Bu konu yüzlerce yıl bütün İlahi Din mensuplarınca tartışılmış ve tartışılmaya da devam etmektedir. İnançlı insanlar tarafından tartışılan "Dini Hayat" inançsız insanları da ilgilendirdiği için tartışmaya onlarda katılmışlardır.
Konu günümüzde Diyanet İşleri Başkanı'nın bir konuşmasıyla yeniden alevlenmiştir. Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş 18. İmam-Hatipliler Kurultayı'nda yapmış olduğu konuşmada, laikleri ateizm, deizm, nihilizm gibi akımların İslam inanç dünyasında artmasının sebebi olarak gösterdikten sonra; "İnanç, insan ile Allah arasında olsun, evine yansımasın, ticaretine yansımasın, siyasetine yansımasın, adaletine, yargısına yansımasın istiyorlar" diyerek tartışmayı yeniden başlatmışlardır.
İlk bakışta yanlış olmayan bu düşünce, Ali Erbaş’ın düşüncesi değil, İslam’ın- Kur’an’ın istediği bir olgudur. DİB’nı doğru bir düşünceyi ifade ederken, Diyanet'in bu konuda yeterli olmadığını da anlatmak istemiştir. Ben de aynı kanaatteyim. Diyanet kendine kuruluşundan beri yüklediği, Anayasa'da da belirtilen esas görevlerini bırakmış siyasetin emrine girerek, dinden çok siyasetçinin menfaat istekleri doğrultusunda konuşur ve telkinlerde bulunma durumuna girmiştir. Bu durum Ali Erbaş’la zirve yapmıştır.
Şimdi herkesin kabul ettiği DİN tarifi ile konuya başlamak istiyorum.
Din dediğimizde karşımıza birbiriyle zıt iki kavram çıkar. Biri hakimiyet ve mülkiyet diğeri de itaat ve boyun eğme. Kelime iki taraf arasında birinin emir ve hakimiyeti, diğerinin teslimiyeti ve boyun eğmesine dayalı karşılıklı ilişkiyi ifade eder. Burada hakimiyet ve mülkiyet Allah’ın, itaat ve boyun eğme de insanlığın ve bütün yaratılanlarındır. Din iki taraf arasındaki ilişkileri düzenleyen nizam, prensipler ve yolun adıdır. Bu sebeple Din, sadece Tanrı ile Kul arasındaki bağ ve ilişki ile sınırlı olmayıp, aynı zamanda insan ve diğer varlıklarla da ilişkilerini içerir. Bu ilişkiler bir kurallar çerçevesinde hayata nizam verir. Değişen ve gelişen hayat şartlarında ana ilkeler göz önünde bulundurularak, yeni çözümler üretilerek; toplumların hak ve menfaatleri haram- helal düzleminde yeniden şekillendirilir. İşte bu düzenleme, Türkiye’de Diyanet İşleri Başkanlığı'nın kurulması ile ona verilmiştir. Bu konuda "DİB’lığı görevini layıkıyla yaparak toplumu bilgilendirmekte midir?" diye sorduğumuzda alacağımız cevap pek de olumlu değildir.
Bakara suresi 256. ayet: Dinde zorlama yoktur….. der. Diyanet, iman, inanç ve amel esaslarını anlatır. İman ve inançta zorlama olamaz. İnananlara amel anlatılır, yapılması gerekenler öğretilir ama ferdi zorlama yine yapılamaz. Toplumu ilgilendiren konularda yaşayışta kolaylık ve birlik sağlama haram-helal açısından dinin emir ve yasakları; kanun yapımcıları tarafından dikkate alınırsa, kanunlar çerçevesine uygulamalar herkese eşit şekilde uygulama alanı bulur. Burada inanma veya inanmama söz konusu olmaz. Diyanet'in yapacağı iktidarda bulunanların istekleri doğrultusunda ayetleri eğip bükerek konuşma veya çözüm sunma değil, Allah’ın o konuda söylediklerini ve istediklerini açık, anlaşılır ve net bir şekilde ortaya koymaktır.
Mesela: Faizin her türlüsü ayetlerle yasaklanmış iken, iktidarın faizli verdiği kredi ile ev alınmasına caiz diyemez. Zina suç olmaktan çıkarılırken, iktidar gücenir diye gerçekleri söylemekten imtina etmez. Şans oyunlarının, piyangoların haram olduğunu ayet ve hadislerle açıklamak için iktidarın gözüne bakmaz. Ayetler "birbirinizle selamlaşın" derken, "günaydın" veya merhaba, iyi günler, iyi akşamlar vs. şeklinde selamlama yapanları cahiliye Araplarına benzemekle suçlamaz. Örnekleri çoğaltmak mümkün.
Din, inanç boyutunun yanında, insan hayatını bütünüyle kuşatan bir davranış ve aksiyon boyutu vardır ki; Diyanet, bu boyutu "hayırlı olana götürme" fonksiyonunu üstlenmelidir. Kişinin ne hakları olduğunu, değişen ve gelişen şartlara göre vecibelerini nasıl yerine getireceğine Diyanet ilim heyeti yorumlarıyla objektif bir şekilde hiçbir etki altında kalmadan karar verir ve bu kararları topluma açıklar. Fert ve toplumlar bu yorumlara göre kendine bir yol çizer. Zorlama yine yoktur.
Diyanet'in günümüzde halkı, insanlığı, Müslümanları aydınlatması gereken o kadar konu var ki, bu konuların birçoğu Kur’an, sünnet ve geçmiş uygulamalarda bulunmamaktadır. Müslümanlar bu konularda bilgilenme ihtiyacındadır. Hayatın her safhasında ve her sahasında uygulama bekleyen bu problemler dururken; Diyanet'in günlük politik çekişmelerin içinde didişmesi Hakk'ın değil, gücün yanında yer alması düşündürücüdür.
Çözüm bekleyen ibadet hayatından, aile hayatına, tıbbi uygulamalardan, eğlence spor ve sanat hayatına, ticari hayattan, faiz, kredi ve finans işlemlerine, borsa, sigorta, hava parası, kaparo, menkul kıymetlerin zekat durumuna, Gayrimüslimlerle ilişkilere kadar hayatın her alanında yüzlerce açıklığa kavuşturulamamış problemler dururken; Diyanet'in okul öncesi çocuklarına, öğrenci yurtlarına, hastanelere, mahallelere yüzünden okuma amaçlı Kur’an Kursları açma girişimleri, 30-40 KPSS puanlı İmam-Hatip mezunlarını başka kurumlara yatay geçişle; memur yapmaya aracı olma kurumu olma durumuna düşürülmesi, gerçekten düşündürücüdür. Cemaat ve tarikatlarla ilgili tek laf etmemesi ayrı bir gaflettir.
Atatürk’ün kurulmasında önderlik ettiği Diyanet bu Diyanet değildir. Bu Diyanet'in siyasetin emrine girmesi, inanıyorum ki Atatürk’ün de kemiklerini sızlatmaktadır...