Derinin,demirin,hamurun,çamurun ve mermerin hayat bulduğu yer Karacasu

Hülya SEZGİN

Aydın Karacasu'da dokuz ressam arkadaş eline hiç fırça almamış 24 anne ve 120 çocuğa resim çalıştırdık ya hani... onu anlatmaya devam ediyorum işte...

Rivayete göre, Kanuni Sultan Süleyman’ın ordusuyla birlikte yörelerine geleceğini duyan halk hazırlıklara başlamış. Çok iyi hazırlanmışlar. Kanuni ve askerleri seferden aç, uykusuz ve susuz olarak gelmiş. Halk kıştan kalma kar suları ile onların susuzluğunu gidermiş. Bu karlı su askerin hoşuna gitmiş ve burayı “karlı su“ olarak anmaya başlamışlar. Yörenin adı zaman “Karacasu” olarak biçimlenmiş... 

Karacasu belediye başkanı Mustafa Büyükyapıcı doğup büyüdüğü yer olan Karacasu'ya ve işine aşık. Sabah 08.00 dedi mi çalışanlarından bile önce belediyede. Karacasu'yu çok iyi yerlere getirmek için çırpınıyor. Burası 6.200 nüfuslu küçük bir belde ama kültürel değerleri açısından bir hazine. Başkanın en büyük hayali bir Safranbolu veya Beypazarı yapmak burayı. Sınırlı bütçesine rağmen büyük hayalleri ve projeleri var. Hepsini yapamazsak da ucundan tutsak gene yeter diyor. Halkı tarafından çok seviliyor...

Bütçeleri yeterli olduğu halde sanata ve sanatçıya, kültüre değer vermeyen diğer başkanlara  kapak olsun...

Karacasu'nun evleri eski Osmanlı mimarisi. Evlerin yönü batıdan doğuya doğru. Sebebi çıvgın (hızlı yağmur) girmesin diye imiş. Arkada odalar, önde hayat denilen tahtadan yapılmış geniş balkonlar var. Üstü kapalı hayatın önünde uzanan tarabzan ise merdivenlerden devam ediyor. Genelde ortada geniş taş avlu, ona bakan mutfak ve bir kenarda ise tuvalet var. Avlu yüksek duvarlarla çevrili ve koca kapı dedikleri büyük ahşap ana kapı ile dışarıya açılıyor. Kapıda geleni haber versin diye çan bulunuyor. Kapı damak denilen tahtadan bir dil ile açılıyor. Kapılar açılmasın diye arkasına dayak denilen tahta veya demirden şeylerle sabitleniyor. Onlar kaldırılmadan kapı açılmıyor. Çatılar kiremit kaplı... 

Son zamanlarda ucuz olsun diye dükkânların ve bazı evlerin çatısını hep ondülin denilen aliminyum oluklu çatı ile kapatmaya başlamışlar. Bunu gören ve geleneksel dokuyu çok önemseyen başkan  Mustafa Büyükyapıcı  geleneksel doku bozuluyor diye üzülmüş. Ve esnaf kızsa da oy hesabı yapmayıp bu ondülinleri kaldırtmış. Meydandaki pazaryerinin bile üstünü örnek olsun diye pahalı olmasına rağmen kiremit çatı ile kapatmış. 

Bir ara Dr. Hikmet beye “Kalacağımız odalarda içme suyu var mı?” diye sordum. Lokantadan götürebilirsiniz ama bana sorarsanız çeşmeden için. Hem daha sağlıklı, hem de daha lezzetli. Ben evde çocuklarıma bile hep çeşmeden içmelerini söylüyorum.” dedi. Bunun üzerine can alıcı soruyu sordum. “Su güzel olabilir ama eğer asbestli borulardan bize ulaşıyorsa kanserojen olmuyor mu?” “Başkanımızın seçilir seçilmez ilk icraatlarındandır. Bütün asbest boruları sağlıklı borularla değiştirdi. Ben şahidim. Ve her hafta su analiz raporlarını ben imzalıyorum.”diye yanıtladı.
İşte başkanı kutlamam gereken bir davranışı daha. Demek ki tribünlere oynamıyor. Gerçekten halkının sağlığını düşünüyor...

İlk gün anne çocuk figürü çalışmıştık. İkinci gün ise olmazsa olmazımız Atatürk'ümüzün portresini çalıştık. Son rötuşları ise Mürüvet Kayabay ile Hamide İyigün büyük emek vererek yaptılar. İnce işciliğini konuşturan meclis üyesi marangoz Ali Ahmet Çakmakkaya ise birleştirerek tek tablo haline getirdi.  Ama sonuç harika idi... Fotoğraflarını gördüğünüzde sanırım bana hak vereceksiniz...

Resmini bitiren fırçasını, paletini ve maşrapasını yıkayıp temizledikten sonra geri teslim etti. Öyle sanıyorum ki biz bu etkinlikte yalnızca resim aşkı aşılamadık. Böylece çocuklara sorumluluk almayı ve milli değerlere sahip çıkmayı yani “Devletin malı deniz...” dememeyi de öğrettik... 

Belediyenin bayan çalışanlarından Seyhan Gençay ilginç bir örnek teşkil etmişti bu çalıştayda. Neden mi? Annesi Fatma hanım, eşi Yılmaz  bey, kendisi ve kızı İlkim ile aile boyu hep birlikte hevesle resim yaptılar da ondan.
Eline hiç fırça almamış 24 anne 120 çocuk öyle güzel resimler yaptılar ki!.. Onlara resmi sevdirebildiysek ne mutlu bize. Ancak elbet o kadar da kolay olmadı. Dokuz arkadaş kimimizin beli, kimimizin boynu-ayakları ağrıdı. Başımız döndü... Olsun biz umursamadık. Çocuklarla ve annelerle birlikte heyecanlandık, sevindik. Yaşadığımız mutluluğun, keyifin tarifi yoktu... Onlar benim canım arkadaşlarım... Onlarla ne kadar gururlansam azdır. Onlar sanatçı arkadaşlarııım beeeniiiim... 

Akşam yemeğine yaylalara gittik. Nacıpınar çeşmesinden su içtik. Asırlık çınarların gölgesinde doyumsuz manzarayı seyrettik. Akşam menümüz ise kuzu çevirme idi...

Sabah saat 11.00’ de sergi açılışı ve katılım belgeleri ile plaket töreni vardı.  Konuşmalar yapıldı... belgeler verildi...  Mutluluk ve gurur hepimizin yüzünden okunuyordu...

Törenden sonra Afrodisias'a gezmeye gittik. Dünyanın ilk heykelcilik okullarından biri... Mutlaka görülmesi gerekenlerden. 1960 lı yıllarda bir gün ünlü fotoğraf sanatçısı Ara Güler barajın fotoğraflarını çekmekten dönerken şöforle  birlikte kaybolmuşlar. Bir köye gelmişler. Geyre dağ köyüne... Bir bakmış kahvede antik sütunları masa olarak kullanıyorlar, üstünde kağıt oynuyorlar. Lahitin dibini delmişler, içinde üzüm çiğneyip şıra yapımında kullanıyorlar. Her yer sütun, heykel dolu... Durumu arkeolog ord. prof.dr. Kenan Erim'e bildirmişler ve kazılar başlamış. Kenan beyin çok emeği geçmiş. Orada yatmış, orada kalkmış. Nerede ise kırk yama haline gelen pantalonu şu an orada müzede Ara Güler'in o döneme ait fotoları ile sergileniyor. Kenan beyin mezarı da orada...
 
Daha sonra Dr.Hikmet bey bizi çömlekçilere götürdü. Çömlek, testi, güveç çamurunu ve yapımını gördük. Meclis üyesi çömlek ustası İrfan Ekiz sağolsun bize testi ve güveç hediye etti. (Ben bu yazıyı yazarken yemeğim o güveçte pişiyor.) 

Karacasu'nun pazarında tahtacı Türkmen kadınlar renk renk giysileri ile dağ köylerinden getirdikleri elma ve armutları, Atça'dan gelen üreticiler ise mis kokulu çileklerini tezgahlarında sergiliyorlardı. Sanki İzmir'de yokmuş gibi elma, armut ve çilek satın aldım. Vardı ama buradakiler başkaydı... Sonra çerçi bölümüne geçtim. Bakır kaplar ilgimi çekti. Özden'in eşi Gürkan Sümer nostaljik eşya hastası. Özden eşine bakraç aldı. Rahmetli annem bakır süzgüyü salça yapımında kullanır, derin bakır kapta ise hamur yoğururdu. Aynısını pazarda görünce seviniverdim. Hemen süzgü ve derin bir kap satın aldım.  İçimi hüzün ve özlem kapladı... Aynı anda da geçmişime sahip çıktığım için bir sevinç...

Gülsen Şen arkadaşım Karacasulu... buranın adetlerini, yiyeceklerini biliyor. Bize çıtır helva almış. Çok lezzetli susamdan yapılmış kraker gibi... adı üstünde çıtır çıtır bir helva. Çok sevdik. Hepimiz aldık.

Bir anneler günü çalıştayını sonlandırmıştık ve artık veda vakti gelmişti... Belediyenin minübüsüne bindik. Kaptan şoförümüz Ali Rıza yönetiminde TRT Türkü radyo kanalını açtık, türkü çığıra çığıra İzmir'e evlerimize doğru yollandık...
İlk türkü sanki anneler günü için seçilmiş hüzün dolu idi...

“Bebeğin beşiğiii çamdan...
 Yuyarlandı düştüüü damdaaan...
 Beybabası gelir Şam'daaan...
 Nenniiii neenniii... nenniii... beebek oooy....”
Bitti...