Destanları mitolojileri olmayan halklar büyük dile, kültüre ve edebiyata sahip değildir. Ortak kültürün en önemli kaynağı ortak duygunun hâkim olduğu destanlardır. Bunlar hem insanlığın ortak kültür mirası ,hem de milli kültürümüzün özünü yansıtan edebi metinlerdir. Destanlarımız da milli kültürümüzün geçmişten geleceğe akan nehirleri gibi Türklük ummanını oluşturmaktadır. Türk halk edebiyatının konusu olan mitoloji, destan, efsane, halk hikâyesi, masal gibi şifahi edebiyat ürünleri özünden kopmamış bir millî şuurun izlerini taşırlar. Çocukluk döneminde çocuğun, kendi kültürüne ait eserleri tanıması, bu eserlerin okuyucuların beğenisine sunulması, kahramanları tanıması, onlarla özdeşlik kurması büyük önem taşımaktadır. Efsane, destan, masal gibi millî ve manevi yönü ağır basan türler gerek kişilik gelişimi için, gerekse kültürel değerlerin doğru bir şekilde aktarılabilmesi ve çocuğun kimlik ediniminde karışıklık yaşamaması için çok önemli görülmektedir. Millî kültüre sahip olmayan bireyler, yabancı kültürlerin etkisiyle kültürlenmeye maruz kalırlar. Bu maruz kalmayı engellemenin en önemli yolu öğrencilere kendi kültürlerini öğretmektir. “Her medeniyet kendine has bir kültür ve sanat yaratır” (Kaplan, 1983). Bu nedenle, geçmişimizden gelen kültür ve sanatın yeni nesile aktarımı oldukça önemlidir.
Dede Korkut göçebe Türkler’in yüceltip kutsallaştırdığı, bozkır hayatının geleneklerini ve törelerini çok iyi bilen, kabile teşkilâtını koruyan bir Oğuz büyüğüdür. Halkın atası, kabilenin reisi, bilgin, güçlü halk ozanı ve bilge olarak Dede Korkut’un tasviri hikâyenin başından sonuna kadar tekrarlanır. Hanlar güç durumlarda ona danışırlar; öğütler veren, yol gösteren, içinden çıkılmaz gibi görünen güçlükleri çözen hep O'dur.
Oğuzların destanî hayatını anlatan on iki hikâyeden meydana gelen Dede Korkut Kitabı’nın iki nüshası vardır. Kitâb-ı Dedem Korkud alâ Lisân-ı Tâife-i Oğuzân başlığını taşıyan Dresden nüshası 1815’te F. von Diez tarafından bulunmuştur. Dresden Kraliyet Kütüphanesi’nde Fleischer külliyatı arasında bulunan eser pek güzel olmayan bir nesihle yazılmış olup her sayfada on üç satır vardır, metin bazı kelimeler dışında hareketsizdir. Hikâyelerin başlıkları, hikâyeler ve manzum parçalar birbirinden ayrılmadan bir bütün olarak yazılmıştır. Dresden yazmasının Diez tarafından istinsah edilen nüshası Berlin Kraliyet Kütüphanesi’ndedir. İtalyan Türkologu Ettore Rossi, Vatikan Kütüphanesi’nde bulduğu eserin ikinci nüshasını “Un nouvo manoscritto del ‘Kitab-i Dede Qorqut’” adlı makalesiyle tanıtmış (Estratto della Rivista Degli Studi Orientali, XXV, 34-43) ve daha sonra bir inceleme ile birlikte yayımlamıştır (Dede Qorqut, Vatikan 1952).
Bu eserlerden kahramanlık destanı savaş hikâyelerinden yönetim şekli hakkında bilgi edinilirken, toplum yapısı düzeni töresi hakkında da ipuçları vardır. Anne, baba ve çocuktan kurulu Türk ailesinde aile içi münasebetlerde sonsuz bir şefkatin, ölümler karşısında gevşemez bağlılığın, ayrıca sadakatin, şeref ve namus anlayışının bulunduğu görülmektedir. Bütün Oğuz beyleri tek eşlidir. Doğan çocuğa ad verilmesi büyük önem taşır. Gösterdikleri yararlıktan ötürü kahramanlara asıl adları Korkut Ata tarafından verilir. Ölümlerde yas tutulur; yasa girenler bunu hem giyecekleriyle hem de davranışlarıyla belli ederler. Eski Türkler’de ölüler için aş verme geleneği Dede Korkut Kitabı’nda da bulunmaktadır.
Dede Korkut Oğuz'un atası, kopuzun mucidi, ozan-aşıklık geleneğinin şahı olarak tanınır. Doğu'da Korkut Ata batıda ise Dede Korkut olarak ün salmıştır. Onun soylama ve boylamalarından günümüze kalan yazılı eserler Dresden Kütüphanesi (1815) ve Vatikan (1952)'da korunmaktadır. İran'dan bir Türk ilim adamı sahaftan 15 -20 TL cüz'i bir paraya eski eseri alır ve Kazakistan Türk Kurultayı'nda ülkemiz ilim adamlarından birine birkaç nüshasını verir. Dede Korkut'un Anadolu’da adına mezarın da bulunduğu Bayburt’ta uluslararası Türk Dünyası Sempozyumu düzenlenir ve Dede Korkut'un son hikâyesi orada sunularak kabul görür. İran'dan tüm metinleri alıp okuyan ve günümüz Türkçesine çeviren bilim adamı Metin Ekici'dir. Ege Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü Türk Halk Bilimi Ana Bilim Dalı Başkanı da olan Ekici, kısa süre önce gittiği Kazakistan'daki bazı bilim insanları ve araştırmacıların, ellerinde bulunan Dede Korkut'un 13'üncü destanına ait nüshanın kopyasını kendileriyle paylaştıklarını belirtti. UNESCO Türkiye Milli Komisyonu Somut Olmayan Kültürel Miras Komitesi Başkan Vekili Prof. Dr. Metin Ekici, kendilerine ulaştırılan 61 sayfalık el yazmasının, Dede Korkut hakkında mevcut bilgilere çok ciddi katkı sağlayacağını söylemiş. Ekici, "Bu nüshalardan biri 1815 yılında Von Diez tarafından bulunup dünyaya tanıtılan Dede Korkut'un Dresden nüshası, ikincisi de 1952 yılında Vatikan'da bulunan nüsha." Metnin muhtemelen 14 ya da 16'ncı yüzyıllar arasında yazılmış olabileceğini düşünüyoruz. 'Salur Kazan'ın Yedi Başlı Ejderhayı Öldürmesi' başlıklı hikâye, Dede Korkut'un bilinen 12 boyuna bir katkı olarak 13'üncü boy diyebileceğimiz yeni bir anlatma.
Metin Ekici "Biz bunu, 'yaşayan bir kültür mirası' olarak dünyaya kaydettirdik. Korkut Ata-Dede Korkut destancılık geleneğinin, müziklerinin ve sözlerinin kaydettirilmesi, bütün dünyaya Türkiye, Azerbaycan ve Kazakistan ile birlikte ortak bir söz veriştir. Bu şu demek, âşıklarımız Dede Korkut'la ilgili yeri şiirler üretecekler, çocuklarımız resimli kitaplar, boyama kitapları aracılığıyla Korkut Ata'yı tanıyacaklar." demiş.
Değerli bilim adamı bu eseri günümüz Türkçesine çevirip kitap haline getirilmiş ve Ötüken Yayınevi'nden çıkmış. Salur Kazan'ın Yedi Başlı Ejderhayı Öldürmesi hikâyesi şiirsel bir dille ve semboller ile dolu manzum eseri kültürümüze kazandırmıştır. Yedi Başlı Ejderhayı Salur Kazan kılıç darbesi ile yedi başın da ortak birleşim noktası ortadaki başı kesince tüm başlar kopmuş ejderha ölmüştür. Salur Kazan ejderha derisini yüzer, atına ve kendine zırh, kılıcına kın, okuna sadak yapar. Obada Âdemoğlu 'Salur Kazan Ejderha oldu' diye haber çıkarır. Hanlar Hanı Bayındır Han'ın sarayına kadar bu hikâye ulaşır. Halk der ki; "İzin verin Han'ım ejder olan Salur Kazan'ı yoluna çıkıp oklayıp öldürelim." Bayındır Han "Salur Kazan'ı tanırım o özünü kaybetmemiştir ejderha olmamıştır eğer ejderha olmuşsa o zaman öldürmeye onay veririm fakat onun görüşünü almam lazım" der. Salur Kazan'la görüşmek üzere komutan gönderir. Komutan Salur Kazan'a "ejderha isen seni kılıcımla öldürmeye geldim yoksa beraber Han'a gidelim" der. Salur Kazan ejderha derisinden kın içindeki kılıcı komutana verir, ejderha olmadığını ispat için. Sanki günümüz anlatır gibi ibretler dolu destandan bir alıntı ile bitirelim. Göçebelikten yerleşik hayata geçişin İbn-i Haldun şehirleşme ile asabiyenin kaybı ile ortaya çıkacak sorunları dile getirmiş gibi.
Dedem der;
Ay öte, yıl dolana, zamaneler kopup gele;
Dağ otları tükene, diken kala;
Tatlı dirlik tükene, dava ile savaş kala;
Asıl beyler tükene, avam kala;
Silintiler yıkıla, bir yerde oba ola;
Derintiler yıkıla, bir yerde kentli ola;
Bir kentte iki gühâ olsa, beş dahice daruğa ola;
Onlar dahi birbirinin sözüne bitmeyeler;
Ortalıkta bed nefs ile yalancının günü doğa;
O günleri görmemişim ben,
Dedem görmüş gibi söylerim;
Yazı, kışı bilinmez yıllar ola;
Kuvveti, gücü bilinmez eller ola;
Yaylaklar kışlak ola, kışlaklar yaylak ola;