Cumhurbaşkanı’nın “dillerini kopartırız” sözü üzerine yazmaya niyetlenmiştim. Tam “başkaları da boynunu koparırız der” diye yazacakken biri benden önce davrandı, “kafalarına sıkarız” dedi. Kurtlar Vadisi değil… Bu sözler gerçekten söylendi.
Sezen Aksu’yu insan olarak sevmem. Şarkılarını severim. Gençliğimde konser biletlerinin pahalılığından yakınanlara “parası olmayan beni dinlemeye gelmesin” demişti. O günden beri beni ilgilendiren Aksu değil, şarkılarıydı. Sanatçıyı sevmek şart değildir. Önemli olan ortaya koyduğu eserdir.
Konuya makul yaklaşıp mantık çerçevesinde bir şeyler söylemek çok zor. Şarkı yıllar öncesine ait. Beş yıl fark etmemişler, şimdi akıllarına gelmiş. Üstelik sözler bağlamından koparılıp yargılanmış. Üstelik ilahiyatçılar Kur’an’da Âdem ve Havva’yı eleştiren ayetler olduğundan söz ediyorlar. Örnek; Ta Ha suresi 121. Ayet. “Âdem Rabbine isyan etti ve yolunu şaşırdı”… Ve üstelik Kur’an’da Havva diye birinden söz edilmiyor. “Âdem’in dişisi” veya farklı meallerde “Âdem’in eşi” sıfatları kullanılıyor. Kısacası bu tartışma kör dövüşü gibi.
Ama ülkenin bu haline rağmen makul yaklaşıp mantıklı bir şeyler söylemek lazım. Kullanılan şiddet dilini, bu dilin başkalarına kötü örnek olmasını bir kenara koyup başka bir şeyden söz etmek istiyorum. Eli kalem tutan, kalemiyle sanat yapan insanlarla uğraşmak devleti yönetenlere hiçbir şey kazandırmayacağı gibi çok şey kaybettirir. O kalem bu sefer hiciv yapmaya başlar. Kâğıda öyle cümleler, öyle şarkı sözleri dökülür ki hiç hakaret etmeden (ama bir yandan yerin dibine batırarak) eleştiri başlar. O sözler liderlerin prompterlerine yazılanlanlardan çok daha etkileyici, vurucudur. Halka arasında hızla yayılır. İnternetin yoğun kullanıldığı günümüzde bir anda her evin içinde konuşulmaya başlar.
Ortaçağda hükümdarları ve derebeylerini eleştiren şairlerin sesi, hükümdar fermanlarını bastırmıştır. Bolu Beyi’nin kimse hatırlamaz ama Köroğlu’nu ve “Benden selam olsun Bolu Beyi’ne” cümlesiyle başlayan dizeleri hemen herkes bilir. Yöneticiler tarih kitaplarına nasıl geçerse geçsin, onları hicveden eserler halktaki yargıyı oluşturur.
Tayyip Erdoğan hiçbir makama sahip olmayan sıradan bir birey olsa, sözleri sadece kendisini bağlardı. Parti Genel Başkanı ve Başbakan olsa, sözleri partisini ve partisinin seçmenlerini bağlar, ağzından dökülen cümleler “siyasi bir söylem” kabul edilebilirdi. Başbakanlık ve Parti Genel Başkanlığı siyasi makamlardır. Ancak Cumhurbaşkanlığı siyasi bir makam olamaz, olmamalıdır. Alıştığımız Cumhurbaşkanlığı makamı halkın tamamını kucaklayan, toplumda derin çatlaklar oluştuğunda bunları onaran bir makamdır. Mevcut sistemde ise Cumhurbaşkanlığı taraf oldu. Taraf olunca doğal olarak “karşı tarafını” üretti. İkisi arasındaki uyuşmazlık da Cumhurbaşkanlığı makamına zarar vermeye başladı.
Daha önce siyasi tutum ve kullanılan dilin toplumdaki yansımaları hakkında defalarca yazdım. Başkaları da yazdı ve hiçbir şey değişmedi, değişeceğine dair bir umudum da yok. Her iktidar geçici, her insan fanidir. Yapılan hatalar düzeltilir, zarar gören makamlar tekrar eski haline döndürülür. Ve her iktidar, her yönetici gelecek kuşaklarca hak ettiği şekilde hatırlanır!