Ekonominin temeli üretimdir. Üretimin temeli de çalışan, yani istihdam. Tabi üretme basamağına gelmek için bilim, yani araştırma geliştirme gerektiğini söylemeye lüzum yok sanırım. Üretmek için yatırım gerekir, yatırım için de girişim serbestiyeti ve hukuk. Hukuka güvenin kalmadığı özgürlük ortamının kısıtlandığı bir zamanda döviz fiyatlarında yükselme tesadüf olamaz.
Bugün için sorun yaşadığımız Avrupa ülkelerinin çoğu, ülke olarak bizden çok küçük, ama ekonomi olarak bizden çok büyüktür. Neden derseniz cevabı yukarıda yazdığım maddeleri barındıran bir demokrasileri olmasıdır. Elbette bu demokrasiyi emperyalizm-sömürgecilik döneminden kalma artı sermayeye de dayandırmaktalar. Ancak krallık dönemlerinde bile sağlam bir hukuk alt yapıları olduğu için mülkiyet hakkı ve koruması nedeni ile tüccarlar için güvenli bir ticaret merkezi olarak gelişmişlerdir. Hukuka güven tüccar ve yatırımcı girişimci için yaşamsaldır, sermaye ürkektir güvenin olmadığı yerden kaçar.
Toplumsal düzeni ve hizmetleri sağlamakla mükellef olan devlet aygıtı ekonominin neresinde derseniz, aslında her yerindedir. Saydığımız hizmetler için üretimden kazanılan paranın bir kısmını vergi olarak toplar, özel sektörün sermayesinin yetmediği ya da kârlı bulmadığı alanlara yatırım yapar. Aynı zaman da en büyük işveren konumundadır, yani memur çalıştırarak istihdam sağlar. Tabi tüm bu giderler toplanan vergilerden karşılanmak zorundadır. Düzenli ve yeterli vergi toplamama ya da toplanan vergiyi düzgün kullanmama durumunda da ülkelerin ekonomisi kötüye gider biliyorsunuz. Vergilerin düzgün kullanılmaması durumunda yöneticileri denetleyecek olan hukuktur biliyorsunuz. O da demokrasilerin gelişmişliği oranında etkin ve bağımsızdır.
Bizde uzunca bir zamandır yatırım ve üretim sahalarından biri olan inşaat sektörü ekonominin baş aktörü olarak doludizgin gidiyor biliyorsunuz. Yol, tünel, köprü, havalimanı, şehir hastaneleri gibi birçok büyük inşaat yatırımı hayata geçiyor. Başta da söyledik, bu yatırımlar için devlete para yani vergi lazım.
Dünyada kapitalist sistemin az gelişmiş ve gelişmekte olan ülke ekonomilerinden pay alabilmek için icat ettiği en zeki yollardan biri kamu özel ortaklığı projeleri yani PPP (publicprivateproject) denen yatırım modelleridir. Yönetimin büyük çapta projeleri yapmaya parası yani vergisi yetmiyor ise devlet hazinesi garantisi vererek, yani geleceğe yönelik toplamayı ön gördüğü vergileri de hesaba katarak uluslararası sermayenin de katıldığı yatırım işbirliğine gider. Böylelikle bir kısmı gerekli bir kısmı da popülist ses getiren inşaat projeleri hayata geçer.
Başlangıçta yap işlet devret olan model sonraları gelir garantisi de eklenerek yürütülmeye başlandı. Yani yapılan proje istenen geliri getirmez ise eksiğini hazine tamamlayacak şekle dönüştürüldü. Böylelikle uluslararası sermayenin hiçbir yatırım riski almadan bu tür projelere girmesi çok daha avantajlı duruma geldi.
Bu projelerin bilgi ve teknoloji alt yapısından sermayesine kadar büyük kısmı yurtdışı kaynaklıdır. Yani kendi öz kaynaklarınızla bu yatırımı yapmanız çok zordur. Dolayısıyla diyebilirsiniz ki, işte ne güzel memlekete eser kazandırılıyor bu yolla. Doğru, ama sorulacak soru şu: önce insana, bilgi ve teknolojiye yatırım yapıp, sonra vergileri önceliklere uygun ve düzgün kullanarak kendi öz kaynaklarımızla bu projeleri yapmak yerine neden uluslararası sermayeye bu kadar para kazandırıyoruz. Ve ülkenin gelecek 30 yılına ait geliri ipotek altına alıyoruz. Üstelik bu projeleri yaptık diye dünya bizi kıskanıyor sanıyoruz. Bizi kıskanan ülkelerin para ve teknolojisini kullanarak bir de üstüne adamlara para kazandırdığımız projeleri neden kıskansınlar aklım almıyor. Öyle ya bu projeler yapılsın ve ülkelerinin şirketleri para kazansın diye hepsinin yöneticileri ayağımıza gelirken.
Her neyse, gelişmiş demokrasiler önce insana, bilime ve teknolojiye yatırım yapar, sonra bu değerler üretim ve yatırıma dönüşür ve ekonomi de zaten kendiliğinden gelişir. Çünkü geliştirdiğiniz teknoloji ekonominize artı değer ve istihdam olarak döner. Aksi durumda siz hem bilimi hem teknolojiyi üretmek yerine takip eder, hem de ülkenizin gelirini dışarı aktarırsınız. Üstelik yapılan projelerin gelir ortaklık süresi bittiğinde çoğunlukla ekonomik ömürleri de sona gelmiş olur. O yüzden inşaat projeleri yaptık demek yerine, bilim ve teknoloji üretecek insan yatırımı yapalım ki ülkemiz özlediğimiz yere gelebilsin. Yani gelişmiş demokrasi olmadan gelişmiş ekonomi olunmuyor. Örneğini bilen varsa içim biraz rahatlar, varmış bir ülke deriz. Hamaseti, törenleri filan bırakıp çok çalışmalıyız, hem de çok. Bilim ve teknoloji üretmeliyiz beton yerine.