‘Sermaye Stoku ve Teknoloji’ alt başlığında 1920’lerin Türkiyesi’nde tarımsal üretimin hala tarih öncesindeki tekniklerle yapıldığını savunan Tezel, iç bölgelerde kullanılan sabanın neolitik çağdaki gibi ucuna çakmak taşı cinsinden sivri bir taş takılmış kanca biçimli bir odun parçası olduğunu tasvir etmekteydi. Tohum ekme işinin ve hasadın elle yapıldığını, altı taşlı ilkel bir döven kullanıldığını, tanenin sapından ayrılması için de binlerce yıl öncesindeki gibi rüzgârdan yararlanıldığını ekliyor ve sarsıcı bir ifadeyle “Bir Hitit köyündeki buğday üretiminin 1920’lerin başında Orta Anadolu’daki durumdan pek farklı olduğunu sanmıyorum” demekteydi.[1]
“1923-1950 Döneminde Türk Ekonomisindeki Gelişmelerin Genel Görünümü” başlıklı üçüncü bölümde öncelikle ‘Nüfus ve Hâsılanın Büyüme Hızı ve Kişi Başına Gelirdeki Değişmeler’ ve ‘Çalışan Nüfusun ve Yurtiçi Üretimin Sektörlere Dağılımdaki Değişmeler’ ele alınmaktadır. ‘Türkiye’nin Dış Ticaretindeki Gelişmelerle İlgili Bazı Göstergeler’ kısmında ise ihracatın gerçek değerinin 1924 – 1938 aralığında bir misli büyüdüğü fakat 1938’deki 724 milyon liralık ihracat değerinin II.Dünya Savaşı’nın sonlarındaki 1944’te 277 milyon liraya gerilediği anlatılmaktadır.[2]
Kemalistlerin Türk Lirasını altın ve yabancı paralar karşısındaki değerini adeta ‘ulusal bir namus’ gibi gördüğünü tespit eden S.Tezel, Türkiye’deki bankacılık sektörü içinde yabancıların yerinin hızla daraldığını ve 1924’teki % 78’lik oranın 1950’de % 14’e gerilediğini detaylarıyla beraber aktarmaktadır. Bu; başta İş Bankası olmak üzere devletçe kurulan Emlak - Eytam Bankası, Sanayi - Maadin Bankası ve özel sektörce kurulan Yapı - Kredi Bankası, Akbank gibi bankaların yanında Cumhuriyet dönemine iflasın eşiğinde giren Ziraat Bankası’nın da ayağa kaldırılmasının bir sonucu olarak görülmektedir.[3]
Ulaştırma alanındaysa 1923 – 1950 arasında karayolu taşıtı sayısının 1.500’den 26.500’e ve yolların uzunluğunun 13.900 kilometreden 24.200 kilometreye ulaştığını yazan Yazarımız, demiryollarında ise 1923 ile 1938 yılları arasında 3.000 kilometrelik ray döşendiğini ve bu 15 yıllık zaman aralığında demiryolu yük taşımacılığında kişi başına 20 ton/km’den 79 ton/km’ye erişimi tablolandırmaktadır. Buna göre 1927 – 1950 arası sanayi kesimindeki istihdam % 88 oranında artmış, 10 bin ve üzeri nüfuslu yerleşim yerlerinin toplam nüfus içindeki payı ise yüzde 18,5’e yükselmiştir.[4]
“Cumhuriyet’in Siyasal Yapısı ve Bir Kapitalist Gelişme Stratejisinin Belirginleştirilmesi” başlığındaki dördüncü bölüm ‘Türk Bağımsızlık Hareketi ve Toplumsal Özellikleri’ kısmında ilginç bir cümleyle başlıyor: “T.C. bir anlamda Yunanlıların akim kalan Anadolu maceralarının ürünüdür.” Padişah ve İstanbul Hükümetinin gölgesinden çıkamayan başta İstanbul ve İzmir gibi yörelerdeki birçok varlıklı Müslüman-Türk’ün işgalcilerle işbirliği içine girmesi, yerli Hristiyanların Müslüman çoğunluğa rağmen Rum ve Ermeni devletleri kurulması için başkışkırtıcılık yapmalarının binlerce yıllık vatanları kaybetmelerine sebep olacak tarihî bir hata olması, Türk bağımsızlık hareketinin Osmanlı’daki ‘Batılılaşma’ geleneğinde yetişen asker-sivil bürokrat ve aydınlardan oluşması gibi ilginç saptamalarla da devam ediyor.[5]
‘1923-1950 Arasında Siyasal Rejim ve Hükümet’ kısmında Büyük Millet Meclisi üyeliğinin hiyerarşik bir liderlik yapısı içinde ‘tek adam’ın atamasına bağlı olduğunu savunan Yazar, 1920-1950 arasında Meclis’e girenlerin yüzde 47’sinin kamu görevlisi olduğunu tespitlemektedir. Partinin yerel kadrolarının Anadolu’nun eşrafı olarak gören Tezel, 1937-1939 yılları arasında resmî parti örgütüyle devlet yapısının bütünleştirildiğini fakat polis ve ordunun bunun dışında tutulduğunu beyan etmektedir.[6]