Dindar bilinen yöneticiler birbirini dolandırıcılıkla suçlarsa, halk “Bari bizi dinsizler yönetsin” demez mi?
AKP Genel Başkanı Sn. Tayyip Erdoğan, AKP eski Genel Başkanı ve eski Başbakan Ahmet Davutoğlu’nu Halk Bankası’nı dolandırmakla, yetmiyor ilaveten çok değerli bir devlet arazisini de kurduğu üniversiteye bedelsiz verip vurgunculuk yapmakla.
AKP’nin kurucu liderlerinden olan “Kardeşim Gül” dediği eski Başbakan ve eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü de bu dolandırıcılığa ve vurgunculuğa aracılık etmekle suçluyor.
İş karışıyor, partisini de kuran, Ahmet Davutoğlu da Tayyip Erdoğan’ı, “Kimin nasıl ekonomik servet edindiğini, kamu bankalarının kredilerini nasıl kullandığını, kamu kaynaklarını kullanıp statü değiştirdiğini milletimiz çok iyi bilmektedir” diyerek ağır bir suçlama da bulunuyor. İlave ediyor, “Ben dahil Tayyip Erdoğan gibi ülke yöneticilerinin mal varlıkları araştırılsın.” diyor.
Ahmet Davutoğlu’nun Tayyip Erdoğan’ı bu şekilde suçlaması, muhalefete büyük bir pas oluyor ve ana muhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu, “Tayyip Erdoğan’ın mal varlığını biz de biliyoruz, dünya da biliyor” hatırlatmasını yapıyor.
Kısacası ikisi hem başbakanlık hem cumhurbaşkanlığı yapmış, birisi başbakanlık ve üçü de AKP’ye liderlik yapmış bu kişiler, birbirlerini yetim hakkı, kul hakkı yemekle, haram yemekle, kamu malını keyfi kullanmakla itham ediyor.
Oysa Abdullah Gül’ü Cumhurbaşkanlığına, Davutoğlu’nu da başbakanlığa taşıyan kimdi?
Biliyoruz ki bunların üçü de zamanında İslamcı idealist gençlerdi. Merhum N. Erbakan’ın öğrencileriydi ve onun ifadesiyle dindar gençler olarak birbirlerine “Kardeşim” diyorlardı. İdealleri vardı, “Adil Düzen” dedikleri, İslami esaslara dayalı bir sistem kuracaklardı; “soyguncu, vurguncu, kapitalist” dedikleri sistemi ortadan kaldıracaklardı.
Bu güzel ülkeyi “Soygunculardan, kapitalistlerden, masonlardan, kul hakkı yiyenlerden, hortumculardan” kurtaracaklardı. Yola bu niyetle çıkmışlardı. Haksız kazanca, torbadan çıkma zenginliğe karşı duracaklar, “nereden buldun?” diye hesap soracaklar, adil düzeni ülkeye egemen kılacaklardı.
Bunu yapabilmeleri için de önce iktidar olmaları gerekmez miydi? Bu güzel söylemlerle bu asil milleti ikna ettiler, milletin oyunu alarak iktidar koltuğuna oturdular. Yaklaşık 18 yıldır da ülkeyi tek tüfek yönetmekteler.
İktidar öncesi, “Eğer biz iktidara geldikten sonra zenginleşirsek, mal-mülk edinirsek, bilin ki çalmışız” dediler. “Harun gibi gelip Karun gibi olmayacağız!” sözünü verdiler.
Allah için söyleyelim, sözlerini tuttular mı?
Geldikleri günkü mal-mülk ve servetleri ile bugünkü ekonomik durumları aynı mı?
Bir de birbirlerini dolandırıcılık, vurgunculuk yapmakla suçlamıyorlar mı? Birbirlerinin mal varlığının araştırılmasını istiyorlar. Ne garip değil mi, oysa dedikleri gibi ülkeyi yönetselerdi, mal varlıkları yerine yoksullukları konuşulmayacak mıydı?
Sarayda oturmayan cumhurbaşkanı olarak anılması daha şık değil miydi? “Parayı, malı mülkü seven siyasetle ilgilenmemeli; siyaset para, mal mülk edinme yeri değildir.” diyen olarak tarihe geçmeliydi.
İslam devlet geleneğinde: "Bir ülkenin halkı nasıl yaşıyorsa, yöneticileri de öyle yaşamalı” ilkesi vardı. Hz. Ömer’in hayatı gibi!.
Gerçi bütün İslam ülkelerinin yöneticileri de aynı çizgideler. Dindar ülke yöneticilerinin yaşam ve lükslerini görünce insanın ister istemez; “Bırakın bizi inançsızlar yönetsin” diyesi gelmez mi? Suçlayan kim, dindar yönetici, suçlanan kim, dindar yöneticiler.
Bir tuhaflık yok mu?
Esen kalınız...