Bu gün biraz canım nostalji takılmak istedi... Sebebi mi? Birkaç gün önce eski arkadaşlarımla buluştum, konuştum, eskileri andık da oradan esti...
Zaman bundan on beş yıl öncesi. İzmir'de Mimarkemalettin’de, yani merkezî semtte bankada çalışıyorum. O zamanlar bankada krediler şefiyim. Mimarkemalettin semti manifaturacılar çarşısı oluyor. Şubemiz yoğun çalışıyor. Akşama kadar öyle yoğun oluyor ki; kimi zaman öğle yemeğine bile çıkmıyor işleri yetiştirmeye çalışıyoruz.
Günde belki yüzlerce kişi geliyor şubeye. E dedim ya esnaf merkezi...
Ancak öyle bir şey ki günlük iş telaşı dışında şubemizde dostça, kardeşce bir hava var. Şakalaşıyoruz... eğleniyoruz... birbirimizi numaradan kızdırıyoruz. Çok gülüyoruz. Belki de yoğunluktan, bunalmışlıktan, yorgunluktan böyle sıyrılabiliyoruz...
Servisimde kızlarım gibi olan Müge ve Hülya, veznedarımız Orhan Bey, muhasebecimiz Ilhan Bey... diğer çalışma arkadaşlarımız ve bazı müşteriler... Artık kardeş gibiyiz. Nasıl olmasın ki evimizden daha çok burada vakit geçiriyoruz. Ailemden, eşimden daha çok onları görüyorum. Orhan Bey şakacı... Herkese takılıyor, herkesi güldürüyor. Azcık da çapkınca... Güzel kızlara şakacıktan kur yapıyor...
Şubemiz kalabalık olurdu. Bekleyen müşteriler ve biz artık yorgunluktan tef gibi gerilirdik zaman zaman. Böyle gergin zamanlarda bir de sık sık arızalanıp tepemizde ha bire göz kırparak sinirlerimizi bozan florasan olmaz mı? Işte o hınzır lambayı tamir etmek için yüksekçe bir boyacı merdiveni kenarda hep hazır dururdu.
Zurnanın zırt dediği yer gelince Orhan Bey onun tepesine çıkar kalabalığa hitaben “Baaahçeeevan geeldiii... Baaahçeeevan geeldiii... Deh deh düldül... deh deh düldül... Sen düldülsün... ben bülbül...” diye şarkı söyleyerek Zeki Müren'i taklit ederdi. Hele bir de güzel bir hanım varsa orada sormayın gitsin, elleri kolları kıvırır... daha bir coşardı.
Ani olarak sinirler gevşer, herkesin yüzünde bir tebessüm yayılır, kimilerimiz de (ben başta) boşalan yay gibi kahkahaları koyuverirdik... Böyle güle oynaya geçirirdik günlerimizi...
Aradan yıllar geçti. Emeklilik, farklı meşguliyetler, oturulan semtlerin uzaklığı... pek görüşemez olduk. Geçtiğimiz günlerde İlhan Bey Güzelbahçe Belediyesi gazetesine yazdığım bir yazıyı tesadüfen görmüş. O ana kadar ne yazdığımdan haberdaar... ne de çizdiğimden... Yazıyı görünce internette aramış, bulmuş beni. Facebook’tan önce arkadaş olarak ekledi, sonra bir mesajla beni sevindirdi. Arada sohbet edip geçmişi de anıyoruz.
Orhan Bey'in evi yakın olduğundan sık sık görüşüyorlarmış. Çankırı Yaren gecesi ve sergim için “Görmek istiyorum sizi... buyurun gelin.” dedim.
“Orhan Beyin belinde fıtık oluşmuş. Ağrıları var. Hatta geçenlerde bir beyaz baston bile edindi.” diye yanıtladı Ilhan Bey.
“Bence görmüyor numarası yapıp güzel kızlara sarılmak amacıyla almıştır o bastonu.” diye şakalaştım.
“Yok gerçekten ağrısı var, belki aramak istersin.” diyerek telefonunu verdi.
Hemen aradım. Ancak bunca yıldan sonra tekdüze monoton bir konuşma hiç olur mu? Ben bu fırsatı değerlendirmez miyim? Bana yakışmaz vallahi! Sonra Orhan Bey yaşlandığımı falan sanır... Kesin olmaz!.. Hazır telefon numaramı da tanımazken.... Söze şöyle başladım:
“Ben Esra Erol ile evlen benimle programından arıyorum. Orhan Karakoç ile mi görüşüyorum?” dedim.Tanımadı şükür. Pek de kibar yanıtladı:
“Evet efendim benim, buyurun...”
“Bir hanımefendi sizi pek beğeniyormuş. Evlenmek istiyormuş. Ancak size açılamıyormuş. Bizden aracı olmamızı rica etti. Bütün konaklama ve yol masraflarınızı karşılayacağız. Sizi televizyonumuza bekliyoruz.” dedim. Bu arada belirteyim, Orhan Bey bekar...
“Nasıl yani... şaka mı bu? Kimmiş o hanım. Benimle mi evlenmek istiyormuş!..” Şaşkınlıkla peşpeşe sıraladı soruları... Ben numaraya devam...
“Evet efendim. Kendisi size açılamadığı için bizden yardım rica etti. Kabul edip buraya gelirseniz kimliğini açıklayacağız.” Telefonun diğer ucundan bocalamasını... hatta hatta nabız atışlarının hızlandığını bile hissedebiliyorum. Öyle bir ses tonu ile sordu:
“Ne yani şimdi; siz benden hemen cevap mı bekliyorsunuz?”
“Elbette efendim.....”
Biraz bekledim... O karşıda ne yapacağını bilemez kıvranırken dayanamadım, ona kıyamadım ve o meşhur kahkahamı koyuverdim.
“Ooorhaaan... beeen... Hülyaaaa!”
Orhan Bey bunca yıl sonra benimle konuştuğu için sevinsin mi? Güzel bir hayal şaka çıktı diye kızıp üzülsün mü bilemedi. Ama şoku atlattıktan sonra sanırım sevindi. Eğer çok ağrısı olmazsa mutlaka İlhan Beyle geleceklerini söyledi. Ben de sevindim...
Artık arada bir konuşur, yarenlik ederiz. Belki bir yerlerde eski dostlar toplanırız... Ne bileyim işte...
Geçmişi andım, mutlu oldum. Yaşlanıyor muyum ne?
Hülya Sezgin / hulyasezgin@hotmail.com