AKP'ye rağmen kazanılan her zaferde hayır vardır, velev ki; zaferin sahipleri ile siyasi olarak hemfikir olmasam bile.
Neymiş; yeni seçilen Barolar Birliği Başkanı'na DHKPC sempatizanı yakıştırması yapılıyor. Türk milliyetçileri olarak, özellikle 12 Eylül 1980 sonrası risk teşkil etmekten iyice uzaklaşıp marjinalleşmiş sol fraksiyonlara karşı muhalif duruşta yoğunlaşmaktan sağ'dan gelen daha acımasız ve yıkıcı risklerin hesabını yapmadık.
ABD organizasyonu ve FETÖ'nün kumpasları ile muktedir olanların devleti önce değiştirip sonra dönüştürdüklerine yaşayarak hep beraber şahit olmuşken, Gülen ile yan yana, boy boy resimleri olanların kamu kurumlarına atamaları hala yapılırken...
Yeni seçilen Türkiye Barolar Birliği başkanının artık iyice marjinalleşmiş DHKPC ile ilintili şeklinde dedikodusunun yapılması; olsa olsa sol için nostaljik bir anlamı olur ama benim için kayda değer bir anlamı olmaz.
Yahu artık içi boşaltılmış eski kavramların sihrinden korkmayalım, bu devlet ve millet için kimlerin veya hangi kurumların risk teşkil ettiklerine dair güncelleme yapalım ve zihin haritamızı değiştirelim; And'ımızın kaldırılmasında veya zinanın cezasız bırakılmasında DHKPC veya bunlarla ilişkili olanların ne katkısı olmuştur veya kimler buna katkı sağlamıştır.
Tekrarlıyorum; önemli olan AKP hegemonyası karşısında olmak ve bu hegemonyayı sona erdirmek için güzel ahlak temelli, vatan ve millet severlik paydasında bütünleşmektir. Marjinal unsurları ayak bağı yaparak surda gedik açılmasına fırsat vermemek gerekir. Türk milletinin gerçek sorunu "Allah ile aldatanlar"la savaşmaktır.
''Kontrollü Ülkücü hareket''
Ülkücü hareketin en büyük talihsizliği; hareketin büyüklüğü altında ezilen bir genel başkana sahip olması ve kendisini aşan birileri karşısında tükeneceğini bildiği için de potansiyeli olan herkesi MHP'den ya tasfiye etmiş ya da ayrılmaya zorlamış olmasıdır.
Onun içindir ki; "Devlet Bahçeli sonrası kim MHP Genel Başkanı olur?" dendiğinde MHP içinden hiç bir isim akla gelmemektedir; gelmediği içindir ki zaman zaman Süleyman Soylu gibi ithal isimler MHP Genel Başkanlığına yakıştırılıyor.
Eskiden bu anlamda sorular sorulduğunda bir çok ismi arka arkaya sıralayabiliyorduk; Koray Aydın, Ümit Özdağ, Meral Akşener, Sinan Ogan, Müsavat Dervişoğlu gibi.
En son ne olur ne olmaz diyerek olur da genel başkanlığa talip olurlar veya alternatif arayışların öncüsü olabilirler diye Atilla Kaya, Suat Başaran, Nazif Okumuş gibi isimler ihraç yolu ile tasfiye edildiler. Nedeni; muhtemelen en fazla, olsa olsa AKP'yi eleştirmiş olmalarıdır.
Türk milliyetçiliği hareketini etkisiz, yetkisiz ve pasif hale getirmek için ilk önce onun kurumsal kimliğinden beklenen umutları tüketmek gerekiyordu. Bugün görüp anladık ki gelinen nokta tam da burası.
Amma velakin; Demokrat Türk milliyetçileri, Türk milliyetçiliği hareketi için kurgulanmış bu akıbeti bozdular, cesurlar hareketi olarak başlayan süreç İYİ Parti Projesi olarak tamamlandı. Türk milliyetçileri bu projeyi hayata geçirirken kendi tabanı dışında her kesimin vatan ve millet severlik paydasında bütünleşenlerini de projeye dahil ederek umulmayan bir sinerjinin oluşmasını sağladılar. Şimdi bu süreç Millet İttifakı'nın inisiyatifinde 13. Cumhurbaşkanı'nın seçilmesi ile tamamlanacaktır.
Velhasıl kelam; "Bu devlet için Türk milliyetçilerinin azı zarar; milli refleks körelir, çoğu da zarar; devleti yönetme gücüne erişirler" şeklinde yazılı olmayan ama hep var olduğunu düşündüğüm "Türk milliyetçiliği hareketini ayarda tutma" kuralından sorumlu tayin edilmiş unsurların rolü cesurlar hareketi ile saf dışı bırakılmıştır. İşte bu rol kaptırıp boşa çıkma durumu birilerini telaşlandırıp, salgınlaştırdı. Gerek Alparslan Türkeş Vakfı etkinliğinde yaşanan olayların, gerekse Mansur Yavaş'ın tehdit edilmesinin arkasında bu korku ve telaşın tezahürünü görüyoruz...