Derin mevzuları bilirsiniz. Siz ki Kurtlar Vadisi’nden Çukur’a derin abi’lerle, derin reislerle büyümüş bir nesilsiniz. Müstehcen sahnelerde çocukların ahlâkı bozulmasın diye kanal değiştirmeye hamle eder ama tehdit, şantaj, cinayet, işkence durumlarında aynı çocuklara “ah ulan, ben de biraz gayret etseydim ne biçim mafya olurdum” ruh hâliyle örneklik teşkil edersin. Ee, ne de olsa ‘ayıp yatağın altında’. Bakın bakalım RTÜK’e giden şikâyetler en çok hangi konuda?!
Arslan Bulut’un kedi & fare metaforundaki gibi farelerin kedinin kuyruğuna çıngırak bağlaması gerekirken kedinin birinin kendi kuyruğuna çıngırak bağlamasıyla gitgide ilginçleşen ve o oranda iğrençleşen ilişkiler zincirinin sonunda simitçisinden siyasetçisine hem “Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz” seyredip hem de mafya kültürünün siyaset diline yansımasına hizmet etmek/eylemek niye çelişki olsun ki..
Hani facebookvari yerlerde ‘ilişkisi var’ ibâresi var ya; aman Allah’ım, kimlerin kimlerle ilişkisi var?! Daha doğrusu kimin kimlerle ilişkisi yok ki.. “İçinizde kim günahsızsa ilk taşı o atsın!” Barnabas – 201, Yuhanna – 8 (İlk taş / Zinada yakalanan kadın) demiş ya Hz. İsa; varsa az günahkâr veya günaha tövbekâr simitçi - siyasetçi aranıyor. Yoksa sistemimiz mi günahkâr? Yoksa sistemi şeyimize yani işimize, çıkarımıza mı uydurduk? Kimi kime şikâyet ediyoruz?!
“Bozuk düzende sağlam çark olmaz”; imza: Pir Sultan Abdal, imza: Günümüz. Müsilajı denizin masajı değil de denizden gelen mesaj gibi düşünmek lâzım. Marmara der ki; “Ben herkesi salyalanmış görüyorum”. Murat Yılmaz’ın o meşhur Türkiye haritalı ‘Beni Yıka’ karikatüründe olduğu üzere siyasetin, dinî teşekküllerin, organize suç örgütlerinin, spor kulüplerinin, medya-magazin dünyasının salyaları dört tarafımızdaki denizlerin ötesine dek birbirine karışmış. Neymiş; hatt-ı müsilaj yokmuş, sath-ı müsilaj varmış ve o satıh okyanuslar arasıymış.
Madem bilmediğimiz kelimelerle uzaydaki hacmimizi ve konumumuzu görmeye yani hep başkalarına bakmaktan, başkalarıyla hasetik rekabetten bir türlü sıra gelmeyen kendimize bakmaya başladık, nefsimize odaklandık ve her videoyla, her cevapla, her röportajla bir yaşımıza daha giriyoruz; gayri son bir ayda bir düzine yaşlanmış Milletimize bulimya hastalığı (bulimia nevroza) tanısı konulur endişesi taşıdığımı da paylaşayım.
Salyayı sadece ekolojik, kusmayı sadece hekimlik çerçevede düşünmeyin; teo-politik olarak da düşünün, sosyo-ekonomik olarak da düşünün, jeo-stratejik olarak da düşünün yada düşünelim derim. Strateji deyince aklıma Stratejik Derinlik kitabı ve hâlen devam eden stratejik sarhoşluğumuz (derinlik sarhoşu) geldi. Davutoğlu, geçen yıl Sistemik Deprem (Sistemik Deprem ve Dünya Düzeni - Dışlayıcı Popülizme Karşı Kapsayıcı Demokrasi) diye bir kitap daha çıkardı. Okuyucu hatırlatıyor: Deniz değil düzen kusuyor.
Huzur İsyanda ekibi diyor ki; “Değerlerimizi tıka-basa yedik, yuttuk; dolayısıyla bizi biz yapan şeyleri de yani kendimizi de yediğimiz için zehirlendik. Kusmak, çıkarmak zorundayız. Marmara Denizi öğretmenimiz olsun.” Şu satıra kadar yazıya konsantre olamayanlara Müslümcülerin millî marşı olan ‘İtirazım Var’ın 1981 versiyonunu (yüksek doz) antibiyotik ve antiseptik olarak tavsiye ederiz. Derdini sevmeyenler lâfazan dizilere, gaydırı-guppak programlara, tıkınma ve tıklanma yarışmalarına, sanal oyunlara cemaat olmaya devam etsinler.
Kurucusuna bitmek tükenmek bilmeyen bir kinin sürdüğü Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. Yıldönümüne yaklaştık; 2023’e 2 var. Sanıyorum bu saatten sonra ya her şeyimizi resetleyip fabrika ayarlarımıza dönerek bu bâdireleri atlatacağız ya da bir arkadaşın senelerce önce dediği gibi 18’nci Devleti (bkz. Cumhurbaşkanlığı forsu) kurmak zorunda kalacağız. Söz Milletin.