DEVLET AKLI REİSE SÖKTÜĞÜ ÇİVİLERİ ÇAKTIRIYOR

Abdullah ALAGÖZ ve Halil KONUŞKAN, darbe sürecini değerlendirdiler.

15 Temmuz günü başlayan ve artçı sarsıntıları hala devam eden cemaat kaynaklı cunta kalkışması sadece siyasi iktidara değil Türk milletine, Türk devletinin bütün kurumlarına ve Türk vatanına karşı girişilen bir darbe teşebbüsüdür. Dolayısıyla “ama”lı konuşmadan her Türk vatandaşı bu cunta bozuntularına karşı en üst perdeden tepkisini koymak zorundadır. Başta hükumet ve cumhurbaşkanı dahil muhalefet partileri ve sivil toplum örgütleri cemaat bozuntularının darbe teşebbüsünü lanetlemek ve gereğini yapmak noktasında birlik içinde hareket etme mecburiyetleri vardır. Bu durum, partiler arası çekişmelerin çok üstünde Türk devletine, milletine, vatanına karşı girişilmiş dış kaynaklı bir kalkışmadır.

Darbe teşebbüsüne karşı başta iktidar olmak üzere muhalefet, güvenlik güçleri ve Türk milletinin duruşu darbelere karşı ortak tavır ve şuurunu oluştuğunu da göstermektedir. Bu durum ilerisi için ümit var olmamızı sağlıyor.

Mevcut duruma karşı Türk milletinin tepkisini bu şekilde özetledikten sonra neden bu hale geldik sorusunu da kendimize sormak zorundayız. 15 Temmuz cemaatin darbe girişimi aslında bir sebep değil sonuçtur. Eğer sebepleri teşhis edemezsek, neden bu noktaya geldik sorusuna cevap bulamazsak bu ve buna benzer kalkışmalara hep gebe kalmaya devam edeceğiz.

AKP hükumetleri ne hikmetse varlığını sürekli oluşturduğu bir düşmana saldırarak devam ettirdi. Pragmatist yaklaşımlarla esen rüzgâra karşı anlık çıkarlar peşinde koştu. İktidara gelmede olduğu gibi hedefine ulaşmak içinde bütün yolları meşru gördü. İktidara gelir gelmez vesayet adı altında silahlı kuvvetlerde iç işleyişi etkisizleştirdi. Ordu içinde oto kontrol ve istihbarat ile karşı istihbaratı devre dışı bırakarak ordunun adeta gözünü kulağını yok etti. Bütün bunları yaparken yıllardır sinsi çalışan ve büyük tehlike arz eden cemaatle birlikte hareket etme yolunu tercih etti. “Ne istedilerse verdik.” diyerek hukuku, teamülleri çiğneyerek kendi cumhurbaşkanını öldürmeye, külliyeyi meclisi ve başka yerleri bombalayacak bir güruhun önünü açtı. Ergenekon, Balyoz ve diğer kumpaslarla cemaat silahlı kuvvetler üzerinde ağlarını kurarken maalesef cuntanın kalkışmasına maruz kalan iktidarın sayesinde bugünlere cemaat bozuntularının cunta girişimiyle geldik.

Oysa, devlete sızmaya çalışan yapılanma bir cemiyet değil, cemaat yapılanmasıydı. Hem de cami cemaati değil, amaca ulaşmak için her yolu mübah görebilen, 15 yaşında elde ettiği çocuğu 55 yaşına kadar kendisini saklayacak şekilde eğitebilen bir çıkar cemaati...

Bukelamuna bile taş çıkaracak bir yapılanmadan bahsediyoruz. Zira bukelamun tehlike geçene kadar veya avını elde edene kadar kısa süreli renk değiştirirken bu yapılanma içinde yer alan bir kişi ömrünün renk değiştirerek geçirebilmekte, sonrada ülkesinin meclisini bombalayabilmektedir. Böyle bir yapıya devletin kapılarını açan siyasi iktidarın sorumluluğu çok yüksektir. Zira bedelini sadece kendi iktidarı değil devlet ve milletimiz ödemektedir.

Yine Oslo’da başlayıp Dolmabahçe sarayında sonlanan ihanet süreci de bu yanlışlar silsilesinin ülkeyi ne hale getirdiğinin göstergesidir.

Politikalarını yeni bir düşman oluşturarak devam ettiren iktidar, bir grubu ötekileştirerek devlet geleneğini kurumlardaki bürokratik hiyerarşiyi ve devlet hafızasını yok etti. Başlangıçta cumhuriyet Türkiye’sinin bütün kazanımlarını, yargıyı, Türk ordusu ve dışişlerindeki hariciyecileri örneğin “monşer” diye aşağılayıp, onları ekarte ederek işe başladı. Hedeflediği düşmanları yok etmek için daha sonra kendisine karşı kalkışmaya girecek cemaati devletin bütün kurumlarının en hassas noktalarına yerleştirdi. Milliyetçi, ülkücü, solcu sıradan vatanperver ne kadar bürokrat, asker, maliyeci, bilim adamı varsa hepsini cemaatin yardımıyla AKP iktidarı harcadı. Bugün yardımına muhtaç kaldığı komutanların çoğu Sayın cumhurbaşkanının “savcısıyım” dediği ve cemaat savcıları hâkimleri tarafından en rezilce iftiraya uğrayıp kalp krizinden, kanserden ölen ve intihar edene kadar uzun süre ceza evinde kaldıktan sonra kumpasa geldiği anlaşılan bu suçu taşıyamayan kahraman komutanlar sayesinde cemaat bozuntularının kalkışması püskürtülmüştür.  Yarattığı mağdurlar hem kendilerini hem de devleti kurtarıyor. İlginç değil mi?

Aynı durum sözde çözüm sürecinde de yaşanmıştır ve yaşanmaktadır.  Siyasi iktidar; devlet geleneği, bürokrasi ve ortak akıl yerine yine “kan emici, terörden yaralanalar” dediği vatanperver insanları ekarte etmesi ve teröristle masaya oturulması ile vatanın bir bölgesinin işgal edilmesine sebep olunmuştur. Devlet geleneği, bürokrasi yerini keyfi uygulamalara bırakınca ya darbe ya da isyan ile karşılaşıyoruz. Nitekim AKP iktidarlarında yaşadıklarımız, iktidarın hesapsız, keyfi uygulamaları ve bakış açısının sakatlığı sonucudur. 

Toptancı yaklaşım, “biz ve ötekiler” şeklinde oluşan ve sürekli düşman üretme stratejisi üzerine kurulu siyaset güney doğuda etnik kalkışma, Ankara’da cunta kalkışması şeklinde tecelli etmiştir. Siyasi iktidarın popülist pragmatizm üzerine kurulu siyaseti artık terk ederek devlet geleneği, milli irade ve bürokratik teamüllere uygun gerçekçi, akla, bilime, adalet ve hakkaniyette dayalı cemaat bozuntuları gibi kendi adamlarını değil objektif kriterlere göre bürokrasiyi şekillendirme, kurumların iç işleyişine müdahale etmeden rasyonel politikalar geliştirmek zorundadır. Aksi durumda sürekli etnik kalkışma, cemaat bozuntularının kalkışması gibi binlerle ifade edilen şehit, gazi ve bir o kadar maddi kayıplarla hem insanımızı hem milli servetimizin harcanmasına devam edilir.

Siyasi iktidar, diğer mahkemeler ve uygulamalarda olduğu gibi çürük elmalar ile sağlam elmaları aynı sepete koyma hatasına düşerse cemaatte en büyük desteği vermiş olacaktır zira mahkeme de, bütüncül yaklaşımla bu yargılamaları geçersiz sayarak cemaat bozuntularının bu ülkeye yaşattıklarını onların yanına kar olarak bırakacaktır. İnşallah iktidar yüzlerce örneği olan bu saçma anlayışı bir daha tekrarlamayacaktır.

Unutmayalım! Toptancı anlayış ile cadı avı uygulanırsa aynen sözde Ergenekon sürecinde olduğu gibi paralel yapı sürecide değersizleşecektir.

…ve bu ihanet yanlarına kar kalmış olacaktır.

İktidar yol ayırımına gelmiştir. Ya kurmay aklıyla cemaatten boşalan ve yeni yerleştirilecek kadrolara alanında uzman, objektif kriterlerin geçerli olduğu bir yapılanmaya gidecektir ya da geçmiş uygulamalarından bildiğimiz çürük elmalar kadar sağlam elmalarında konulduğu sepet örneğin de olduğu gibi toptancı “biz ve ötekiler” gibi ilkel ve yeni problemler oluşturacak bir yaklaşım sergileyecektir.  “Memur-Sen”in belirlediği cemaat mantığını mı tercih edecektir, yine cemaati devre dışı bıraktıktan sonra başka düşmanlar oluşturarak tek kişi iktidarına doğru yol mu alacaktır? Bu soruların cevapları önümüzdeki sürecin gidişini belirleyecektir.

Cemaat ve PKK gibi ülkenin kaderini belirleyecek konularda hukuki düzenlemeleri kadar rasyonel politikaların uygulamaya konulup konulmaması Türk milletinin kaderini direk etkileyecek düzeyde konular olduğunu unutmayalım. 

İktidarın cuntayı devre dışı bırakmada Diyanet işleri başkanlığını kullanması olumlu olduğu kadar diyanetin önümüzdeki süreçte politize olmasının da önünü açma gibi bir tehlikeyi de içinde barındırmaktadır. Herhalde iktidar bu kurumumuzun politize olup saygınlığının ortadan kalkması gibi bir duruma düşmesini engelleyecektir.

AKP iktidarı ülke içinde olduğu kadar dış politikada sürekli düşman oluşturdu. Reisin söktüğü çivileri devlet aklı yeniden çaktırıyor. Hatanın neresinde dönülürse erdemli bir tavırdır. Devlet aklı; ülkenin çivisini çıkaran pkk, cemaat, Ergenekon, balyoz, yandaş kadrolaşma gibi içte ve dış politikada devletin çivisini söken iktidara o çivileri tekrar çaktırıyor.

AKP’nin önümüzdeki süreçte ülke içinde bütüncül, kuşatıcı bir dil kullanıp politikalar geliştirmesi kadar cemaat ve PKK ile dış politikadaki tavrının rasyonel mi ütopik mi olması hem siyasi iktidarı hem de Türkiye’nin kaderini belirleyecektir.

Cemaatin tabanı pek etkili değildir. Müritleri büyük ihtimalle yurt dışına hicret ederek beyin göçü dediğimiz bir yolu seçeceklerdir. Önümüzdeki yıllarda cemaat diasporası ile karşılaşabiliriz. Üçüncü dünya ülkelerinin biri yada bir kaçında varlığını devam ettirirler. ABD ve İsrail güdümünde Türkiye ve İslam dünyası için tehlike olmaya devam edeceklerdir. Devlet olarak bu yapıyı sürekli denetim ve gözetim altında tutmak gerekir.

AKP iktidarının yanlışlarında muhalefet partilerinin de büyük suçu vardır. Alternatif olamama, reaksiyoner duruma çekilme, meydanı boş bırakma iktidarı pervasızlaştırmıştır. Cemaatin kalkışması Millet iradesine yapılan bir saldırıdır. Bunu iktidarından muhalefetine herkes kabul ederken siyasi partilerin kendi tabanlarının iradesini yok sayması bir paradoks olarak karşımızda durmaktadır. Sokakların ne kadar önemli olduğu MEŞRU şartlarda toplumun kaderini nasıl belirlediğini yaşadığımız süreç bir daha göstermiştir. Birileri bundan ders çıkarıp çıkaramayacağını kendimize sormadan edemiyoruz.

Muhalefet partileri kısa sürede toparlanarak sen-ben kavgasının önüne geçip, toplumla bütünleşme ve iktidar olma yolunu aralamalıdır ya da en azından güçlü bir muhalefet konumuna geçerek iktidarı denetleyebilmelidir. Yaşadığımız süreç, partiler arası mücadeleden çok daha önemli hale gelmiştir.

Evin reisi hata üstüne hata yaparsa, ev ahalisi bir noktadan sonra duruma el koyar. Dışarıya karşı ayıp olmasın diye de hataları reise düzeltme yolunu seçer.

Beğenelim veya beğenmeyelim, şu anda ülkenin reisi durumunda olan kişi de hatalarında tekrara düşmüş olduğu için devlet aklı kendisinin söktüğü çivileri kendisine geri çaktırmaktadır.

Bu geri dönüşün başarılı ve verimli olması için eski hataların uygulanmaması gerekmektedir. Bu çerçeve de Cemil ÇİÇEK’in “Dış barışı sağladığımız gibi iç barışı da sağlayacağız!” sözlerine inanmak istiyoruz.

Halil KONUŞKAN – Abdullah ALAGÖZ