Psikologlar diyor ki çok haber izlemeyin... sorunlara çok takılı kalmayın... Yoksa ayvayı yersiniz... Tepenizde huni gezersiniz...
Ben de öyle düşünüyorum. Uyumamalı, sorunları unutmamalı, ama arada bir de rafa kaldırmalı. İşte bu yüzden deniz sohbetlerimi anlatarak sizi azıcık da olsa gülümsetmek istedim bu yazımla...
Her yaz olduğu gibi bu yaz da Mordoğan'dayım. Her gün saat 16.00 dedi mi soluğu denizde alıyoruz. Artık kaç yıldır aynı şeyi yaptığımızdan gizli bir sözleşme var aramızda sanki... Nilgün, Semiha abla, Semra, Semiha, Esen, Asuman abla ve ben... bunların dışında arada başka katılan arkadaşlarımız olsa da bunlar müdavim...
Feysbuktan bir arkadaşımla yüzmek üzerine sohbet ediyorduk bir gün. "Yalnız yüzmeyi, açılmayı severim. Deniz anaları gibi suyun yüzünde duranlara öfkeleniyorum" demişti. Onun bu sözüne yanıt olarak gözünden yaş gelene kadar gülen yüzler göndermeme karşı ise şöyle demişti "Ne gülüyorsun? Geri geri yüzerken çarpıyorum. Sonra da sapık muamelesi görüyorum!.."
İşte o yüzden biz asla kıyıda durmayız. Arkadaşlarıma anlattığımdan aman deniz anası olmayalım der kıyıdan miniminnacık görüneceğimiz kadar uzağa gideriz. Artık denizin dibini de ezberledik. Dibi kumluk bir yer var. İşte tam orası yerimiz. Oraya gelince halka oluyoruz. Başlıyoruz sohbete... Kimi zaman masum dedikodu yaparken, çoğu zaman siyaset konuşuyoruz, arada da komik anılar ile fıkralar anlatıyoruz... Bu bir saat de sürüyor, bir buçuk saat de... sohbetin tadına bağlı... bir de üşüyüp ellerimizin buruş buruş olmasına... Ama bu arada kolları, bacakları da çalıştırmayı unutmuyoruz...
Kahkahalarla gülüyoruz. Kıyıya gelince eşim Hikmet'ten bana bir fırça... "Ne kadar çok gülüyorsun öyle..." Denizin ortasında konuştuklarımızı, güldüklerimizi kimde duymaz sanıyorduk, yanılıyormuşuz. Yankılanıp kıyıda oturanların kulağının dibindeymişiz gibi duyuluyormuş meğerse!.. Bir an panikliyorum... Ama biraz düşündükten sonra rahatlıyorum. Mahcup olacağımız bir konuşma olmadı ki. Gene de dikkat etmek gerek demek ki!..
Azıcık anlatayım size de sohbetlerimizi:
Semahat abla bir gün rüzgarda şıkır şıkır ses çıkartan rüzgar süslerinden almış. Bahçesinde ağacının dalına asmış. Ertesi gün odasında oturuyor şıkır şıkır sesler... Karşı komşusu için "Semra'lar çay içiyorlar" diye düşünmüş. Aradan zaman geçmiş... çay kaşığı sesleri kesilmiyor... ama ne zaman çay demleseler onu da çağıran komşusunun bu kez seslenmemesine bir türlü akıl erdiremiyormuş. Mutfak penceresine gitmiş... Sağa bakınmış... sola bakınmış... görememiş. Zaten amacı onları görmekten öte kendini gösterip çağırılmasını sağlamakmış... Azıcık gücenmiş...
Meğer aynı şekilde karşı komşu Semra da duyduğu bu şıkır şıkır sesler için "Semiha abla çay demlemiş... bak beni çağırmadı" diye gönül koymuş. Denizde birbirlerine sitem ederlerken iş ortaya çıktı... Hadi bakalım siz olun da gülmeyin...
Asuman ablamız çok süslü... Yaş altmış, iş bitmiş demeyenlerden... pembe ruju hiç eksik değil dudaklarından. Anlatıyor. "Kardeşim evlenirken ben nikah şahidi oldum. İki dirhem bir çekirdek... yepyeni şık kıyafetlerimi giydim. E.. televizyona çekilecek nikah. (videoya yani) Yüzüm gergin olsun diye yeni aldığım kremi bol bol sürdüm. O da alerji yapmaz mı? Ben nikah boyunca ağla ağla, şişti gözlerim. Oldu kan çanağı!.. Neyse ki herkes kardeşi evleniyor diye duygulandım, ağladım sanmış da rezil olmaktan kurtuldum!..
Semra ile Semiha kardeş. Bir gün bahçede oturuyorlarmış. Semiha abla da plaj kıyafetlerini giymiş denize gidiyor. "Allah aşkına gel oturalım, sohbet edelim" diye çağırmışlar. Israra dayanamamış. Otururlarken beş dakika sonra Semra "Ben bir kocama bakayım diye" gitmiş. Ablası Semiha da bulaşık yıkamaya gitmiş. Anneleri de içerde alzheimerli horul horul uyuyormuş. Ne çay, ne kahve, ne de sohbet... Dokuz yaşında yeğenleri ise karşısında taze ekmeğin üstüne şokella sürüp sürüp yiyormuş. En son dayanamamış "Ver bakayım ordan bir dilim de bana şokellalı ekmek demiş. Almış, bir güzel yemiş ve denize gitmiş...
Denizde diğer komşuya anlatıyormuş olanları. O da "O kimin gelini... onun kaynanası komşuyu zorla çağırmış oturmaya. Sonra "Ben beş dakika bir pazara gideyim" demiş... gidiş o gidiş... evde misafir tek başına oturuyor. Tam dört saat sonra gelmiş...
Semiha abla bunları anlatırken Semra ile Semiha da yanımızda. Hep birlikte kahkahalarla gülüyoruz. Semiha abla kötü hastalığını yenmiş, hayat dolu. Daha aktif olmasının doğru olacağını düşünerek "Sabahları yürüyor musun?" diye soruyorum. "I-ııhh" diyor. Üsteliyorum... cevabı yapıştırıyor "Ay Hülya'cığım her gün burada bir saat tepiniyoruz ya yetmez mi?"
Gülsüm hanım diye bir komşuları var. Ben tanışmıyorum... Bir gün Semra iki eline birer yuvarlak taş aldı. İman tahtasından başlayarak yuvarlak hareketlerle boynuna, oradan da yüzüne aşağıdan yukarı doğru masaj yapmaya başladı. Merakla ne yaptığını sordum. Meğer o hanım her denize girişinde hafif yosun tutarak kayganlaşmış taşlarla böyle masaj yapıyormuş. Yüzü de kaymak gibiymiş...
Ertesi gün ne mi yaptık... hepimizin elinde birer yuvarlak kaygan taş!..
Hülya Sezgin / hulyasezgin@hotmail.com
Temmuz 2016