TBMM ’de kurulan Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu raporunda, “Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana atanmışlarla seçilmişler arasında var olan ve zaman zaman gün yüzüne çıkan çekişmenin adı, ‘devlet - hükümet’ kamplaşmasıdır. Bunun arka planında, kendisini devletin sahibi olarak gören bürokratların, seçilmişlere yönelik derin güvensizlikleri yatmaktadır” denildi. Raporda, 27 Nisan e-bildirgesi ile ilgili olarak dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt ’a ‘darbeci’ iması yapıldı ve “Söz konusu basın açıklamasıyla demokrasiye müdahale etmeye yönelik girişim, sivil iktidarın bu müdahale karşısındaki yerinde tutumu ve tutumunu sürdüreceği yönündeki iradesi karşısında başarısız olmuştur” denildi.
Bu bir kamplaşmadır
Araştırma Komisyonu’nun yarın yapacağı toplantının ardından salı günü raporunu TBMM Başkanı Cemil Çiçek ’e teslim etmesi bekleniyor. Rapordaki çarpıcı tespitler şöyle:
“ Türkiye ’de Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana atanmışlarla seçilmişler arasında var olan ve zaman zaman gün yüzüne çıkan çekişmenin adı ‘devlet - hükümet kamplaşmasıdır’. Arka planında, kendisini devletin sahibi olarak gören bazı bürokratların, toplumun içinden çıkan seçilmişlere yönelik derin güvensizlikleri yatmaktadır. Bu hastalıklı düşünceye göre, Türkiye’de seçilmişler, bir başka deyişle siyasiler, nihai tahlilde kendi menfaatlerini milli menfaatlerin üzerinde gören, güvenilmez kişilerden oluşmaktadır. Bu anlayış, 1982 Anayasası’nda vücut bulan kuşkucu, kendisinden başka kimseye güvenmeyen aynı zamanda statükocu bürokratik vesayetin de temel dayanağıdır. Darbe ya da demokrasiye müdahale söz konusu olduğunda hiçbir kurum, organ ya da kişinin masum olmadığı açıktır.”
DP, 27 Mayıs’ta tongaya düştü
“İktidara geldiği günden itibaren darbe söylentisiyle karşı karşıya kalan DP, CHP ’nin basın, ordu ve üniversiteleri de arkasına alarak yaptığı tehditkâr muhalefet karşısında hırçınlaşmıştır. 27 Mayıs’a doğru darbe, emareleri itibariyle ihtimal dışı bir seçenek değildi. Gerekli tedbirler alınamamış, alınsa da muhtemelen geç kalınmış gibiydi. Çünkü Milli Savunma Bakanlığı’nın en kilit noktaları darbeye niyetli subaylarca ele geçirilmişti. İstihbarat kanalları daha güçlü çalışsaydı, darbenin önü alınabilirdi gibi görünmektedir... DP, bu noktada CHP muhalefetinin ‘sinir harbi’ üzerine kurulu muhalefetini de okuyamamış, aynı sertlikle cevap vermiştir. DP, 10 yıllık sürecin demokrasi kavramının yerleştiği yanılgısıyla, demokratik görünümlü demokrasi dışı propagandaya aynı şekilde demokrasi dışı usullerle cevap verdi. DP, tongaya düşmüştür.”
12 Eylül için bilgi gelmedi
Bazı kurum ve kuruluşlara birden fazla yazı yazılmasına, bizzat yetkililer bazında görüşmeler yapılmasına rağmen Genelkurmay Başkanlığı, MİT , Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı, Dışişleri Bakanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Devlet Personel Başkanlığı gibi kurum ve kuruluştan cevap gelmemiştir. Bazı kurum ve kuruluşlardan gelenlerinse istenen içerikte olmadığı görülmektedir. Devlet arşiv ve hafıza geleneğinin çok gelişmediği yönünde fikir yürütmeye sebep olacak bazı örnekler yaşanmıştı. Adalet Bakanlığı ’nda ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nda dava dosyalarının olay bazında değil de fail isimleri bazında arşivlenmesi ve dava dosyasını bulmak için fail isimlerini bilmenin gerekli olması, kurumlardaki ‘bilgi ve belgeye rastlanmadığı’ yönünde yuvarlak cevaplara yönelme eğilimi yaşanan birkaç örnektir.
Demirel’in işine gelmişti
“12 Mart Muhtırası’nın ‘partiler üstü hükümet’ talebi görüntü olarak sağlanmıştı. Demirel ilerleyen yıllarda, ‘direnseydim parlamentoyu da kapatacaklardı’ şeklindeki savunmasına rağmen, 12 Mart’ın budadığı anayasaya ilişkin her hamleyi destekledi. Bu anayasayla rejimin korunamayacağı eleştirisi ağzından düşmeyen Demirel, kimilerine göre; gayet memnundu. Darbe görüntüde kendisine karşı yapılmıştı ancak anayasa değişikliklerine ilişkin ne istediyse fazlası yapılmıştı. Seçmenin düşenin yanında olacağı yönündeki beklentisi ters tepti. 1973 seçimlerinde halk desteğini, 12 Mart’ı protesto eden Ecevit’e vermiştir.”
Laikler farklı kesimleri dışladı
28 Şubat sürecinde özellikle ‘laiklik’ tanımıyla şekillenen ideolojik tercih, kendisi hariç her türlü farklılığı dışlamış ve düşman olarak görmüştür. İrtica temelinde harekete geçirilen ve diğer kamu kurumlarına da sirayet eden fişleme dalgalarının yarattığı mağdurlar hiç şüphe yok ki bu sürecin en dertli tanıkları olmuşlardır. Türk Silahlı Kuvvetleri ’nin devletin idari yapılanmasındaki ana unsurlar ile demokrasinin yaşamasına katkı sağladığı düşünülen basın, üniversite ve sivil toplum kuruluşları üzerindeki ölçüsüz etki ve baskısı 28 Şubat darbesini kaçınılmaz kılan esas resmi gözler önüne sermiştir. Askerin yasal olarak kendisine tanınan sınırı ihlal ettiği ortadadır.
27 Nisan bir kırılma noktası
Genelkurmay Başkanlığı’nın 27 Nisan tarihli basın açıklaması ve sonrasındaki Türk siyasi tarihi bakımından bir kırılmayı ifade etmektedir. Basın açıklamasıyla demokrasiye müdahale etmeye yönelik girişim, sivil iktidarın bu müdahale karşısındaki yerinde tutumu ve tutumunu sürdüreceği yönündeki iradesi karşısında başarısız olmuştur. Bu müdahale girişimi, cumhurbaşkanlığı seçim sürecini başlatmış ve bu seçimi tamamlamadığı takdirde hızla seçim sürecine girmek durumunda olan hükümetin en zayıf olduğu anına getirilmek istenmiştir. Ancak hükümetin tutumu ve sonrasında seçimlerde gösterdiği başarı bütün süreci tersine çevirmiştir...