Cumhurbaşkanı Erdoğan dünyada en yüksek faiz oranlarının uygulandığı ülkelerden biri olan Türkiye’nin devlet başkanı. Bakın kendisi bu gerçekten nasıl yakınıyor:
“-Birçok yatırımcı, girişimci faiz yükü altında eziliyor. Bu bankaların sizi nasıl sömürdüğünü biliyorum.”
“-Şu anda dünyaya bakalım. ABD'de faiz oranı ne. Japonya'da ne? Avrupa'da eksi, İsrail'de eksi. Bütün bunlar ortadayken biz yüksek faizlerle övünüyoruz. Birçok şirketimizi adeta batırmakla övünüyoruz.”
“-Beni dinlerler dinlemezler... Ama ben yüksek faize karşıyım.”
“-Faizi ne kadar aşağı çekerseniz enflasyon o kadar düşer.”
Bu yakınmanın sahibi, şikayetçi olduğu yüksek faiz oranlarını belirleyen kurumların başındaki görevlilerin tamamını atayan kişi.
Bundan önceki Ekonomi Bakanı ile Merkez Bankası Başkanını alıp yerine, faizleri yükseltmek üzere, yenilerini getiren O.
Biz Recep Tayyip Erdoğan’ı çok partili dönemin en güçlü Cumhurbaşkanı olarak biliyoruz. Acaba yanlış mı biliyoruz?
Peki, kudretli Cumhurbaşkanımızın sözünü dinlemeyen kişi veya kurumlar kim?
Erdoğan kudret ve gücünün büyüklüğünün farkında olunmasından hoşnut olan bir siyasetçidir. Nasıl olur da “beni dinlemezler ama” diye bir cümle kurabilir?
Devlet kadroları içinde de özel şirketlerde de O’nun sözünü dinlemeyen birilerinin olacağı kanaatinde değilim.
Ama emin olduğum bir şey var ki, Cumhurbaşkanı dövize, faize ve enflasyona söz geçiremiyor.
Çünkü hiçbir ekonomistin kabul etmediği “Faizi ne kadar aşağı çekerseniz, enflasyon o kadar düşer” şeklinde bir itikadî teori temelinde ekonomiyi yönetmeye çalışıyor.
Ekonomiyi bilimden, dünya tecrübesinden uzak, “şahsi inancı” ekseninde aldığı kararlarla yönetmeye çalışınca da sonuçlara sözünü geçiremiyor.
Çok haklı olarak “Bana yatırım, istihdam, üretim, ihracat lazım” diyor. Ama yatırımlar durdu, istihdam alanı yaratılamıyor, üretim geriledi.
Milli geliri büyütemediği gibi küçültüyor, işsizliğin ve yoksulluğun artmasına çare bulamıyor.
Dünya sıralamasında ülkemizin geri sıralara düşmesini önleyemiyor.
* * *
KÖİ VEYA YAP- İŞLET- DEVRET İHALELERİ
Cumhurbaşkanı Erdoğan kendisinin övünç kaynağı olan dev yatırımlar yani köprüler, otoyollar, tüneller, şehir hastaneleri, enerji yatırımlarında uygulanan sözleşmeler konusunda bugüne kadar şikayetçi olmadı.
Bugüne kadar “devletin kasasından bir kuruş çıkmayacak” düşüncesiyle yapımını savunduğu bu yatırımlar Hazine için ve milletimiz için birer kara delik haline gelmeye başladı.
Örnek olsun diye yazalım. Sadece Osmangazi Köprüsü 1,2 Milyar dolar maliyet hesaplanmış olmakla beraber, yapılan sözleşme gereği, müteahhitlerin 13 Milyar dolar para kazanacağı hesaplanıyor. Tabii ki bu parayı halkımız ödüyor.
Diğer Kamu Özel İşbirliği (KÖİ) yatırımlarında da durum aynı.
Bu yatırımların “milleti soyma aracı” olarak kullanılmasına elbette devletin başı karşıdır. Sözleşmeleri yapanlar, ihaleleri 5 müteahhite paylaştıranlar da O’nun sözünü dinlememiş olmalı.
Üstelik bu “söz dinlemezler” yapılan sözleşmelerin içeriği sorulduğunda “ticari sır” diyerek milletin parasının nasıl kullanıldığının hesabını da vermiyorlar. Şu “pandemi” ortamında müteahhitlere ödemeleri hiç aksatmadan ve eksiltmeden ödemeye devam ediyorlar.
“Ümmetin liderinin” sözünün bir takım kamu görevlileri tarafından dinlenmemesi hem gurur kırıcı ve hem de milletimiz için ağır maliyeti olan bir sorun olarak görünüyor.
* * *
SAVCILAR DA CİDDİYE ALMIYOR
Koskoca Cumhurbaşkanı bir T.C. vatandaşının terör örgütü üyesi olduğunu söyledi. Canan Kaftancıoğlu’na “DHKP-C elemanı, DHKP-C’li terörist” dedi.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu da aynı suçlamayı benzer cümlelerle paylaştı. Üstelik suçlanan bu vatandaş Ana Muhalefet Partisi CHP’nin İstanbul İl Başkanı.
Fakat bugüne kadar hiçbir Cumhuriyet Savcısı alenen yapılan bu suç duyurusunu ciddiye almadı. Bugüne kadar CHP İstanbul İl Başkanı hakkında terör örgütü üyesi olmaktan bir soruşturma açılmadı.
İçişleri Bakanı’nın emrinde olan kolluk güçleri de Bakanın sözlerini ciddiye alıp, durumdan bir vazife çıkarmadı.
Canan Kaftancıoğlu ile farklı dünya görüşlerine sahibiz. Benim kişilerden bağımsız olarak önem verdiğim konu bir vatandaşın hem de teröristler hakkında her türlü tedbiri alma yetkisi elinde olan iki şahsa karşı “terörist olmadığını ispat zorunda kalması.”
Kaftancıoğlu, Cumhurbaşkanı ve İçişleri Bakanı hakkında, “hakaret”, “görevi kötüye kullanma” ve “yargıyı etkilemeye teşebbüs” suçlarını işledikleri gerekçesiyle “suç duyurusunda” bulundu. Ayrıca 1'er milyon liralık “manevi tazminat davası” da açtı.
Bakalım sosyal medyada yapılan siyasi eleştirileri bile “Cumhurbaşkanına hakaret” suçuna dönüştüren savcılar dava açabilecek mi?
Açılabilirse ceza davasının ve açılmış olan tazminat davasının akıbeti ne olacak?
Cumhurbaşkanı ve İçişleri Bakanının “terörist” veya “teröristlerle işbirliği” suçlamasına maruz kalanlar CHP İstanbul İl Başkanından ibaret değil.
CHP ve İYİ Parti liderlerinden başlayarak, siyasette etkin muhalif kim varsa Ak Parti Genel Başkanı, küçük ortağı ve İçişleri Bakanı tarafından yapılan benzeri suçlamalara muhatap oldular.
İlginç olan şu ki, hiçbir savcı bu iddiaları da ciddiye almadı. Herhangi bir soruşturma başlatmadı.
Oysa “bizi kıskanan” batıda ve doğuda, ne kadar gelişmiş ülke varsa oralara bakınız. Devlet başkanının “suç duyurusu” kabilinden açıklamalarını ciddiye almayacak bir savcı olabilir mi?