Osmanlı Devleti’nde dış borçların ödenmesini zorlaştıran, sadece alınan borçların verimsiz yatırımlara, israfa ve şatafata harcanması değildi.
Osmanlı’da gayrimüslim nüfusun büyük bölümü ticaret ve finans işiyle uğraşıyordu. Bu kesimler imparatorluğun dünya ekonomisi ile bütünleşmesini sağlamış ve yabancı sermayenin Osmanlı’daki uzantılarını oluşturmuştu. Zamanla gayrimüslim aracılar kapitülasyonlarla yabancıların yararlandıkları ayrıcalıklardan yararlanır olmuştu.
Giderlerini azaltamayan Osmanlı’nın, içerideki yabancılar ve yerli uzantılarından vergi alınamayınca (dış ticaret vergi alanı dışında kalınca) gelirleri azaldı. Bütçe açıkları büyüdü ve devletin mali krizi arttı.
Meşrutiyet Döneminde devleti yönetenler sorunun sebebini teşhis etmişti. 1910 Bütçe sunuş konuşmasında Maliye Nazırı Cavit Bey’in sözleri ibret vericidir:
"Bu devletin sürekli istikrazlar (borçlanmalar) yaparak yaşamasının sonucu daha önce bir kere gördüğümüz ve bir daha görmek istemediğimiz bir mali iflastır. Mali iflas ise en büyük çöküntüdür. Savaş zararı üç beş senede giderilebilir ancak mali iflasın etkilerini silmek için 30-40 sene bile yetmez."
Bunun için çözüm olarak “mevcut şartlarda borçlanmanın sürdürülmesi ancak ülkenin bağımsızlığını tehlikeye sokmadan her yıl azalan bir şekilde borçlanılması” ilkesi benimsendi.
Ama uygulama böyle olmadı, borçlanma azalan oranda değil, artan oranda yapıldı, bütçe açıkları hızla arttı.
Ayrıca 1911’den sonra birbirini izleyen savaşların (Trablusgarp, Balkan Harbi ve 1. Dünya Savaşı) etkisiyle bütçe açıkları giderek büyüdü.
Birinci Dünya Savaşı’ndan mağlup çıkan Osmanlı Devleti 1918 yılında yapılan Mondros Mütarekesi ile işgale uğradı.
1920’de imzalanan Sevr Antlaşması ile müttefik kuvvetler Osmanlı Devleti’ni mali denetim altına aldı. Geçmişte alınan kapitülasyonlar ve imtiyazların alanı genişletildi. Yabancılar vergi alanı dışına çıkarıldı.
Osmanlı Devleti’nin mali ve iktisadi alanda ve akabinde siyasi alanda bağımsızlığı tamamen sona erdi.
* * *
CUMHURİYETE DEVREDEN DIŞ BORÇLAR
Sonra... Millî Mücadele ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş senedi olan Lozan Antlaşması. Lozan’da müzakerelerde en çok zorlanılan konular bu ekonomik denetim ve imtiyazlara dair olan hükümlerin kaldırılması konusunda oldu.
Lozan’da Türk heyetinin başkanı olan İsmet İnönü bu durumu “bütün fedakarlıkları yaptım, her şeyi kabul ettim fakat memleketin iktisadi esaretini reddettim” diye ifade etmiştir.
Osmanlı İmparatorluğu'ndan Türkiye Cumhuriyeti’ne 85 milyon TL borç devredildi.
Ekonomist Mahfi Eğilmez’in, 2015 yılında yaptığı hesaba göre, Türkiye Cumhuriyeti’ne devreden bu borcun güncel değeri 500 Milyar dolara tekabül ediyordu.
1923’teki Kişi Başı Milli gelirimizin 700 dolar, nüfusumuzun da 13 milyon civarında olduğu düşünülürse, yeni devletimizin ne kadar büyük bir borç yükü devraldığı anlaşılacaktır.
Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı’dan miras dış borçları 1954 yılına kadar ödemek zorunda kaldı.
* * *
TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN DIŞ BORÇ POLİTİKALARI
"Millî Mücadele döneminde bağımsızlık hareketini yönlendiren TBMM’nin finans kaynakları oldukça sınırlıydı. Millet Meclisi’nin tek gelir kaynağı vergilerdi. Zaten fakirlik içindeki milletin vergi verecek hali de yoktu.
'Millî mücadele sonrasında memlekette sanayi yok gibidir. Yabancı ülkelerden gelen mallara direnebilecek pek az el tezgâhı kalmıştır.'
1923’te Türkiye’nin ithalatı 145 milyon lira, ihracatı ise 85 milyon lira olup 60 milyon liralık dış ticaret açığı olmuştur.
Savaşın belli bir noktasına gelindiğinde Türkiye’nin egemenlik haklarına saygılı davranan ülkelerden yardım kabul edilebileceği açıklandı. İstiklal Savaşı sırasında sınırlı miktarda alınan dış yardımlar ordunun ihtiyaçlarını karşılamak için kullanıldı.
1. Dünya Savaşı’nın aksine İstiklal Savaşı iç kaynaklarla finanse edildi. Bağımsızlık Savaşının finansmanının yüzde 85’ini iç kaynaklar, yüzde 15’ini dış finansman kaynakları oluşturdu."
* * *
1920-1944 DÖNEMİ / BORÇLANMADAN BÜYÜME
Birinci Meclis döneminde iç kaynaklara dayalı, bütçe denkliğini öngören bir finansman politikası uygulandı. İsmet İnönü 1926’dan itibaren, siyasi bağımsızlığı gözeterek her ne pahasına olursa olsun gelire göre gider yapma esası üzerine kurulu olan denk bütçe politikasını uyguladı.
Savaştan yeni çıkmış bir ülkenin ihtiyaçları çok fazlaydı. Bunları dış borçla finanse etme kolaycılığına kaçılmadı. Çünkü gelirler çok sınırlıydı.
Osmanlı’dan devralınan 85 milyon Osmanlı lirası tutarındaki dış borçların ödemeleri 1929 yılında başladı. 1929 dünya ekonomik buhranı ve üstüne bu borçların ödenmesi sanayileşme hamlesini sınırlandırdı. Buna rağmen ortalama yıllık yüzde 7-10 arası büyümeler gerçekleştirilebildi.
Atatürk döneminde Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı tecrübesi sebebiyle çok sınırlı miktarda dış borçlanmaya gitti. Yabancı sermayenin ayrıcalıklarla değil, Türk devletini koyduğu kurallar çerçevesinde gelmesine olumlu baktı.
* * *
II. DÜNYA SAVAŞI YILLARI
Türkiye İkinci Dünya savaşına girmedi ama savaşa girmek zorunda kalabileceğini düşünerek, 120 bin kişilik ordusunu 1,5 milyon kişiye çıkarmak, stratejik stokları yükseltmek zorunda kaldı.
Bu sebeple iktidar askeri harcamalarla baş edebilmek için geleneksel sağlam para ve denk bütçe siyasetini bıraktı ve enflasyon yolunu denedi. Para bastı.
Üretimde çalışacak kesim silah altına alınınca üretim düştü. Bu şartlar altında savaş döneminde fiyatlar yüzde 459 arttı. Bir yandan ekonomik kaynakların orduya kaydırılması, ekmek karneleri, kıtlık ve savaş zenginleri gibi olaylar halkı CHP yönetiminden duygusal olarak uzaklaştırdı.
1944’te dünyadaki 64 ülkenin ancak 12’si demokrat ve anayasal düzene sahipti. Türkiye’de de tek parti iktidarı vardı.
Milli Koruma Kanunu ve Varlık Vergisi gibi tedbirler alan tek parti hükümetinin hiper-enflasyonla mücadele için koyduğu bu savaş vergileri makro ekonomi açısından doğru olsa da halk kitlelerinin onayını almadı.
Türkiye II. Dünya Savaşına girmedi. En doğru seçenek olan "etkin tarafsızlık" politikasını seçti. Savaşa girse insan kayıplarının ötesinde bütün üretim kapasitesini kaybetme riski vardı. Ama savaş ortamının yüksek enflasyonu, kıtlıklar ve olağanüstü vergileri CHP’nin iktidardan uzaklaşmasına sebep oldu.