''Devr-i Sabık yaratmayacağız'' da ne demek...?

Mehmet SORAL
"Devr-i sabık yaratmayacağız" diyenlere iktidar nasip olmasın
 
Evet, ben Türk milliyetçisi birisiyim. Aidiyet duyduğum, hatta üyesi olduğum parti İYİ Parti'dir.
Muhalif birisiyim. Partim için muhalif değilim, muhalif olduğum için kurulan bir partinin ete kemiğe bürünmesinde, özellikle de kurulma gerekçesinin meşru gerekçelere dayandığının anlatılması ve sonrasında fikri alt yapısının oluşmasında hasbelkader emeği olan, hala da devam ettiren birisiyim.
 
Ancak...
 
Bu iktidarın gitmesi ve partimin iktidar olması beni hiç bir zaman tatmin etmeyecektir. Çünkü yirmi yıl süren bir hegemonyanın cumhuriyet değer ve kazanımlarını refüze etmek için vatan hainlerini devletin kılcal damarlarına (Kesinlikle sızmaları demeyeceğim) yerleştirilmeleri ile 15 Temmuz ihanet sürecinin hesabını sormak bana göre milli gelirin kişi başına 15 bin dolara çıkarılmasından daha önemlidir.
 
Ve yine; AK Parti veya "Tek muktedir"e yanaşma olanların devlet imkanlarını her türlü şekilde kullanarak ayrıcalıklı, din kamuflajlı, türbanın altına gizlenmiş bir sınıfın oluşması ve bu sınıfın özellikle milletin anasına söven beşli çete mensubu başta olmak üzere diğer alt grupların mal varlıklarının kalem kalem araştırılarak meşru olanların hariç tutulup, kalanının millette iadesinin sağlanması en büyük beklentimdir.
 
Ve bir de; aynen 55 yıl önce olduğu gibi; Beylerbeyi Deniz Astsubay okulu ve Kuleli Askeri Lisesi öğrencilerinin milli bayramlarda deniz sahili boyunca bandolar eşliğinde geçit törenlerini izlemek. Bu geçit törenleri o günkü milli bayramın hatırasına binaen olmasından daha önemlisi AK PARTİ ve siyasal İslamcı dayatmalarla yerle yeksan edilen cumhuriyet değer ve kazanımlarına tekrar rücu edildiğinin gösterisi olacaktır.
 
Ve en son; Ayasofya Camii'nde öyle bir imam atanacak ki; Müslümanlara Atatürk, milli mücadele ve Türk tarihini anlatırken ara sıra da devleti yönetenlere edep adap, haysiyet ve onur dahilinde nasıl olmaları, neler yapmaları gerektiğini hatırlatacaktır.
 
Bu özlem ve beklentilerim üzerine hesap sorup gelecek vaat etmeyen bir iktidar değişiminin benim için hiç bir anlamı olmayacaktır.
 
Şimdiden söylüyorum ki; "Devr-i sabık yaratmayacağız" ifadesini kullanan herhangi bir muhalif lider ile milletin anasına küfür ede ede servet sahibi olan beşli çete mensubu arasında hiç bir fark olmayacağından; bir kez daha hayal kırkılığı yaşamamak adına hesap sormayı yapamayacak muhalefete Allah iktidar olmayı nasip etmesin; kendi partim olsa bile. Dolaysıyla millet ittifakının bileşenlerinin bu minvaldeki söylem ve duruşlarına hep beraber beklenti içerisinde şahit olmak istiyoruz.
 
 
Aman sakına sakın...?
 
Sakına sakın provokasyona gelmeyelim. Hele ki sokağa çıkmak kesinlikle hiç bir kimsenin aklının ucundan bile geçmesin.
 
Bu devletin polisi jandarması var ve her şeyimizle; malımızla canımızla onlara emanetiz. Koruma ve kollama işi hükümetin emrindeki kolluk kuvvetlerine ait olup sorunu dert edinmek de hükümete düşer.
Her türlü provokasyon; tek adam rejiminin ömrünü uzatmak ve buna vesile olacak malzeme üretmek olacaktır. Unutmayalım ki; güvenlik endişesinden mütevelli alınacak her türlü olağanüstü tedbirler hak, hukuk ve adaletin işleyişini askıya almaya teşne muktedirlerin her daim arzuladıkları bir husustur.
Unutmayalım hiç bir köşkün, hiç bir villanın veya hiç bir yalının önünden şehit cenazesi kalkmıyor. Provokasyonlara kahraman arayanlar kendi evlatlarını göndersinler.
 
 
Devleti kutsamak ne adına ve nereye kadar...?
 
Devletin kutsiyeti bana verdiği değer kadar olmalıdır bence. Bizi yıllarca adeta şartlandırıp, inandırarak bir anlamda sorgusuz sualsiz itaate zorladılar.
 
Peki devlet bana kendi kutsiyetini dayatırken, yöneticilerinin zulmüne niçin izin verir, niçin kendisinin sadece yöneticilerine ait olduğu şeklindeki bir tutum, davranış ve algıya müsaade eder.
Benim kutsayacağım devlet; hak ve hukukumu kendi yöneticilerinin keyfiyetine karşı koruyan, tam olması mümkün olmasa bile ona yakın bir hukukun hakim olduğu devlettir.
 
Bir yöneticisine, vatandaşın birisi "Zat" sıfatını kullandı diye savcılar o yöneticiyi "Kutsayarak" kendisine hakaret edildiğini düşünüp dava açarlarken; aynı anda bir başka vatandaş devletin çeşitli aygıtları ve yöneticileri üzerinden isim, zaman ve mekan vererek milletin ve devletin hakkı hukukuna dair yapılmış olan çarpa çırpma ve suiistimallere ilişkin bizatihi kendisinin de zaman zaman dahil olduğu yaşanmışlıkları itiraf ettiği halde, bir tek savcı dahi bunlara ilişkin soruşturma açmayı düşünmekten imtina edip, cesaret edemiyorsa; bu çelişkilerin yaşandığı devleti hangi tahammüle binaen kutsayacağız. Bu şartlarda kutsanan devlet değil muktedir olandır ki; onurlu ve şahsiyet sahibi olanlar bunu kabullenmezler, karşı dururlar. Benim muhalifleyim de bu minvalde.
 
Peki vaz mı geçelim? Elbette hayır. Ana prensip devleti kutsamak değil, kutsanacak kadar hak, hukuk ve adaletin hakim olduğu, sosyal adaletin sağlandığı, demokratik yaklaşım ve yaşayışın ortak payda olduğu bir devleti inşa etmek için var gücümüzle mücadele edeceğiz. Zihinlerde olması gereken devlet tasavvuru bu olmalıdır. Aslında bizim vermekte olduğumuz mücadele; bir anlamda hile ile şer kullanılıp elimizden alınan ve özelleştirilen devletin asıl sahibi Türk milletine iadesi mücadelesidir.
Ne garip değil mi; Türk milliyetçileri olarak kavgayı komünistlerle ettik (belki de ettirildik) ama gözümüzü açan badem bıyıklı siyasal İslamcılar oldu. En azından kendi adıma bunu söyleyebilirim.
 
 
AK Parti menfaatleri devam ettiği sürece hiç bir örgüt yasa dışı değildir
 
AK Parti için terörist veya terör grubu yoktur; kendileri ile siyasi ve menfaat ilişkisi kuran (Ne iş yaptıkları hiç önemli değil) kişi veya gruplar vardır.
 
Bu çıkar ilişkisinde menfaatlerine dokunan herhangi bir durum söz konusu olursa ancak o zaman o kişi suçlu veya o grup terör örgütü olabiliyor.
 
İşin garibi AK Parti ve MHP oluşturdukları cumhur ittifakı ile bu garip çelişkili durumu "AKP'leştirdikleri devletin" genel politikası haline getirerek millete, kendileri gibi anlayıp yorumlamayı dayatıyorlar
 
Mesela, AK Parti için Fethullah Gülen ve cemaati önce neydi, sonra ne oldular.
 
A. Çakıcı önce neydi sonra ne oldu?
 
S. Peker önce neydi sonra ne oldu?
 
Bu kişi veya grupların önce ne olduklarına dair milletin ortak kanaati aşağı yukarı aynıydı ama sonra ne olduklarına veya olacaklarına cumhur ittifakı şekil vermiştir. "Özgür ve tarafsız yargı" üzerinden değil daha çok siyasallaştırılmış yargı üzerinden yürüyen süreçler söz konusu.
 
Oysa AK Parti öncesine kadar devletin terörist, terör örgütü, suçlu veya suç örgütü tanımlaması ile milletin bundan anladığı aynı şeydi. Mesela AK Parti öncesine kadar devletin ve milletin ortak tanımı "Terör örgütü ile masaya oturulmaz" şeklindeydi ama AK Parti ile bu tanım kaldırıldı "Terör örgütü ile masaya oturulur" şekline dönüştürüldü.
 
Maalesef siyasi iradenin bu abuk sabuk çelişkili icraatlarının bedelini hep millet ödediği için kendilerine dokunan bir şey olmadığından aynı yanlışlıklar tekrarlanarak devam ediyor.
 
 
Bak hele utanmazlığa ''Çocuk pornosu da çok izleniyor''muş
 
Neymiş efendim; edebi adabı hiçe sayarak cinselliğini menfaat temini için öne çıkaran hatun kişinin videoları da çok izleniyormuş, S.Peker'in videoları çok izlense ne olurmuş.
 
Oysa hiç benzerlik yok. S.Peker'in videolarının çok izleniyor olmasının nedeni; aksine herkesin bildiği ama dile getirilmesinin cezasız bırakılmadığı arsızlık, hırsızlık, yolsuzluk ve namussuzlukların dile getiriliyor olmasıdır.
 
Efendim "S.Peker organize suç örgütü lideri, söylediklerine itibar etmemek gerekir"miş. Paşa gönlünüz öyle istiyor olabilir ama "Sayın muktedir" bizler şunu anladık ki; menfaat ve işbirliği yaptığınız sürece hiç kimse veya grup ya da cemaat size göre ne teröristtir ne de suç örgütüdür.
Size göre Fethullah Gülen ve onun cemaati gayet masum, İslami ve hayırseverdi, ne zamana kadar; güç paylaşımındaki anlaşmazlığınız nedeniyle birbirinizi kazıklamaya kalkmanıza kadar. Bir de gördünüz ki adamlar terörist oluvermişler öyle mi. Oysa rahmetli Kamer Genç ve başkaları sizlere her şeyi anlattığı halde tek yaptığınız, oldukça öfke dolu şekilde rahmetliyi aşağılamak, hor görmek olmuştu değil mi?
 
S.Peker için de aynı süreç yaşanıyor gibi. Menfaat ilişkiniz devam ettiği sürece, siyasetinizin finansmanı da dahil olmak üzere her türlü işbirliği ve takviye mitinglerle hoş sohbetiniz ne de güzeldi, her şey yolunda gidiyordu değil mi?
 
Ne tuhaf; bu sefer ülke üzerindeki güç paylaşımı değil, AKP'deki parti içi güç paylaşımındaki anlaşmazlık sizi benzer bir akıbet ile karşı karşıya getirdi.
 
Anlaşılan o ki; S.Peker video ve paylaşımları kaçınılmaz bir sondu. S. Peker "Kral çıplak" diyerek ülkede yaşanan gerçekleri, bedelini göze alma cesaretini göstererek deşifre etmiştir.
 
Eğer millet S.Peker'in video'larına kilitlenip ne dediğini veya diyeceğine kulak kesiliyorsa, buna mukabil devleti yönetenlerin ne dediklerini hiç umursamıyorsa, durup düşünmesi gereken bay muktedir ve resmi otoritedir.
 
 
Hayvan sevgisi insan sevgisini besler merhamet duygusu da burada yuvalanır
 
Muhtereme, hayvan hakları üzerine ne gibi çalışmaların olduğu sorusunun sorulması düşüncesinin arkasında hayvan sevgisinin olması dışında başka bir düşüncenin olması mümkün müdür; bence değildir.
 
Gazeteci iki kuşundan birisinin öldüğünü gayet mahzun bir ifade ile söyleyince muhteremin tepkisi "Sen mi öldürdün" şeklinde oluyor.
 
Nasıl bir psikolojidir ki; ilk akla gelen, kuşun sahibi tarafından öldürülmüş olabileceği. Yahu adam hayvan sevgisi hassasiyetine binaen o soruyu sormuşsa, nasıl olur da bu insanın hayvanı öldürmüş olabileceği aklına gelir.
 
Yani böyle bir soruyu bana soran birisinin mahzun halini de gördüğüm an; başıma silah dayasalar kimse bana "Sen mi öldürdün" dedirtemez, zira aklıma ilk gelecek olan üzüntüsünü katmerleştirme değil teselli etmek olacaktır.
 
Ne bileyim; "Yapma ya, çok üzücü bir durum. Sizi (O "Sen" der, ben "Siz" derim) anlıyorum. Hayvan beslemek çok güzel bir şey ama insan alışınca böyle durumlarda çok üzücü oluyor, eve yas düşüyor " demek varken...
 
Bu psikolojik ruh halinden hiç bir zaman pozitif enerji çıkmaz. Negatif düşünceler tüm dünyasını esir aldığından, temas halinde olduğu herkes üzerinde kelebek etkisi yaratarak toplumun her tarafına aynı psikolojik halin sirayet etmesine neden olur.
 
Bu ruh halinin hakim olduğu yerde hayvan hakları kimsenin umurunda olmaz, yasası da çıkmaz.

Allah'ın huzurunda ibadet adına konuşmak ama ne konuştuğumuzu bilmeme çelişkisi

Camilere gidiyoruz, cemaat olup toplu ibadet yapıyoruz. Aynı şeklide namaz gibi bireysel ibadet de yapıyoruz.

Allah'ın huzuruna durup, bilmediğiniz bir dilde, anlamına hiç vakıf olmadığımız ifadelerden oluşan cümleleri kendi veya imamın sesinden dinleyip ritüelleri tamamlayıp yine hep beraber camiden çıkıp gidiyoruz. Bir an için Allah bize "Ne dedin" deyip sınasa ne diyeceğiz. "Ne dediğimi ben de bilmiyorum" demek Allah ile dalga geçmek olmaz mı?
 
Başlamasından bitimine kadar Allah ile baş başa olup, Allah'ın ne söylediğimizi anladığı amma velakin kendimizin ne söylediğimizi anlamadığımız bir sunma, arz etme, yakarma, talepte bulunma gibi "Bilincin" devre dışı bırakıldığı çelişkilerle dolu ibadet halini şeklini mümkün değil.
 
Dolayısıyla, bu durumda birileri sanki "Ana dilde ibadeti yasaklayıp, bilinci devre dışı bırakarak sorgulamanın önünü kesmek yetmez; gören gözlerin de seyir alanları öyle şatafatlı olmalı ki cemaatin bilinci devreye girip sorgulama yapmasın" diye karar verip bunun gereğini yapma çalışmışlar. Cami içinde gereksiz ve abartılı karmaşık yazı tekniği ile çözümü mümkün olmayan Arapça sözlerden oluşan süslemeler ve iç mimarı dizayn, dışarıdan ise şatafatlı, aşırı israfa yönelik görkemli camiler inşa edilmesi. İşte onun içindir ki deizm veya ateizme kaymalar artarak devam ediyor. İmanları kuvvetlendiren çabalardan ziyade gözleri meşgul ederek, sorgulamaları önlemeye yönelik siyasallaşmış din anlayışı.
 
Anadilde ibadetin Müslümanın imanının kuvvetli bir bilince dayanacağından korkulduğu için her daim karşı çıkılmış. İslami olarak hele ki bugünkü çağda dinen sembolik anlamı dışında bir anlam taşımayan Ezan'ın Türkçe okunmasından bahsedildiği an kıyamet koparılmıştır, nedeni imanları yüksek bilinçle şekil almış Müslümanın varlığından korkulmasıdır. Ezan bir semboldür, Arapça okunması gerekir. Benim buradaki muradım ile anlayarak ana dilde ibadet yapılması düşüncemde bir çelişkinin olmadığını beni anlayanların anladığını düşünüyorum.
Din alimi falan değilim. Bana "Bu ne cüret" diyecek olanlara sözüm, Allah'ın bana en büyük nimeti olarak bahşettiği aklımı kullanmaktan alıyorum. Hüküm vermekten ziyade mantık yürütüyorum.
 
 
Ayasofya'da imamı dinleyen devlet erkanının Atatürk'e yapılan hakarete tepkisizliği...

Geçtiğimiz yıllarda Türkiye Barolar Birliği Başkanı Feyzioğlu, Danıştay'ın kuruluş yıl dönümünde kürsüde hükümeti hukuk temelinde eleştirince zamanın başbakanı Erdoğan, yanında cumhurbaşkanı Abdullah Gül olduğu halde protokol nezaket kurallarını da umursamayarak (Kendisini her zaman tek adam gördü) sözlü ifadelerle şiddetli bir şekilde eleştirerek ayağa kalkıp salonu yanında oturan cumhurbaşkanına rağmen terk etmişti.

Peki bugün, cumhurbaşkanı olarak tanımlanmış görevi gereği; devletin birliği ve bütünlüğünü temsil etmesi gereken Erdoğan Ayasofya Camii'nde Atatürk'e kin ve öfke dolu ithamlarda bulunan imama "Hoca efendi sen ne yapmak istiyorsun. O kürsüleri kurup sizlere emanet eden bir insana yaptığın nankörlük ve ihanetin farkında mısın. O kürsüye layık değilsin, in oradan aşağı" demesi Türkiye Barolar Birliği Başkanı'na gösterdiği o tepkiden daha önemli ve anlamlı olmaz mıydı?
 
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli son grup toplantısında umduğundan daha şiddetli tepki göstererek söz konusu imama haddini bildirdi. Ancak aynı Devlet Bahçeli şunu da bilmelidir ki; o imam cür'etini o konuşması sırasında orada bulunan Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan almaktadır. Erdoğan da bir anlamda bunu doğrulayarak tepki göstermemiş, sessizliği ile adeta imamı doğrulamıştır.
 
Devlet Bahçeli'nin önemli bir Türk düşünürü ve yazarının çok güzel bir hikayesini anlatarak ortaya koyduğu tavrının yapıcı ve devamında kalıcı olması için malum imamı dinlemekle yetinmiş Erdoğan'a da bir kaç sözü olmalıydı.