın giderilmesi için 1,6 milyon lira ve 1938 – 1950 arası içinse 150 milyon lira harcandığını yazmaktadır. Hükümetin tarımsal gelişme politikası politikası temelde Yazara göre iki engelle sınırlanıyordu: 1-Köylü nüfusu geniş alanlara 40 binini üzerinde köy ve binlerce mezra olarak seyrek olarak dağılmıştı. Tarımsal verimliliği arttırmakla ilgili hizmetler adeta geniş bir alana atılan bir kova su gibi yetersiz kalıyordu. 2-Köylülüğün iktisadî ve siyasî gücünü arttırması büyük arazi sahiplerini ürkütüyordu.[6]