Bu hafta yaşadığımız yoğun kar yağışları sonucu devlet karın altında kaldı. Meteoroloji'nin önceden uyarılarına rağmen megakent İstanbul’a kara ve havadan giriş ve çıkışlar uzun süre kapatıldı. Bolu civarında hem otoyol ve hem de devlet karayolu kapandı. Tarsus- Adana- Gaziantep otoyolu ve daha pek çok şehirlerarası yol kapandı. İstanbul’da bazı ana arterler 17 saat kadar trafik kilitli kaldı. İnsanlar aç, susuz araçlarında kaldı. Bir kısmı araçlarını yola bırakıp gidebildikleri yere yaya gittiler. Ankara’dan, Bursa’dan, Trakya’dan İstanbul’a girişler yasaklandı.
Ulaştırma Bakanı ve İçişleri Bakanı İstanbul’a karayolu ile gelemediler. Bolu’da yollar kapanmıştı. Havayolu ile geldiler. Uçakları İstanbul Havalimanına inemedi, yolcu trafiğine kapattıkları olan Atatürk Havalimanına inebildi.
“Dünyanın en büyük havalimanlarından” İstanbul Havalimanının pistleri bir günden fazla süreyle temizlenemedi.Uçaklara binmiş yolcular 9-10 saat uçakların içinden çıkamadı. Bunlara yemek bile verilemedi. Uçaklara binemeyenler havalimanı içinde mahsur kaldı. Uçuşları iptal edilmiş yolcular kartonlar üstünde uyudular.
İstanbul’un yollarında sorumluluklar şöyle paylaştırılmış durumda:
Kar nedeniyle çok yoğun sorun yaşanan TEM otoyolu, Karayolları sorumluluğunda. Basın Ekspres, Mahmutbey Gişeler, İSTOÇ güzergahı da buraya ait.
Çayırova'dan Büyükçekmece'ye kadar olan D-100 Karayolu (E-5) ve yan yolları ile 39 ilçedeki ana caddeler İBB'nin sorumluluğunda bulunuyor. 39 ilçedeki ara yollar ise ilçe belediyelerinin yetki alanında.
Kuzey Marmara Otoyolu ve İstanbul Havalimanı burayı yapan özel şirketlerin sorumluluğunda.
Bunların hepsi de sistemi açık tutma konusunda başarılı olamadı. Kriz yönetilemedi.
Birçok gerekçesi olsa da temel sebep birimler arasındaki koordinasyonsuzluktu. Sorumlu birimler arasında bilgi ve imkanlar paylaşılmıyor.
İBB, devleti yönetenlerce, intikam alınması gereken bir düşman muamelesi görüyor.
Sistemin çarklarından birini durdurmaya kalkarsanız diğerleri de zarar görür. Buna rağmen birlikte iş yapmaktan kaçınıyorlar.
* * *
KRİZ YÖNETİMİ VE İLETİŞİM BECERİSİ
Krizler, olaylar başladıktan sonra yapılan mücadele ile değil, kriz gelmeden önce alınan tedbirler sayesinde önlenir veya zararı en aza indirilir.
Olaya müdahale edecek ekiplerin her türlü teknik ve lojistik ihtiyacının karşılanmış ve ekipler eğitim ve tatbikatlarla adeta gözü kapalı müdahale edebilecek yetenekler kazanmışsa kriz büyümez.
Mesela orman yangınları için söndürme uçakları ve helikopter filonuz eksiksiz, su tedarik havzalarınız yeterli; pilotlarınız, ormancılarınız tecrübeli ise yangınları büyümeden söndürebilirsiniz. Bunları yapmayan bir Bakan ormancılarla beraber bizzat mücadele etse, günlerce uykusuz, aç susuz çalışsa bile O’nun görevini yaptığını göstermez.
Deprem için tedbirleri almamış, yıkılabilecek evleri önceden yenilememiş, kurtarma ekiplerini eğitmemiş bir devletin Bakanını düşünün. Bu bakan enkazın başında bizzat kurtarma çalışmasına katılsa, enkaz altındaki vatandaşla bizzat iletişim kurmaya çalışsa da bunlar O’nun görevini yaptığını göstermez.
Esasen ben deprem, yangın, sel, kar ve diğer felaketlerde olay mahalline devlet büyüklerinin gelmesini faydalı bulmam.
Devlet yetkililerinin kriz yönetim merkezlerinden bilgi alması ve tıkandıkları hususlarda yardımcı olması en faydalı yönetim biçimidir.
Devlet büyüklerinin olay mahalline gelmeleri belki vatandaşın yalnız olmadığını hissetmesi açısından psikolojik rahatlık sağlar. Fakat devlet büyüklerinin gelişi işi bilen ve yöneten uzmanların çalışmalarını aksatır. Bazen de bilgileri yetersiz ama işgüzar siyasilerin müdahalesi zararlı da olur.
* * *
İMAMOĞLU’NUN YEMEĞİ
AKP için İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nu başarısız göstermek çok önemli. Muhtemelen böyle yaparlarsa, hem Belediye seçimindeki çifte mağlubiyetinin acısını gidereceklerini ve hem de gelecek seçimde İstanbul’u yeniden kazanacaklarını düşünüyorlar. İmamoğlu Cumhurbaşkanı adayı olursa da yıpratılmış olarak yarışa başlamasını planlıyorlar.
Bu yüzden kar yağmaya başladığı andan itibaren beceriksizlikle suçlama kampanyası başlatıldı. Karla mücadele devam ederken İngiltere Büyükelçisiyle yediği yemek üzerinden yıpratmaya çalışıyorlar.
İstanbul Belediye Başkanının bir hatasını tespit edip deşifre edebilmek için mobese kayıtlarıyla izlendiği ortaya çıktı. İçişleri Bakanlığı suçluları izlemek için kurulmuş bir sistemi böyle bir siyasi amaç için kullanıyorsa bu daha büyük bir kriz demektir.
İstanbul gibi bir metropolün Belediye Başkanı önemli bir siyasi kimliktir. Büyükelçilerle görüşmesi olağan ve gereklidir. Bizim büyükelçimizin de Londra Belediye Başkanı ile görüşme yapması olağandır, yapmıyorsa eksikliktir. Bu sözlerim diğer ülkeler için de geçerlidir.
Peki, İmamoğlu, böyle bir krizin ortasında, bu yemeği ertelese daha iyi olmaz mıydı?
Bana göre teknik olarak gereksiz fakat siyasi iletişim becerisi açısından gerekli bir tavır olurdu.
Teknik olarak bir Belediye Başkanı 24 saat uyumadan, yemeden, istirahat etmeden kriz yönetiminin başında olması mümkün de değildir, doğru da değildir. 90 bin kişilik çalışanı olan bir organizasyon kurumsal bir çalışma içinde olmalıdır. Başkan sadece yönetim kademelerinin çözemediği darboğazları açmak için devreye girmelidir.
Fakat Türkiye hala bir Batı ülkesi gibi objektif ve soğukkanlı değerlendirmelerin yapılabildiği bir ülke değildir. Yıllardır AKP yönetimlerinin göz boyama tekniklerine alışkın toplumumuzun beklentileri farklıdır.
Ulaştırma Bakanı ile İçişleri Bakanı İstanbul’a geldi de karla mücadeleye ne katkı sağladı? Varsa bir katkıları bunu telefonla da yapabilirlerdi. Fakat bu bir siyasi iletişim tercihidir.
Halkımızın depremde, selde, savaşta zarar gören vatandaşlarımızın, zararlarına ve acılarına sebep olan hataları işleyen siyasilere hesap sorma alışkanlığı yoktur. Hele o siyasiler kendisini kucaklayıp acısını paylaşıyor görünüyorsa, onlara minnet bile duyar.
Siyasi iletişim açısından Ekrem İmamoğlu’nun bu hususu göz ardı etmemesi gerekirdi.